Hayvan Kurtarma Derneği’nden ‘Kısırlaştırma Merkezi’ Talebi

Kurtarılmış hayvan derken ne anlamalıyız? Zekiye köklüSokaklarda yaşayamayacak durumda yaşlı, engelli hayvanların uygun şartlar altında hem fiziksel hem de psikolojik olarak rehabilite edilmesidir kurtarma. Nihai amacımız onlara ömürlük birer ev bulmak olmakla beraber, sahiplendiremediğimiz hayvanlara da hayatlarının sonuna kadar merkezimizde yuva olmaya çalışıyoruz. Biz hayvanların doğal ortamının barınaklar veya kafeslere kapatıldıkları herhangi başka bir ortam olduğunu düşünmüyoruz. Sokaklarda hayatını idame ettirebilecek hayvanların sokaklarında yaşamaya devam etmesini istiyoruz ancak merkezimizdeki hayvanlar yaşlılıkları, hastalıkları, engelleri nedeniyle artık sokakta yaşayamaz duruma gelmiş  veya geçirdikleri kaza sonrası sokağa dönemeyecek hayvanlar. Dolayısıyla birçok travmaları var, o nedenle burada hem fiziksel olarak hem de duygusal anlamda onları rehabilite etmeye çalışıyoruz. Bu hayvanların sizden istediği tek şey sevgi, eğer onlara sevginizi verirseniz onlar da sizi sever, size güvenir. İnsanlar maalesef barınaklardan hayvan sahiplenmeye mesafeli bakıyor, onlara ikinci el eşya muamelesi yapıyor, onların canlı olduğunu unutabiliyorlar. Bizim merkezimize sahiplenme düşüncesiyle gelenlerden örnek vermek gerekirse, insanların ilk sorduğu sorulardan biri, ‘bize alışır mı?’, bu hayvan bizim merkezimize gelmeden önce de travmatik olaylar yaşamış bir hayvan, biz sevdik ve bize alıştı... Sevgi verirseniz elbet size de alışacak, onların derdi para, pul hatta mama bile değil, sevgi.
İnsanların kafasında küçükten alayım bana alışsın diye bir algı var, halbuki bunlar hiç büyümeyen çocuklar, küçükken veya büyüyünce almanız fark etmeden sevgi verdiğiniz sürece size alışacaklar ve sizi sevecekler. 
Neden hayvanlara yönelik bir çiftlik kurma ihtiyacı hissettiniz? Hangi durumdaki hayvanlar kalabiliyor bu çiftlikte? kurtarılmak üzere olan hayvanlara nasıl ulaşıyorsunuz?  Rehabilitasyon merkezi demeyi uygun görüyoruz. Biz eşimle çok eskiden beri kurtarma yapıyoruz, 2011 yılında dernekleşme yoluna gittik çünkü artık bireysel çabalarımızla yetememeye başlamıştık. Merkezimizdeki hayvanlar, sokaklarda, barınaklarda yaşayamayacak olan görme engelli, 3 bacaklı hatta 2 bacaklı, kronik hastalıkları olan hayvanlar. İhbarlar üzerinden ulaşıyoruz bu hayvanlara. Türkiye’nin bir çok ilinden gelen ihbarlarla kurtarma yaptık; Mardin, Ağrı, Van... Rehabilitasyon merkezinde kaç tane hayvan barınıyor, ne gibi sağlık sorunları var?  Merkezimizde şu an 300’ün üzerinde köpek var. Dediğim gibi çoğu fiziksel ve psikolojik olarak yaralanmış hayvanlar. O nedenle, fiziksel ihtiyaçlarının sürekli takip edilmesi gerekli. Birçoğu kronik olarak rahatsız ya da merkezimizde uzun yıllardır yaşadıkları için yaşa bağlı olarak tiroid, kalp, şeker gibi kronik rahatsızlık geliştirmeye başlamış hayvanlar. Bu nedenle özel mama ile beslenmesi gerekenler var, onların mamalarının takibi gerekli. Görece sağlıklı olan hayvanların da sürekli takibi şart, onlar da çeşitli rahatsızlıklar geliştirebiliyorlar, kanser olabiliyorlar. Bu nedenle dışkılarının kontrolü, yemeklerini yiyip yemedikleri hep gözlemleniyor.  Kaza sonrası tedavi edilip merkezimize gelen hayvanlar bazen yıllar sonra kaza veya ameliyatlarda vücutlarına yapılan müdahaleler nedeniyle tekrar sakatlıklar yaşayabiliyorlar, zira çok ağır ameliyatlardan bahsediyoruz burada. Psikolojik rehabilitasyonları içinse sevgi şart. Ben merkezde olduğum her gün tüm kafeslere tek tek girerek her çocuğa ayrı ayrı sevgi göstermeye çalışıyorum ki bu şekilde geçirdikleri travmaları unutabilsinler ve güven duyguları tekrar oluşsun. Merkezimize gelen gönüllülerden de istediğimiz en önemli şey buradaki bir çocuğun başını sevmeleri, onlarla ilgilenmeleri ve merkez alanı içerisinde yürüyüşe çıkarmaları; bu şekilde hem hayvanlar sahiplik duygusunu tadabiliyor hem de hafta boyunca kafeslerde sıkıldıkları için çıkıp biraz nefes almış oluyor. Siz kısırlaştırma kampanyası açtınız ve 400 yakın hayvanı kısırlaştırdınız kampanyayı ve süreci bizimle paylaşır mısınız? 2004 yılında çıkarılan 5199 sayılı kanunun amacı da aslında belediyelerin sokak hayvanlarını kısırlaştırıp yerlerine bırakmalarıydı. Ancak belediyeler kısırlaştırma faaliyetlerinde bulunmak yerine hayvanları toplayıp kendi bölgelerinden uzaklaştırmayı, barınaklara kapatmayı tercih ettiler. Kısırlaştırma faaliyetleri uygulanmadığı için de popülasyon arttı, zira bataklığı kurutmadan sivrisineklerle mücadele edemezsiniz; toplanıp başka yerlere götürülen veya barınaklara kapatılan hayvanların yerine yeni popülasyon gelecektir, hayvan popülasyonunu kontrol altına almadan bunu engelleyemezsiniz.  Dolayısıyla biz dernek olarak bataklığı kurutma amacıyla yola çıktık ve belediyelerin hayvan kontrolünde asıl amacı olması gereken kısırlaştırmaya el atmak durumunda kaldık. Çünkü dediğim gibi hayvanları ormanlara, şehir dışlarına atarak veya barınaklara kapatarak sadece daha fazla acıya sebep olursunuz. Kısırlaştırarak acı çekecek yeni bireylerin dünyaya gelmesini engellemeye ve var olan hayvanların da üreme hormonları nedeniyle geliştirebildikleri saldırganlıklarının ve çiftleşme vasıtasıyla birbirlerine bulaştırdıkları hastalıkların önüne geçerek daha rahat yaşamalarını sağlamaya çalışıyoruz. Sponsorlarımızın yardımıyla hijyenik şartlarda kısırlaştırdığımız hayvanları iyileşme süreçlerini tamamladıktan sonra alındıkları noktalara geri bırakıyoruz.  Kısırlaştırma niçin önemli? Kısırlaştırma öncelikle hayvan refahı ve sağlığı için önemlidir. Sadece sokaktaki hayvanlar değil evlerimizdeki hayvanlar için de kısırlaştırma yapılmalıdır çünkü kızan dönemlerinde kediler, köpekler çiftleşme güdüsüyle evden kaçabiliyorlar, ileri yaşlarda kısır olmayan hayvanlar muhakkak kanser oluyorlar. Sokaktaki hayvanların sağlığı açısından baktığımızda ise sokakta yaşayan dişi bir köpek 6 ayda bir hamile kalır, ki bu süre küresel ısınma nedeniyle 5 aya kadar düştü. Hamilelik öncesinden başlayarak anlatırsak, kızan dönemindeki bir dişi köpeğin peşinde 20-30’a kadar erkek köpek olabilir ve bunlar şehirlerde başıboş bir şekilde dolaşır. Normalde çok sakin olan erkek köpekler bu dönemde birbirlerini rakip olarak gördükleri için birbirlerine saldırıyorlar, ayrıca çevredeki her şeyi de tehdit olarak algılayıp saldırganlaşıyorlar. Bu saldırgan tavırlar dolayısıyla insanlar da köpekleri zehirleme/öldürme yoluna gidiyor, bu şekilde can kayıpları yaşanıyor. Yine hayvana tecavüzler maalesef dişiler kızan dönemindeyken gerçekleştirilir çoğunlukla. Çiftleşen köpekler birbirlerine TVT adlı kanseri bulaştırabiliyor. Bu kanser tedavi edilebilir ancak tedavi edilmezse öldürür. Doğum yapan anneler, bebeklerini korumak için saldırganlaşabiliyor, dolayısıyla yine saldırganlık şikayetleri artıyor insanların. Belediyeye haber verilme durumunda bu yavrulu anneler ya ıssıza, ormana atılıyor ya da barınaklara götürülüyor. Barınaklarsa sanıldığının aksine hayvanların düzgün bakım görebildiği yerler olmaktan ziyade birer hastalık yuvası.  Dolayısıyla kısırlaştırmazsak bataklık kurumayacak ve hayvanlar çeşit çeşit şekillerde acı çekmeye ve ölmeye devam edecek.  Hayvanların yaşadığı istismarlar sadece hayvan hakları savunucularının gündeminde. Toplumun bu konuda duyarlılığı nasıl sağlanabilir? Toplumumuzda empati yok. Hayvan sevgisini nasıl sağlarız dendiğinde hep ‘eğitimle’ deniyor ancak çocuk eve gittiğinde o eğitim deliniyor; anne babalar, ‘pis’ ‘dokunma’ dedikçe çocuklar da bu hayvanların kendileri gibi acı çekebilen birer canlı olduğu duygusundan uzaklaşarak büyüyor ve empati yoksunu bireyler olarak topluma karışıyor. Ben empati oluşturulabilmesi için eğitimin sadece okullarda değil basın-yayın yoluyla, dizilerle, basın organlarıyla ve kamu spotlarıyla da yapılmasından yanayım. Kamu spotlarıyla öncelikle anne-babayı etkileyeceğiz ki anne baba da çocuğunu o algıyla büyütsün. Şiddet denildiğinde de herkesin aklına kadına, çocuğa şiddet geliyor; ben bunlar göz ardı edilsin demiyorum ancak şiddet dediğiniz parçalara ayrılamaz, bir davranış kalıbıdır. Hayvanlara yapılan şiddet de kadına, çocuğa yönelik şiddet gibi aslında kendinden güçsüze yönelmiş olan bir davranıştır. Bu nedenle kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet kamuoyunun tepkisiyle karşılaşırken hayvana yönelik şiddetin göz ardı edilmesini doğru bulmuyorum. Tüm şiddet olayları kamunun vicdanını sızlatmalıdır, hayvana yönelik şiddet göz ardı edilemez.  Bunu toplumsal algıya yerleştirmenin en doğrudan yolu da hayvana yönelik şiddetin Kabahatler Kanunu’ndan çıkartılıp Türk Ceza Kanunu kapsamına alınmasıdır. Şiddet gösteren kişiler TCK kapsamında yargılanmalı ve psikolojik tedavi görmelidirler. Şiddet faillerinin tedavi görmeden toplum içine karışması şiddet döngüsünü devam ettirecek ve  bu döngü kırılamayacaktır; hem ceza hem psikolojik tedavi...

İlgili İçerikler