Sosyal Çürüme Örneği Olarak, Hayvanlara Katliam Tartışmaları…
Bir yanda, sokakta yaşayan sahipsiz hayvanların toplatılarak öldürülmesi yönünde radikal bir değişiklik önerisi, diğer yanda ise bu hayvanların haklarının korunması gerektiğini savunan güçlü bir kamuoyu var. Adeta kanun koyucular ve uygulayıcılar verecekleri kararın yönünü belirlemek için hangi görüşün daha yüksek sesle temsil edileceğini ya da baskın geleceğini bekliyor gibiler.
Son birkaç yıldır, ülkenin gündemini meşgul eden sokak hayvanları olgusu, bir sorun olarak, aşırı popülasyon artışı iddiaları, insan ve çevre sağlığı açısından yarattığı zararlar ve kuduz hastalığı riski gibi konular üzerinden tartışılıyor. Tartışma donelerinin konunun birçok farklı boyutunu kapsar seviyede üretilmiş olması, çözüm aşamasına gelindiği anlamını taşımıyor. Ayrıca, bu kadar ateşli tartışmalara gerçekten ihtiyaç olup olmadığı, kamuoyunun bu konuyla yoğunlukla meşgul edilmesinin gerekliliği de başka bir boyut olarak ön plana çıkıyor.
Bu yazıda, tamamen göz ardı edilen bir hususla durum tespiti yaparak konuya bir giriş yapmanın daha pratik bir tartışma zemini tesis edeceği öngörüldü. Öncelikle kamuoyundaki sokak hayvanları tartışmasında konu hakkında bilgi sahibi olan ve olmayan tüm kesimlerin belirsiz bir problem için çözüm önerileri ortaya atması ‘söz konusu’ problemin tanımlanması bir yana çözümünü imkânsız hale getiriyor.
Halihazırda, iddia edilen problemlerin çözümünü öngören hayvanların çevrede ve sosyal hayatta insanlarla ilişkilerini düzenleyen ‘tabi ki geliştirilebilir’ bir Hayvanları Koruma Kanunu mevcuttur. 5199 sayılı Kanun, “sahipsiz hayvan” tanımlamasıyla bu hayvanların korunması, bakılması ve gözetimi için yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını düzenlemekte ve hayvanların rehabilitasyon merkezlerine götürülmesini öngörüyor.
Hayvan Sevenler ve Hayvan Sevmeyenler Karşıtlığının Ötesi!
Bu merkezlerde ise, söz konusu Kanun’un ilgili maddeleri, bu hayvanların kısırlaştırılıp, aşılanıp, rehabilite edildikten sonra alındıkları ortama geri bırakılmalarını esas alır. Tartışmalarda bu Kanun’a neredeyse hiç referans verilmemektedir. Kamuoyunu meşgul eden iki karşıt görüş birbirine sanki bilinçli olarak kırdırılmaktadır.
Bir yanda, sokakta yaşayan sahipsiz hayvanların toplatılarak öldürülmesi yönünde radikal bir değişiklik önerisi, diğer yanda ise bu hayvanların haklarının korunması gerektiğini savunan güçlü bir kamuoyu var. Adeta kanun koyucular ve uygulayıcılar verecekleri kararın yönünü belirlemek için hangi görüşün daha yüksek sesle temsil edileceğini ya da baskın geleceğini bekliyor gibiler.
Bunun yanı sıra, tartışmanın oturduğu zemin, toplumsal iyi oluş açısından oldukça tehlikeli bir mahiyette tezahür ediyor. Tartışmanın uç tarafları ya da baskın iki grup hayvanseverler ya da hayvan ‘sevmeyenler’ olarak kategorileşmektedir. Bu da şu şekildeki değerlendirmeleri normalleştiriyor: Sanki hayvanseverler hayvanları sevdiği için ve bu onların tercihleri olduğu için hayvanlar var olabilirler ve sokakta yaşayabilirler ve eğer onların sesi yüksek çıkarsa ve argümanları ağır basarsa hayvanlar hayatta kalabilecek.
Ya da tam tersi, hayvan ‘sevmeyenler’ hayvanları istemediği ve/ya onlardan korktuğu için ya da onların pis olduklarını ya da çevreye zararlı olduklarını düşündükleri için hayvanlar öldürülebilir, hayvan sevmeyenlerin istemedikleri yerlerde ve bölgelerde yaşayamazlar, var olamazlar.
Tartışmaya sağlıklı bir bakış açısı getirebilmek için öncelikle hayvanların haklarının farkında olmak, onların var olmasının ve özgürce yaşamalarının insanların görüşleri, siyasi pozisyonları, hayata bakışları, ya da hayvansever olup olmadıklarından bağımsız olduğu gerçeğini anlamak gerekir. Bunu anlamanın da ötesinde, 5199 sayılı Kanun’un 4. Maddesinin A bendi ile de bundan tam 20 yıl önce bütün hayvanların eşit doğduğu ve yaşama hakkına sahip olduğu; sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamlarının desteklenmesi gerektiği tescillenmiştir.
Konuyu sağlıklı olarak değerlendirebilmenin bir ön koşulu da bu konunun gündeme getiriliş biçimindeki tutarsızlıklar ve açıklanamayan bazı hususların varlığıdır. Bu hususlar ışığında sokak hayvanları tartışmasının çok boyutlu analizleri anlam kazanacaktır. Aksi takdirde konu ve ilgili sorunların anlaşılması güçleşecek ve sorunun çözümü aranmaktan ziyade soruna ya da konuya taraf olma eğilimi gösterilecektir.
Karşıt Görüşlerin Çatışması
Uzun yıllardır, 5199 sayılı Kanun uygulanmamakta, Kanun’u çıkaran siyasi partinin hala iktidarda olmasına rağmen söz konusu Kanun’unun yaptırımları uygulanmakta, kanuna uyanlar ve savunanlar “hayvansever”, kanuna uymayanlar, hayvanları öldürenler ve bunlara işkence yapanlar “hayvan sevmeyenler” olarak nitelendirilmektedir.
Çünkü, cürüm hayvan sevmemek olarak değerlendirilmekte ve kabul edilebilir bir tercih olarak algılatılmaktadır.
Eğer hayvanları dünyada haklara sahip olan canlılar olarak ele alacak olursak, hayvanlara karşı her türlü suç işleyenleri, katil ve saldırgan olarak sınıflandırarak kanunda öngörülen cezaları uygulamak, eğer bu cezalar yetersiz ya da yeteri kadar caydırıcı değilse bu cezaları artırmak gerekirdi. Aynı husus, hayvanlara karşı işlenen suçları önlemek için kurulmuş olan adli kolluk kuvveti HAYDİ için de geçerlidir.
Yasayı uygulamak için oluşturulmuş polis kuvveti bile hayvanlara karşı işlenen suçlar için etkili olamamaktadır. Çünkü, cürüm hayvan sevmemek olarak değerlendirilmekte ve kabul edilebilir bir tercih olarak algılatılmaktadır. Bu tartışmaların şiddeti arttıkça, nefret söylemi ve dezenformasyon da yaygın hale gelmektedir.
Özellikle sosyal medya platformlarında, sahipsiz hayvanların saldırgan olduğu, kuduz hastalığı taşıdığı ve insanlara zarar verdiği yönünde paylaşımlar yapılmaktadır. Bu tür söylemler, kamuoyunda korku ve öfke yaratmakta ve sokak hayvanlarına karşı olumsuz bir tutum geliştirilmesine neden olmaktadır. Bu durum, toplumda hayvanlara yönelik şiddeti ve kötü muameleyi artırma riski taşımaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken asıl nokta göz ardı edilmektedir. Madem, toplumun büyük kesimi bu durumdan son birkaç yıldır mağdur ve mustarip idi, mevcut yasa neden uygulanmadı ve şu an düşünülen çözüm daha önce yasalaştırılarak uygulanmadı?
5199 Sayılı Kanun Yok Gibi Davranılıyor!
Sokak hayvanlarının dolaylı olarak kazalara yol açtığı ve ölümlere sebep olduğu doğrudur. Ancak istatistiki olarak değerlendirildiğinde sorunların ve yaşanan olayların köpürtüldüğü kadar olmadığı, 5199 sayılı Kanun’un sahipsiz hayvanlar için öngördüğü düzenlemeler dikkate alındığında, yerel yönetimlerin bölgesel ve noktasal müdahaleleri ile tüm problemlerin kısa sürede ortadan kaldırılabileceği açıkça görülebilecektir.
Hayvan hakları mücadelesinin siyaset üstü olduğu iddiası, yukarıdaki göstergelerin ışığında sağlıklı bir zemine oturamamaktadır
Adeta, hayvan katliamını savunan siyasi parti lider ve yöneticileri ile milletvekillerinin açıklamalarından ve demeçlerin de anlaşılacağı gibi, söz konusu Kanun yokmuş gibi davranılmaktadır. Ayrıca, sahipsiz hayvan popülasyonunu kontrol altına almak için kapsamlı bir çerçeveye sahip olan 5199 sayılı Kanun’un neredeyse hiç uygulanmamış olması ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmemesine rağmen, doğrudan en son çare olan hayvan katliamına adım atmak ne kadar makul bir harekettir? Hayvan hakları mücadelesinin siyaset üstü olduğu iddiası, yukarıdaki göstergelerin ışığında sağlıklı bir zemine oturamamaktadır.
Hayvan Karşıtlığının Zemini ve İddiaların Temellendirilmesi Problematiği
Hayvana şiddet, bunların öldürülmesi ve bunlara işkence edilmesi ve bu eylemleri yapan şahısların ceza almaması, toplu hayvan katliamlarının bugün ortaya çıkmadığı aslında tarihimiz boyunca devam ettiği unutulmamalıdır. Ancak, bugün topluma örnek teşkil etmesi gereken ve kanaat önderi olarak hareket etmesi beklenen siyasiler, kamu görevlileri, basın mensupları, sanatçılar ve tanınmış kişiler tek ağızdan katliam çağrıları yapmaktalar. Bu katliam yasalaştırılmasa bile bu tartışma ve kutuplaşma süreci tam anlamıyla bir sosyal çürüme örneği olarak tarihe geçmiştir.
Sosyal çürümenin yanı sıra, muhafazakâr ve kültürel değerlere bağlı olduğunu iddia eden bir siyasi partinin bu katliam karşısında bayrak gemisi olması ise tam bir kültürel tutarsızlık örneğidir. Aslında çok kolaylıkla 5199 sayılı Kanun’un kati suretle uygulanması sağlayarak, HAYDİ biriminin etkinliğini artırarak ve yerel yönetimlere yaptırımlar uygulayarak popülasyon kontrolünün sağlanması tüm sorunları etkili bir şekilde ortadan kaldıracaktır.
Bizi Takip Edin