Basına ve kamuoyuna – ‘Mirketler kapıda beklesin’
İdeal düzenlerde medya, yasama-yürütme-yargıdan sonra gelen dördüncü kuvvet olarak anılır. Buna beşinci kuvvet olarak internet/internet medyasını da ekleyebiliriz artık. Bu bilgi cepte ilerlersek, faaliyet gösteren her kurumun bir şekilde basında kendine yer bulmaya çalışma refleksi daha da anlaşılır oluyor. İnsanlara ulaşmak istiyorsunuz. İnsanlar gazete okur, televizyon izler, internette dolaşır. Bütün yollar Roma’ya çıkıyor.* Sivil toplum […]
İdeal düzenlerde medya, yasama-yürütme-yargıdan sonra gelen dördüncü kuvvet olarak anılır. Buna beşinci kuvvet olarak internet/internet medyasını da ekleyebiliriz artık. Bu bilgi cepte ilerlersek, faaliyet gösteren her kurumun bir şekilde basında kendine yer bulmaya çalışma refleksi daha da anlaşılır oluyor. İnsanlara ulaşmak istiyorsunuz. İnsanlar gazete okur, televizyon izler, internette dolaşır. Bütün yollar Roma’ya çıkıyor.*
Sivil toplum kuruluşları da birçok faaliyet gerçekleştiren ve bunların basında yer almasını isteyen yapılardan. Sorun şu ki, bazen bütün faaliyetlerinin basının ilgisine mazhar olmasını istiyorlar, bazen de en başarılı ya da basında yer bulma şansı en yüksek olan açıklamaları, etkinlikleri, vb. uzay boşluğuna gidiyor.
İşin sadece pratik kısmına bakalım istiyorum. Bunu yaparken de hem basın hem de sivil toplum kuruluşu tarafında yer almış biri olarak iki tarafın da pratikleri üzerinden gitmek en sağlıklısı.
Basın açısından bakıldığında, muhabire gönderdiğiniz haber -basın toplantısı ya da etkinlik daveti değil- eğer üyelerinize gönderdiğiniz metin ile aynıysa doğrudan çöpe gitme riski çok yüksek. Çünkü sizin üyelerinize “Yarın akşam şurada toplanıyoruz. Beraber şunları, bunları, biraz da onları konuşacağız.” şeklinde gönderdiğiniz metin, haber diline uygun olmadığı için, muhabir bu metne bakıp bir basın bülteni/duyuru değil sadece fazladan iş yükü görecektir.
Haber masasından kalkıp sivil toplum masasına oturduğumuzda metni hazırlayan kişi aynı zamanda ofisin idari işlerinden, üyelerden, kampanyalardan da sorumluysa bir metni oluşturup, parçalara bölüp yeniden yazmak için vakti kalmayacaktır. Böyle bir insan kaynağı kapasitesi ile karşı karşıyaysak birden fazla şekilde yazılmış metinler lüks olabilir.
LÜKS DEĞİL ZORUNLULUK
Fakat eğer bir iletişim sorumlunuz mevcutsa, bu sizin için bir lüks değil zorunluluk. İnsanlara sesinizi duyurmak isterken nasıl ki gündelik hayatta çalışanlarınızla, üyelerinizle, destekçilerinizle ya da varsa donörünüzle aynı tonda konuşmuyorsanız, basın, kamuoyu ve devletle de aynı tonda konuşmuyorsunuz.
Bu da bizi “Basına ve Kamuoyuna” diye başlayan e-postalara getiriyor. “Önce geriye kim kalıyor?” diye sormak geçiyor içimden (mirketler?). “Devlet” diyecekseniz, ona zaten sadece bir e-posta atmıyorsunuzdur diye düşünüyorum.
Şöyle basit bir örnek üzerinden gidelim. Bir tatil beldesinde yaşayan insanlarız. Mevsim sonbahar, yarın akşam da gazinoda bir eğlence düzenleyeceksiniz. Belde sakinlerini de eğlenceye çağırmak istiyorsunuz. Ama aynı zamanda bunun haberinin basında yer almasını da istiyorsunuz.
YAN KOMŞU ESMA ABLA VE MUHABİRLER
Basına göndereceğiniz metinde etkinliğin adı, tarihi, saati, kim tarafından ve hangi mahiyette düzenlediğini gibi temel bilgiler yazıldıktan sonra ayrıntıya girebilirsiniz. Ama komşunuz Esma ablaya gidip basına gönderdiğiniz metindeki gibi şeyler söylemezsiniz. “Esma abla, bizim dernek gazinoda eğlence düzenliyor yarın akşam. Hadi gel biz de gidelim. Hem çekirdek çitleriz hem de havamız değişir” dersiniz. Bu sizin komşunuzla, yani üyelerinizle, destekçilerinizle kurduğunuz ilişkiye/samimiyete göre şekillenen modüler bir metindir.
Yoksa olay şuna döner: Esma abla, yarın akşam saat 20.00’de Yaşadığı Beldeyi Sevenler Derneği olarak gazinoda eğlence düzenliyoruz. Elde edilecek geliri çocuklara oyun parkı yaptırmak için kullanacağız, senin de teşrifin beni mutlu edecektir.
Tersine çevirdiğimiz metni tekrar ters yüz edersek, ilk başta değindiğimiz noktaya geliyor; basına da geçeceğiniz metinde “Biz” dili kullanmak muhabirin/editörün önce tek tek fiillerden birinci çoğul ekini silmesi, ardından metnin içinde geçen “bizim”, “Derneğimizin” gibi kelimeleri değiştirmesi ile sonuçlanacaktır.
Tabii bu kadar Nasreddin Hoca olmak gerekmez, hırsızın hiç mi suçu yok; muhabirlerin bu kadar tembel olduğu ön kabulünden de bir noktada vazgeçmek gerek.
ORTAK BİLENLERİN EN BÜYÜĞÜ
Son olarak “bildiğiniz gibi” ile başlayan metinler… Her atölye/sunum/fikir-alışverişinde dediğim şu: Zaten bildiğim gibiyse okumama gerek yok… Bu ilk başta çok üstten bir tavır gibi gelebilir size ama unutmamanız gereken bir nokta var. Sivil toplumun kapsayıcı, bilgilendirici olması üzerine konuşurken mangalda kül kalmıyor. Fakat “bildiğiniz gibi” dediğiniz zaman metninizi okuyan insan eğer bahsettiğiniz konuyu bilmiyorsa onu dışarıda bırakmış oluyorsunuz. Bir de üstüne sizin metninizi okuma şevki kırılmış oluyor.
Diğer yandan da konu ile ilgili aynı şeyleri bilmiyor olabilirsiniz, bu ihtimali de göz ardı etmeyin. Bir alanda savunuculuk yaparken en başta yanınızda durmasını istediğiniz insanlara üzerine çalıştığınız konuyu açık ve net bir şekilde anlatmanız gerekir. Bilmediğini, bilmemesinin bir olasılık olduğunu hesaba katarak başlamalısınız.
*Pınar İlkiz – Pikan Ajans İletişim Geliştirme Direktörü
Bizi Takip Edin