Açık Öğretimde Psikoloji: Vasıf Gerektirmeyen Teknik Bir İşe İndirgeme Riski
Bu yazıda, açık öğretimde psikoloji eğitimi verilmesine ilişkin düzenlemeyi, ilgili aktörlerin sürece dahil edilmemesi ve sivil katılıma olanak sunmaması boyutuyla ele alıyoruz. Alanda faaliyet yürüten STK’lar ve uzmanların mutabık olduğu nokta, bu uygulamanın Türkiye'de psikoloji eğitimi ve mesleğin sorunlarını derinleştireceği yönünde. Açık öğretimde psikoloji bölümüne ilişkin bir düzenleme yapıldığından ve söz konusu düzenlemenin çeşitli sakıncaları barındırdığından sosyal medyada yükselen itirazlar sayesinde kamuoyu haberdar oldu. Bu yönüyle, düzenleme öncesinde kendilerine danışılmayan uzman ve sivil toplum aktörleri, düzenlemenin yapılmasından sonra uygulamanın hayata geçirilmemesi için mücadele veren bir pozisyonda buldular kendilerini… Bu itirazları yüksek sesle dile getirenlerden biri olan Tuğçe Isıyel, sahte psikolog ve terapistlere dikkat çekerek, “Psikoloji eğitimi açık öğretim olamaz. İnsanların psikolojisini ehil olmayan ellere teslim edemezsiniz” sözleriyle meslek yasasına duyulan ihtiyacın altını çiziyor. Demokratik bir toplumda karar alıcıların kimi durumlarda ilgili tarafları göz ardı ederek hayata geçirdiği uygulama örneklerinden biri olarak, psikoloji eğitiminin açıktan verilmesini sivil katılımın eksikliği boyutuyla değerlendirmek için Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği’nden (TODAP) Baran Gürsel ile konuştuk. Gürsel, mevzuatta psikoloji alanının sınırlarının ve kurallarının net belirlenmediğini hatırlatarak, meslek yasası bulunmayan bir alanda söz konusu düzenlemenin psikoloji mesleğini vasıf gerektirmeyen teknik bir işe indirgeme riskine işaret ediyor. Psikoloji bölümünün açık öğretime dahil edilmesine karşı olmanızın gerekçelerini özetler misiniz? Bu konu 5 sene önce gündeme geldiğinde de belirttiğimiz gibi, böyle bir uygulamanın Türkiye'de psikoloji eğitiminin ve mesleğin sorunlarını derinleştireceğini düşünüyoruz. Halihazırda psikoloji öğrencilerinin aldığı eğitim bize göre -genel olarak konuşursak- psikoloji alanındaki yaklaşım ve uygulamaların çeşitliliğini sunmakta yetersiz kalıyor. Aynı zamanda lisans eğitiminde psikoloji çoğunlukla, başka disiplin ve yaklaşımlarla -halihazırda olan ve ayrıca da kurulması gereken- ilişkisi içerisinde ve kendi eleştirisiyle (örn. eleştirel psikoloji) birlikte ele alınamıyor; kendi başına yalıtık bir alanmış ve öyle de olmalıymış gibi davranılıyor. Genellikle programlar ve bölümler ne akademisyenlerle öğrenciler arasındaki etkileşimi sürekli ve besleyici kılacak ortama sahip, ne de öğrencilerin, akademisyen ve diğer üniversite çalışanlarıyla birlikte bölüm, program ve üniversite üzerinde söz hakkına sahip olmasının önünü açıyor. Bu tablodaki sorunlara psikoloji bölümünden mezun olanların sayısıyla, psikologların mesleklerini güvenceli, insan onuruna yakışır çalışma koşullarında, bağımsız ve etik biçimde sürdürebilecekleri iş olanakları arasındaki ciddi farkı da eklemeliyiz. Tabii burada, sermaye birikimi ihtiyaçlarına odaklı neoliberal politikalarla özellikle son 10-15 yılda tahrip edilmiş ve örgütlü biçimde onarmakta çoğunlukla eksik kaldığımız bir meslek, eğitim ve istihdam alanının sorunlarından bahsediyoruz. Ama kesinlikle -adını bu şekilde koyarak ya da koymadan- bu sorunların aşılması için verilen bireysel ve kolektif mücadelelerin varlığını unutmamalıyız. Açık öğretimde psikoloji bölümünün açılmasıysa bu saydığım yetersizlik ve sorunların giderilmesi bir kenara dursun, onları daha da derinleştirecek ve yerleştirecek bir uygulama gibi görünüyor. Ve bu anlamda, başka profesyonel meslekler için de söz konusu olabildiği gibi psikoloji mesleğini de olabildiğince vasıf gerektirmeyen teknik bir işe indirgeme eğilimli politikalarla tehlikeli bir uyum içerisinde. Psikoloji disiplininin insanlar, toplumlar, tüm canlılar ve doğa için anlamlı bir disiplin olabilmesi için eğitiminin, aktarımının, paylaşımının ve deneyiminin yukarıda saydığımız yetersizliklerden olabildiğince muaf sistemler içerisinde gerçekleşmesi gerekiyor. İster uygulamacısı ister araştırmacısı ister aktarıcısı, ister düşünürü, isterse meraklısı olalım böyle bir ortamda "yetişmek" hem bizim hakkımız, hem de toplum, canlılar ve doğanın hakkıdır. Dolayısıyla böyle bir çerçevede, hiçbir muhatabının sözüne ve duygusuna başvurulmadan hayata geçirilmekte olan psikoloji açık öğretimi uygulamasına karşı çıkıyoruz. Pandemi koşullarında uzaktan eğitimin yaygınlaşması ve birçok bölüm için uzaktan eğitimin mümkün olması nedeniyle, psikoloji bölümünün de bu kapsamda açık öğretime dahil olmasının (uygulama gerektiren derslerin üniversitede yapılması koşuluyla) kabul edilebilir olduğu görüşlerine katılır mısınız? Karşımızda "kabul etme-etmeme" seçeneklerinden başka birinin çıkmadığı bir durumla karşılaştığımızda öncelikle buradaki karar alma yöntemini kökten eleştirmeliyiz diye düşünüyorum. Psikologların, psikoloji öğrencilerinin, üniversite çalışanlarının, akademisyenlerin ve bu grupların örgütlerinin fikrine başvurulmadan alınan ve denetimine tabii olmayan bir karardan söz ettiğimiz için, öncelikle yöntemin "kabul edilemez" olduğunu bir kenara not etmeliyiz. Bir de sanırım, toplum sağlığını temel alan bir perspektifle üniversite eğitiminin geçici olarak çevrimiçi yollarla sürdürülmesiyle, bir açık öğretim bölümü açmak arasındaki farkın altını çizmemiz lazım. Herhalde iki yöntem de belli kayıplara sebep olur ama birincisi belli kayıpların (eğitimsel, ilişkisel, ruhsal, toplumsal, vb.) toplum sağlığının korunması adına göze alınması ve hatta -belli koşullarda- toplumun sermaye birikimi ve kültürel hegemonya uğruna "harcanabilir" görünen kesimlerinin "sesinin" duyulması eğilimine işaret edebilirdi. Dolayısıyla bu önlem bir vadede toplumsal olarak onarıcı bir işlev bile görebilirdi. Ama tartıştığımız konunun (açık öğretimde psikoloji bölümü açılması) toplum sağlığının öncelenmesiyle bir ilişkisini kurmak mümkün görünmediği gibi, uygulamanın bir vadede tahrip edici -psikoloji ve toplum açısından- bir etkisinin olabileceği de düşünülebilir. Henüz, bu kararın nasıl bir stratejiye dayandığını, arkasında durulup durulmayacağını, bir dönüşümün ya da yayılmanın başlangıcı olup olmadığını bilemiyoruz ama bu uygulama her halükârda bugüne kadarki neoliberal dönüşümün bir karikatürü gibi oldu. Tüm abartısı ve tüm çarpıklığıyla, psikoloji alanında eğitim ve istihdam üzerine konuşacak çok şeyimiz olduğunu bize hatırlattı.Psikoloji Türkiye'de yasal olarak sınırları net belirlenmeyen bir alan.Sivil toplum aktörleri olarak, bu düzenlemeye ilişkin iş birliği yaparak bir savunuculuk faaliyeti yürütmeyi düşünür müsünüz? İlgili diğer STK'lar ile bundan sonraki sürece dair tutumunuz ne olacak? Psikoloji alanı Türkiye'de yasal olarak sınırları hiçbir zaman çok çizilmeyen, belirlenmeyen bir alan. Bu alanın sınırlarını ve kurallarını daha net belirleme ihtiyacının siyasal iktidarlar tarafından neden hiçbir zaman yeteri kadar hissedilmediğini, bunun toplumsal ve tarihsel sebeplerini de ayrıca tartışabiliriz ama burada özellikle şunu söylemek lazım: alandaki bu belirsizlik, farklı aktörlerin (iktidarlar, devlet kurumları, ticari eğitim sermayesi, alandan olan veya olmayan küçük ölçekli girişimciler, vb.) çıkar odaklı girişimlerine zemin hazırlıyor. Üzerine konuştuğumuz açık öğretim meselesi de böyle bir girişim olarak düşünülebilir. O nedenle başka mücadelelerin yanında, mesleğin sınırlarını koruyucu anlamda çizecek bir meslek yasası için mücadele etmek ve bu mücadelede alanımızdaki başka grup ve kurumlarla iş birliği yapmak her zaman önemli. Bununla birlikte TODAP talep ettiği meslek yasasını "emekten ve toplumdan yana" olarak tanımlıyor. Bunun iki sebebinin olduğu söylenebilir. Birincisi güncel koşullarda bir yasanın psikologlar ve toplum için koruyucu olabilmesi için, sermaye ve devlet müdahalelerine karşı bariyer oluşturabilmesi ve bunların iktidarına alternatif alanların önünü açması gerekiyor. Yukarıda sözü edilen hususlar ile açık öğretim meselesi üzerinden bunun nedenlerine bir ölçüde değinmiş olduk. İkinci olarak da bu "emekten ve toplumdan yana" sıfatı, biz psikologları, başkalarının (yakınımızdaki veya uzağımızdaki) mücadelelerine bağlıyor; onlarla aramızdaki bağa ve kader ortaklığına işaret ediyor. Yasanın "bizden" yana çıkıp çıkmamasını belirleyecek olanın başka toplumsal mücadelelerle ilişkimiz olduğunu, yani meslek yasası mücadelemizin kendisinin- özgünlükleri olsa da- başka mücadelelerle ortak kadere sahip olduğunu hatırlatıyor. Bu bağlamda sınıf mücadeleleri ve toplumsal mücadelelerin hem içinde hem de onlarla iş birliği içinde olmamızın, meslek alanımızın ve toplumun esenliği için merkezi önemde olduğu söylenebilir.
Bizi Takip Edin