Sığınmacıların eğitim ve iş hayatı Boğaziçi Üniversitesi’nde ele alındı

Bophorus Migration Studies (BMS) 2015 yazında, Boğaziçi Üniversitesi’nden amatör bir çalışma grubu olarak ortaya çıktı. 2016’ya girerken Boğaziçi’nden ve diğer üniversitelerden arkadaşların da bulunduğu dört ayrı araştırma grubumuz oluştu. Rapor ve opinion paperlarımızı 2016 yıl sonu itibariyle bmigration.com’da yayımlamaya başladık. Site bugün günlük ortalama 350 tekil ziyaretçi ortalamasına sahip. Süreci devam eden bir AB fonu […]

Bophorus Migration Studies (BMS) 2015 yazında, Boğaziçi Üniversitesi’nden amatör bir çalışma grubu olarak ortaya çıktı. 2016’ya girerken Boğaziçi’nden ve diğer üniversitelerden arkadaşların da bulunduğu dört ayrı araştırma grubumuz oluştu. Rapor ve opinion paperlarımızı 2016 yıl sonu itibariyle bmigration.com’da yayımlamaya başladık. Site bugün günlük ortalama 350 tekil ziyaretçi ortalamasına sahip. Süreci devam eden bir AB fonu ile seneye bir BMS’i bir think-tank’a dönüştürmeyi planlıyoruz. Tüm çalışmalarımızı İngilizce yapmaktayız.

UNHCR’dan Selin Ünal ve TOBB Üniv’den Başak Yavçan katılımıyla gerçekleştirdiğimiz konferansta sığınmacıların eğitim ve iş imkanlarını inceledik.

Derlediğimiz konferans notlarını faydalı bir arşiv olması açısından paylaşıyoruz;

Yrd. Doç. Dr. Başak Yavçan (Akademisyen)

2003’de Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. 2006 yılında Pittsburgh Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden Karşılaştırmalı Siyaset alanında yüksek lisans derecesini, 2011’de yine aynı üniversiteden Siyaset Bilimi doktora derecesini aldı. Ayrıca Michigan Üniversitesi’nden Sosyal Bilimlerde İstatistiksel Yöntemler alanında ve Pittsburgh Üniversitesi’nden Avrupa Birliği Çalışmaları alanında lisansüstü sertifikaları bulunan Başak Yavçan’ın tez konusu Almanya’da halkın göçe ve göçmenlere yönelik tutumlarına heterojen bir yaklaşımdı. New York Üniversitesi’nde misafir araştırmacılık yapan Başak Yavçan, Türkiye’ye döndükten sonra TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde çalışmaya başladı. Halen bu üniversitede Karşılaştırmalı siyaset alanında dersler vermenin yanı sıra, 2012 yılı itibariyle TOBB ETÜ Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktör Yardımcılığı görevini de sürdürmektedir. Dr. Yavçan’ın başlıca çalışma alanları Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler ve Kamuoyu, Gruplararası İlişkiler ve Göçe Yönelik Tutumlar, Göçmen Siyaseti, ve Avrupa ve AB Siyasetidir.

Selin Ünal (​Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Dış İlişkiler ve İletişim Müdürü)

Selin Ünal, 2014 yılı sonu itibarıyla dünyadaki en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olan Türkiye’de, UNHCR’nin en büyük operasyonlarından birinin iletişim alanındaki çalışmalarına liderlik etmekte ve kurumun sözcülüğünü yürütmekte. 126 ülkede faaliyet gösteren UNHCR, savaşlardan ve zulümden kaçan milyonlarca insana barınma imkanı ve yardım sağlamakta. Üstlendiği görevde, Selin Ünal, medya, yerel halk ve donörlerin de arasında bulunduğu farklı hedef kitleler üzerinde yerinden edilmiş insanlara ilişkin farkındalığı artırabilmek amacıyla UNHCR Türkiye’nin iletişim stratejisini ekibiyle birlikte hayata geçirmekte. 2012 yılında UNHCR’deki görevini üstlenen Selin Ünal, öncesinde Uluslararası Göç Örgütü’nde 8 yıldan uzun süre boyunca program ve dış ilişkiler departmanları da dahil olmak üzere farklı alanlarda hizmet vermektedir.

Selin Ünal: “Teknoloji ilerliyor ama çatışmalar gerilemiyor.”

2015 yılı sonu itibariyle dünyada ne durumdayız bakarsak 65 milyondan fazla insanın yerinden edildiğini görüyoruz. Çok büyük bir kısmının sebebi savaş ve çatışmalar. Yerinden edilme dediğimiz zaman hepsi mülteci değil bu kişilerin mülteci olmak ne demek hepinizin bildiğini tahmin ediyorum. Uluslararası sınırı aşıp artık kendi ülkesi tarafından korunmaya sahip olamayan insanlar mülteci durumuna düşüyorlar. Onların sayısı şu an 21 milyonu biraz aşmış durumda bu sayının en büyük kısmını kendi ülkesi içinde yerinden edilmişler oluşturuyor. Yani Suriye’de büyük bir savaş var artık altıncı senesini doldurdu neredeyse ve birçok insan ülkesi içinde yer değiştirdi. Farklı bölgelere gittiler. Global ölçekte baktığımızda maalesef ve maalesef 90’lardan sonra çok daha fazla çatışmanın yaşandığını görüyoruz. Yani teknoloji ilerliyor, insan hakları gibi temel bir konulara olan duyarlılık zemini genişliyor ama teknolojik gelişme ile çatışmaların azalması arasında bir paralellik bulunmuyor.

Selin Ünal: “Her 1 dk’da tam 24 kişi yerinden ediliyor”

Teknoloji arttı, sınırlar esnekleşti ama daha fazla insan ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. İşte bakın her 1 dakika da 24 insan ülkesini veya bulunduğu şehri terk etmek zorunda kalıyor. Bunun en büyük sebebini savaş ve çatışmalar oluşturuyor. Diğer nedenleri de sosyal durumunuzdan, bulunduğunuz ortama, sosyal, düşüncenizden dolayı, farklı cinsel tercihinizden dolayı farklı birçok sebepten dolayı ülkenizi ve ya kültürünüz terk etmek zorunda kalabilirsiz. En büyük insan hakları ihlalinin savaş ve çatışma ortamları olduğunu görüyoruz. Ve bu büyük sayının yarısından çoğu çocuk onu da unutmayın lütfen. %75-77 civarı kadın ve çocuk ve sivil insanlar. Her zaman insanların aklına gelir acaba aralarında savaşa karışmış olanlar var mı? Acaba savaş suçu işlemişler midir?

Selin Ünal: “BM’nin kriterlerinden bağlamında baktığımızda herhangi biri insanlık suçu işlemiş kişiler mülteci statüsü alamaz”

BM’nin kriterlerinden bağlamında baktığımızda herhangi biri insanlık suçu işlemiş kişiler mülteci statüsü alamaz. Peki nereye gidiyor bu insanlar 21 milyonu aşkın insanın ülkesinin dışında olduğunu ve mülteci olduğunu söyledik. Şimdi nerede bu insanlar nerelere sığındı? %86’sı gelişmekte olan ülkelere sığınıyorlar. Türkiye 2014’ten sonra en yüksek sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumundadır .

Selin Ünal: “Türkiye ve Lübnan Suriye’nin sınır komşusu olduğu için çok büyük bir yük ve sorumluluk altında kalıyor”

Avrupa’nın ekonomisi yüksek, standartları, refah düzeyi çok daha fazla mülteci belki barındırıyorlar yok öyle bir şey ya da ABD’de ya da İskandinav ülkelerin de değiller.Bunu isterseniz coğrafi yakınlıkla bağdaştırın ama mülteci sorunlarına baktığımız zaman her zaman söylediğimiz gibi bu bir ülkenin sadece konumu itibariyle yükümlülük altına girebileceği bir durum değil. Bu uluslararası anlamda ortak ele alınması gereken bir sorun olmakla birlikte maalesef bugün dünyada gördüğümüz gibi Türkiye ve Lübnan Suriye’nin sınır komşusu olduğu için çok büyük bir yük ve sorumluluk altında kalıyor.

Selin Ünal: “Her bireyin bir ülke vatandaşı olmaya hakkı var.”

Kaçan insanları düşünün bazen ellerinde hiçbir şey olmadan kaçıyorlar pasaport, nüfus cüzdanı yok gittikleri yerde doğum yapıyorlar bir sürü kayıt alınması gereken güçlük içinde olarak bebekler dünyaya geliyor. Türkiye’de iki yüz binden fazla çocuk doğdu. AFAD nüfus idaresi kayıt belgesi veriyor doğduğuna dair.

Selin Ünal: “Türkiye’de iki yüz binden fazla çocuk doğdu.”

Onları döndükleri zaman karşı taraf kendi makamları tarafından kabul görüp görmeyeceği soru işareti yani bu tür çatışmalar bir de vatansızlık riskini de doğuruyor maalesef. Dünyada 10 milyondan fazla vatansız olduğu biliniyor. Bunun içinde ayrı çalışmalarımız var ama bunlar hep ülke politikalarıyla düzelebileceği yönünde çalışmalar var. Herkesin bildiği gibi herkesin sığınma hakkı var aynı zamanda bir ülkenin vatandaşı olma hakkı var. Ama bu ülkeler bağlamında değerlendirilebiliyor.

Selin Ünal: “Türkiye de demiş ki ben Avrupa Konseyi ülkeleri dışında gelen kişilere mültecilere statü vermem.”

Cenevre Sözleşmesi bizim için özellikle en kilit yasal belge çünkü ilk defa mülteci tanımları yapıldığı ve aynı zamanda mültecinin hak ve görevlerini tanımlayan belge. Buna Türkiye taraf. 67 protokol diye bir şey var bu önemli çünkü ilk mültecilerin entegrasyonu sözleşmesi yapıldığında iki tane coğrafi çekince, zaman kısıtlaması ilk defa o zaman tartışmış kabul edilmiş. Diyor ki 51 den önce gerçekleşmiş dünya savaşından önce gerçekleşmiş olaylar ve Avrupa toprakları Avrupa Konseyi ülke topraklarını kapsar. Buralarda gerçekleşen olaylardan dolayı bir eğer bir çatışma zulüm ya da her neyse bu kesimlerin ülkesini terk etmek zorunda kalan kişiler varsa dolayısıyla gelen kişileri kapsar diye bir kısıtlama getirmiş. Daha sonra bakılmış ki dünya barış içinde refah içinde bir dünya olmadığı için insanlar farklı bölgelerde de aynı sebeplerden çatışmalardan dolayı yerinden edilmeye devam edildiği için bunun zaman ve coğrafi kısıtlaması 67 yılında bir protokolle kaldırılıyor. Dünyadaki herkesi daha kapsayıcı bir hale geliyor Cenevre Sözleşmesi. Dediğim gibi Türkiye bu iki sözleşmeye de taraf ama coğrafi çekince koymuş. Türkiye de demiş ki ben Avrupa Konseyi ülkeleri dışında gelen kişilere mültecilere statü vermem. Yeni göç kanunu biliyorsunuz bir kanun geçti 2014 yılında ondan öncesi ve sonrası farklı ama şimdi bugünkü uygulamalara bakarsak ben devam edeyim. Avrupa Konseyi dışından gelen kişilerin uluslararası sığınma talebi bağlamında Türkiye’de onlara şartlı mülteci statüsü veriyor. Diğerlerine mülteci statüsü verebiliyor. Şartlı mülteci ne demek eğer ki en onlar UNHCR tarafından kendi farklı kanallar tarafından bir başka ülkeye gidip yerleşmeyi sağlarsa ki bunu da anlatacağım birazdan küçük bir kısmına erişebiliyor o zaman kadar geçen sürede ben onları ülkemde koruma sağlarım. Onlara şartlı mülteci adı veriyor.

Selin Ünal: “Göç ve güvenlik bu kadar iç içe geçmemeliydi.”

Türkiye’deki duruma gelirsek zaten kısaca azıcık dokundum ama Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 2014 yılında dediğim gibi devreye girdi ve şuan artık bir idare var Göç İdaresi Genel Müdürlüğü bu sivil bir kuruluş ve bizim çok desteklediğimiz bir kuruluş. Türkiye gibi bir ülkede, bu kadar göç yollarının kesiştiği ve geliştiği bir yerde göç meselesi hep İçişleri Bakanlığı’nın güvenlik bakış açısıyla polis ya da asayiş yabancılar polisinin ele aldığı bir konu olmamalıydı. Göç ve güvenlik bu kadar iç içe geçmemeliydi. Şimdi Göç İdaresi Genel Müdürlüğü daha insan odaklı yaklaşımla bu oluşturulan kanunlarla çalışmalarına devam ediyorlar. Bizim de çok önemli işbirliğimiz var. Üç ana bölümü var: bu kanunda yabancının haklarının korunduğu, uluslararası korumanın tanımlandığı ve bir de idarenin kendi işleyiş yapısına dair. Peki biz neler yapıyoruz kısmı var. Zaten UNHCR temel amacı refah içinde yaşamaları güvenli erişimleri sığınma haklarının temin edilmesi bağlamında UNHCR’nin üç ana çözümümü var bu bağlamda bakarsanız. Evlerine gönüllü geri dönüşleri ki bu çok ideal bir çözüm aslında.. Fakat maalesef çok da karşılaşmadığımız bir durum. Gönüllü geri dönüş demek o savaş ortamın, o çatışma ortamının ya da onları mülteci yapan sorunlu durumun tamamen sonlanmış olması.. ve bu insanların güvenli bir şekilde ve gönüllü olarak ülkelerine dönmelerinden bahsediyorum ama maalesef bu çok da söz konusu olmuyor. Suriye bugün dünyada en fazla mülteci üreten ülke ondan sonra Afganistan geliyor ondan sonra Somali, İran ve Yemen var. Suriye meselesi kaç yıldır devam ediyor. Afganistan günümüzde yetmişlerden beri süregelerek devam ediyor. Yemen keza öyle.. Ukrayna’da çatışmalar başladı. Bu durum maalesef gün geçtikçe bitmeyen çatışmaların olmasının artı bir de yeni çatışmalarla evlerine gönüllü dönüş dediğimiz bu ideal çözümün çok çok kısıtlı ve limitli olduğunu gösteriyor. Yani olmuyor neredeyse. Bunun olmadığı durumlarda biz UNHCR olarak mülteci krizlerinde yerel entegrasyon çözümüne geçiyoruz ikinci olarak bu da sığındıkları ülkelerde kişilerin harmonize olarak bulundukları toplumun içinde beraber yaşamaları demek oluyor. Bu tamamen ülkenin politikasıyla paralel olabilecek bir şey ancak ve ancak uyum politikaları onaylanırsa ve yürürlüğe girerse pratikte de uygulanırsa bu olabilir. Üçüncü bir durum da bu tabi global konuşuyoruz şuan Türkiye odağında değil. Üçüncü durum üçüncü güvenli ülkeye yerleştirme dediğimiz şey. İngilizcede tam tanımı resettlement daha çok öyle bulabilirsiniz. Bu da maalesef ve maalesef çok kısıtlı çünkü bu üçüncü ülke dediğimiz bu mültecileri kabul edecek olan ülkelerin sığınılan ülkeden mülteci almalarıyla bağlantılı yani şöyle örneklersem tanımı biraz karmaşık olabilir. Türkiye’de bugün işte sadece 2.9 milyon üzerinde Suriyeli var artı 300-400 bin civarında diğer gruplardan sığınma talebinde bulunmuş ve koruma sahibi olmuş kişiler var. Bu kişilere diğer ülkeler mesela atıyorum ABD diyor ki ben bu yıl on bin tane mülteci alacağım bunun beş bini Türkiye’den alacağım diyor. Türkiye’den dosyalar öncelik sırasına hassasiyete göre önceliklendiriliyor ve sunuluyor ABD’ye.. Aynı şeyi Kanada yapıyor aynı şeyi İsviçre yapıyor gibi bu da üçüncü ülkeye yerleştirme programları ama dediğim gibi çok çok limitli ve kısıtlı.. Şöyle gerçekleşiyor Türkiye’deki mülteci sayısını 3.3 milyon 3.4 milyon diye düşünün resmi rakam her zaman GİGM’de kayıtlarını biz yapmıyoruz. Türkiye’de tabi ki kendi yerel makamları yapıyor ilk korumaları vermek sahip olmaları adına

Selin Ünal: “Türkiye’ye getirilen kota 25 bin, 3 Milyon nere 25 Bin nere?”

Türkiye’deki bu 3. 3 milyon civarındaki ihtiyaç içindeki koruma güvenliği içerisinde olan insanlar için verilen 3. ülkeye yerleştirme kotası 25 bin. Yani 3,3 milyon nere 25 bin nere. Dünyada bakarsanız 23 milyon mülteciye verilen uluslararası bağlamda yerleştirme kotasının yüzde 1’i. O yüzden çok çok sınırlı. Yani ne demek oluyor 3 ana şey 1.si çok ideal ama çok zor 2.yerel entegrasyon yani mülteci sayıldıkları ülkede kalıyorlar gibi bir şey demek oluyor. Bu da aslında mülteci sorununun hiç bir şekilde tek bir ülke üzerine bırakılmaması gerektiğini bize gösteriyor. Bizim UNHCR olarak her zaman anlatmaya çalıştığımız şey göç meselesinin tüm uluslarası camia tarafından ele alınması gereken insani bir kriz olduğunu söylemektir. Ya bu eğer bu şekilde ele alınmadığı zaman sadece Türkiye ve Türkiye’nin etrafındaki bölgeyi değil 2014- 2015 yıllarında gördük insanlar gruplar halinde Avrupa’ya gitmeye başladılar bu kesinlikle buradaki koruma statüsünün kırılganlığından falan değil onlar talihsizliklerden ve acaba daha mı olacak diye arayış içerisinde oldukları için gitmişlerdi bir çoğu Dolayısıyla farklı coğrafyaları da etkileyecek bir sorun haline dönüşüyor dolayısıyla çözüm sorumluluk paylaşımı olacak şekilde yürütüyoruz.

Selin Ünal:“Bizim UNHCR olarak her zaman anlatmaya çalıştığımız şey göç meselesinin tüm uluslarası camia tarafından ele alınması gereken insani bir kriz olduğunu söylemektir.”

Kısaca iş gücüne erişim ve eğitim dediğimizde Türkiye’ye bakarsak 800.000 civarında okul çağında çocuk burada bulunmaktadır ve bunların yüzde 40’ının hala eğitime erişemediğini görüyoruz. Dünyada bizim etki alanımız altında 6 milyon civarında çocuk var ve bunların çok büyük bir kısmının okula erişemediğini görüyoruz maalesef.

Kayıp Gençlik

Hala yetersiz konumdayız Suriyeli öğrencilerin yüzde 40’ı eğitime erişmiş değil ve Türkiye’deki çocukların yüzde 30 – 35 civarı yükseköğrenime katılırken bu oran mülteci çocuklarında yüzde 1’e düşüyor. Bu durum kayıp ve yok olan gençlik demek oluyor sadece ve sadece burada oldukları zaman değil ülkelerine döndükleri zaman da.

Başak Yavçan: “Ben Suriyeli bir fırın açtım, baklavacı açtım, benim niye bütün çalışanlarım Suriyeli olmasın ki? Hayır, sadece %10‘u Suriyeli olabilir.”

Bir de ekonomik boyut var ki büyük kentlerde emek ve ücret bakımından oldukça zor ebeveynleri işe almıyorlar ücreti çocuklardan daha yüksek diye. Anne babalar da çocuklarını bu işlere gönderiyorlar. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız yani son derece sıkıntılı bir durum. Dolayısıyla bu örneğin, temporary education’da geçici korumada eğitime erişim var sağlık hizmetlerine erişim var ama çalışma hakkı yok. Şimdi bu çalışma izni 2016‘da belli bir izne bağlandı, belirli bir ücret ödeyerek belirli kotalar dahilinde, o da belli kotalar dahilinde bakınız, bir firma Suriyeli çalıştırabilir. Peki ben Suriyeli bir fırın açtım, baklavacı açtım, benim niye bütün çalışanlarım Suriyeli olmasın ki? Hayır, sadece %10‘u Suriyeli olabilir, yani bu bir sığınmacı statüsü olmayan bir yabancıya verilen bir çalışma hakkı olarak çok progresif, çok güzel bir hak ama meblağyı düşündüğünüzde bu kadar çok sayıda insan olduğunu düşündüğünüzde, insanların artık kendi iş yerlerini açtığını düşündüğünüzde bu tip kotalar sıkıntılı. Ayrıca bu konuda çalışmalar yaptı, bize rakamları da günceller, ama 10 bini geçmedi, 2016’da, 12 bin oldu mu o kadar? Bilmiyorum ama 10 bin civarı… “Bütün Suriyeli sığınmacıların legal olarak çalışma hakkı olsa ne olur?” 2016‘dan bu yana 500 bin insan çalışıyor, bunların 10 bini mi başvurdu yani hiç biri mi duymadı bunların? Sadece bilgi eksiliği olamaz buradaki sıkıntı, burada daha ciddi sıkıntılar var dolayısıyla ben sadece böyle bir zihin egzersizi olarak şunu düşünmenizi isterim; izin yerine bütün Suriyeli sığınmacıların legal olarak çalışma hakkı olsa ne olur? Ne kadar, çok mu kötü olur bir düşünmekte fayda var.

Başak Yavçan: “Ciddi miktarlarda Suriyeli iş veren var”

Bunun yanı sıra tabii ki çok ciddi sayıda Suriyeli işveren karşımızda var, Suriyeli akademisyenlerimiz var, 200‘ü geçti sayıları Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde, ama büyük miktarda insan da kaybedildi bu süreçte, dediğim gibi başka ülkelere gittiler. Şimdi, elimizde ne var? Elimizde, çok genç bir nüfus var, eğitime muhtaç.

Başak Yavçan: “Suriyeliler bizim işlerimizi çalıyor diye bir kanı var.”

Yapılan anketlere göre, Suriyelilerin ekonomik haklara sahip olması konusunda, katılımcıların yarısından fazlası Suriyelilerin Türklerin işlerini çaldığını düşünüyor ve bunu hiç Suriyeli barındırmayan ya da çok az sayıda barındıran yerlerdeki insanlar da düşünüyor. Dolayısıyla bu konuda yerleşmiş bir kanı var, Suriyeliler bizim işlerimizi çalıyor diye, Facebook’ta bir arkadaşım yazmış, – bir yandan işlerimizi çalıyorlar ama diğer yandan çok da tembeller önyargısı da yaygın, ikisi de var. Önyargıların tutarlı olması da gerekmiyor aslına bakarsanız burdan bunu anlıyoruz. “Türkiye’de 900.000 Suriyeli öğrenci var.” Türkiye’de yaklaşık 900 bin civarında okul çağında Suriyeli öğrenci var ve bunların sayısı her geçen gün artıyor ve bunların, milli eğitim verileri, %51‘e 49‘dan bir tık yukarıdayız. İnanılmaz iyi çalışmalar yapıldı bu konuda. Suriyeli öğrencileri 162 bini bildiğimiz devlet okullarında, geri kalan 300 bine yakın olan kısmı ise Geçici Eğitim Merkezleri dediğimiz okullarda, bunlar Arapça müfredatta eğitim görüyorlar ve Arapça kendi Suriyeli öğretmenleri tarafından veriliyor, kendi idarecileri var. Genelde şöyle bir uygulama var, nüfusun yoğun olduğu yerlerde sabah Türk öğrencilere, öğleden sonra da Suriyeli öğrencilere hizmet veriyor. Bu konuda da tabii sıkıntılar var, MEB de bunun farkında. Almanya’nın hatalarına Türkiye düşmemeye çalışıyor Bundan dolayı, MEB bu seneden itibaren birden bire kotaları yükselti. Bu sayı 78 bindi ve Türk okullarına yönlendirmeye başlanıldı. Çünkü fark etti ki, nasıl ki Almanya’da Türk öğrencileri Hauptschule’lere gönderip, Gymnasium’lara göndermediler -yani iyi okullara- bu sebeple oluşabilecek bir paralel toplumlar zincirine yol açmamak jenerasyonu birbirleriyle iletişim halinde tutarak, çok ciddi sıkıntıları önlemek için birinci sınıfları artık Türk okullarına entegre etmeye başladılar.

Başak Yavçan: “MEB okullarına yönlendirilen aileler ‘kültürel kaygılarını’ dile getirmeye başladı.”

Türk okullarına kayıt olmaya mecbur bırakılınca bu sefer aileler de; nasıl ki bizim kültürel kaygılarımız varsa onlar da kendi kültürel kaygılarını dile getirdi. Benim çocuğum Arapçayı unutacak, kendi kökenini/kültürünü unutacak diye Geçici Eğitim Merkezlerine çocuklarını göndermeye devam ettiler.Bir şekilde bu da kültürel bir direncin olduğunu gösteriyor, yani sadece Türk okullarına kabul etmek değil, belki de bu gruba, bu travma geçirmiş çocuklara rehberlik edebilecek uzmanlar, bu konuda eğitim almış öğretmenler ve Arapça eğitimi biraz daha erken yaşlara, bu nüfusun yoğun olduğu yerlerde, çekmek gerekebilir. Yani en azından Arapça derslerini almaları, şu anda bildiğim kadarıyla 4. sınıftan itibaren alınabiliyor, hani Suriyeliysen 1. sınıfta alması gibi bir şeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum bu direnci kırabilmek için.

Başak Yavçan: “İlerleyen yaşlarda Suriyeli çocukların okula devamında düşüş var.”

Her gittiğimiz evde mutlaka okula gitmeyen genç bir kızla karşılaşıyoruz, istisnasız her gittiğimiz evde. Bu da tabii ki sosyal olarak üzerinde durulması gereken bir olgu ve ilerleyen yaşlarda okula giden oranının azalması demek, özellikle lise döneminde, sonraki döneme yani üniversiteye giden nüfusun da beslenememesi demek aynı zamanda, çünkü bu insanlar gidecekler üniversiteye, kim gidecek, bunlar gidecek. Liseyi bitirebilecekler ki onlar üniversiteye gidebilecek, biz onu beslemek istiyorsak bunu da bir şekilde bu drop-out’un yani insanların okulu bırakmasının önüne geçilmesi gerekiyor.