‘Mücadeleye Karşı Direncimiz Hiçbir Zaman Yok Olmayacak!’
10 Aralık İnsan Hakları Günü için İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD) Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Özlem Yılmaz ile insan haklarının kavramsal olarak nasıl tanımlanması, hak ihlali denilince nelerin üzerinde durulması gerektiği ve mücadele yol ve yöntemleri üzerine konuştuk. Yılmaz, insan hakları mücadelesinin hep zor olduğunu ve olacağını ancak kendilerinin bu mücadeleye karşı dirençlerinin hiçbir zaman yok olmayacağını söylüyor.
İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD) hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
2003 yılında İzmir’de kurulan İHGD, ulusal ve uluslararası alanda faaliyet göstermek üzere, Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen insan hakları savunucularının katılımı ile insan haklarının her türlü siyasi ideoloji ve dünya görüşünün üzerinde bir değer olduğunu kabul etmekte, hakların ilerletilmesinin ancak sorunların kaynağına ilişkin gerçek bir kavrayışın geliştirilmesi ve somut çözüm önerilerinin uygun taktik ve stratejiler kullanılarak hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğine inanmaktadır.
Her türlü şiddeti kategorik olarak reddeden derneğimiz, hak ihlallerinin temel failinin devletler olduğunun bilincinde olmakla birlikte, silahlı muhalif gruplar tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerine de eşit derecede karşı durmaktadır. Failini ya da mağdurunu dikkate almaksızın tüm hak ihlallerini hedef alan İHGD, bağımsız ve tarafsız duruşuyla kamu vicdanını hak ihlallerine duyarlı kılacak, toplumun örnek alabileceği bir model oluşturmayı amaçlamaktadır.
Temel insan hakları tanımını nasıl yapıyorsunuz, hakların ilerletilmesi konusunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Temel insan haklarını tanımlamak biraz zor onun yerine neler insan haklarına dairdir, onu açıklamak gerekir, hatta insan hakları kavramının gelişimi ile beraber bu soruyu yanıtlamak daha doğru olur. İnsan hakları mücadelesi aslında demokratik haklar ve yurttaşlıkla bağlantılı olarak başlayıp sonrasında evrilen bir mücadele o yüzden ilk kişisel, medeni haklar üzerinden başlıyor yani kişi özgürlüğü, ifade özgürlüğü, işkence görmeme özgürlüğü, yaşam hakkı gibi haklarla temelleniyor. Uluslararası sözleşmelere dökülmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk geliyor ama ondan önce Fransız Devrimi, İngiliz Bildirgeleri ile bu haklar yavaş yavaş belgelere taşınmaya başlıyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden sonra, 1950’lerde ona eş bütün dünyayı kapsayan değil ama Avrupa sisteminin de bir insan hakları mahkemesi oluşturuldu. 1960’ların sonlarına doğru ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da insan hakları kavramı içerisinde tanımlanmaya başladı. İnsan hakları kavramsal anlamda genişlemeye başlıyor ve sonraki dönemde çevre hakkı, dayanışma hakkı, barış hakkı gibi haklar devreye giriyor. Aslında haklar, sürekli böyle bir değişim içinde. Günümüzde bir yandan ifade özgürlüğünün fikri ve sınai haklar ile bağlantılandırılması var, öte yandan pandeminin yarattığı sağlık hakkına erişim konusunda hakların ilerletilmesi gerekliliği var, bir yandan küreselleşme ile ilgili olarak dünyanın farklı yerlerinde gelir durumu çok farklı olan insanların yaşadığı derin yoksulluk durumu var. Eskiden çevre hakkı olarak tanımladığımız hakları da artık küresel iklim krizine bağlıyoruz ve daha farklı tanım getiriyoruz yani haklara ilişkin mücadeleler de değişmeye başladı.
Hak ihlallerinin faillerini nasıl tanımlıyorsunuz ve İHGD olarak hak ihlallerine karşı ne şekilde müdahil oluyorsunuz?
İnsan haklarının ilerletilmesi konusunda teorilerde de değişiklikler oluyor zaman zaman artık silahlı grupların da hakları ihlal ettiği ileri sürülebiliyor, özellikle çatışma bölgelerinde çocukların savaşa katılması açısından değerlendirilen bir şey bu. Zaman zaman kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devlet, yargı olarak ya da müdahale edebileceği halde müdahale etmeyerek, örneğin bir erkeğin bir kadını öldürmesinde kadını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmeyerek de insan haklarını ihlal etmiş olur. Yalnızca devletin birisini öldürmesi, işkence yapması, birisini uzun süre tutuklu tutması değildir ihlal, kırılgan grupların mağduriyeti halinde de adaletin yerini bulmasını sağlamak, zararını telafi etme ve bunun için adaletin yerini bulmasını sağlamak gerekmektedir.
Hak ihlallerine ilişkin müdahillikte biz İnsan Hakları Derneği gibi bireysel başvurulara cevap verebilecek kadar üyesi çok olan bir dernek değiliz ama şunu yapıyoruz ağırlıklı olarak uzun yıllar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve uluslararası sözleşmelerin iç hukukta uygulanmasını çalıştık. Bu anlamda çok sayıda avukatla çok sayıda eğitim yaptık. Bu dönemde bazı toplumsal davalarda müdahil olduk, örneğin, Büyükada davasında müdahil olduk çünkü üyelerimizden ikisi tutuklanmıştı, Tahir Elçi davasına müdahil olduk çünkü Tahir Elçi öldürüldüğünde bizim üyemizdi, onun dışında örneğin HDP’ye saldırı ve Deniz Poyraz davasında aktif görev alacağız, zaman zaman travestilere, transseksüellere olan saldırılarda Genç LGBTİ+ gruplarla dayanışmamız oluyor; bazen dava izleme şeklinde bazen de aktif şekilde davanın avukatlarına destek vererek oluyor. Her mağdurun bireysel başvurusunu alabilecek kadar kapasitede bir dernek değiliz ancak dayanışmanın geliştirilmesini çok önemsiyor ve bunun çerçevesini İzmir’de oluşturabilmek için de çaba sarf ediyoruz. Mesela, kadın dernekleri, LGBTİ+ dernekleri, engelli derneklerinin içinde yer aldığı bir ayrımcılık ağımız var bu şekilde dayanışmayı geliştirebiliyoruz. Farklı haklara ilişkin olarak ihlallerde, farklı grupların birbiriyle dayanışması çok önemli.
Türkiye’ de insan hakları alanında yürütülen çalışmalar ve karşılaşılan zorluklar, başa çıkma yöntemleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Somut anlamda insan hakları mücadelesi 1980’li yıllarda başlıyor; İnsan Hakları Derneği 1986’da kuruldu ve özellikle Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetler, köy yakmalar gibi ağır ihlallere odaklı çalışmalarla başladı ve yine işkencenin yoğun olduğu dönemlerde 80’lerden kalma tabip odalarının bazı çalışmaları vardı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı kuruldu; TİHV işkence mağdurlarına hem rehabilitasyon desteği hem de ihlallerin raporlamalarını yapıyor. Bu iki örgüt, temel çalışmalarda aktif rol alan örgütler. Onların dışında hukukçu kuruluşları var; Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği’ni örnek verebiliriz bu dernekler daha çok yargılamalarda ki ihlaller üzerine çalışıyorlar ve pratik olarak dava takibi yapıyorlar. Hakikat Merkezi, Eşit Haklar Derneği de önemli çalışmalar yapıyor. Aslında Hrant Dink Dink Vakfı da çok önemli işler yapıyor. Onun dışında çok iyi çalışmalar yapan feminist örgütleri var.
Hak savunuculuğu sadece dernek ya da örgütler üzerinden olmak zorunda değil; bireysel anlamda da aktivist olan ve insan hakları çalışmalarına çok ciddi katkısı olan insanlar var ama son dönemde insan hakları savunuculuğu zorlaşmaya başladı; bunu 15 Temmuz sonrasında daha yakıcı olarak hissettik; üzerimizdeki baskı giderek artmaya başladı. Darbe sonrası mesela çocuk hakları ile ilgili çalışmalar yürüten Gündem Çocuk Derneği kapatıldı, insan hakları savunuculuğu yapan insanların bir kısmı yine kanun hükmünde kararnamelerle görevlerinden ihraç edildi, bir kısmı tutuklandı bir kısmı gözaltına alındı. Özgür Gündem Gazetesi’nin macerasını biliyorsunuz, sadece basın organında nöbet tutan insan hakları savunucuları yargılandılar; bunlar arasında olanlardan biri de şu an Türkiye Tabipler Birliği Başkanı olan Şebnem Korur Fincancı. Yani bir yandan temel yargılama, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıyla düşüncenizi ifade etmekten korkmaya başlamanız ve sonra tutuklanma korkusu yaşanmaya başladı. Ayrıca insan hakları hareketine pandemi döneminde sağlık gerekçesi ile kısıtlamalar yapıldı ancak bunun halk sağlığı tedbirleri kapsamında olduğunu düşünülmesine engel olan parti kongrelerinin yapılmasına, oralarda insanların dip dibe olmasına izin verildiğine şahit olduk. Bizler bu dönemde çevrimiçi programlar yapmaya başladık, şimdi de hibrit modeller uygulayacağız, katılımcılarımız, imkanlarının elvermesi durumunda yüz yüze katılım sağlarken bir kısmı da çevrimiçi katılım sağlayabilecekler. Ama elbette bir arada olmanın çok daha etkili, dayanışmayı destekleyici olduğunu düşünüyorum.
Yaptığımız çalışmaların, özellikle eğitim çalışmalarının etkilerini ölçmek için değerlendirme formları kullanıyoruz ve eğitim verdiğimiz katılımcılarla yeniden bir araya gelebileceğimiz çalışmalar planlıyoruz bu şekilde kurduğumuz bağları geliştirmeye gayret ediyoruz.
İnsan haklarının ihlallerinin önlenmesine ilişkin neler yapılabilir?
İnsan hakları krizini çözmeye yönelik bir dizi toplantı, Ege İnsan Hakları Okulu’nda gerçekleşmişti, zaman zaman ihraç edilen akademisyenlerle bir araya geldik, öncelikle hukuk fetişizminden çıkmak gerekir, hukuk sadece kanunların uygulanması demek değil; kanunlar tamamen bizim aleyhimize olabilir. Hukuk dışındaki başka disiplinlerle insan hakları alanında çalışmak gerekebilir; psikoloji, sosyoloji, felsefe, siyaset bilimi olabilir. Bu alanı geliştirmekte örgüt içi demokrasiyi geliştirmek de çok önemli; insan haklarına ilişkin çalışan örgütlerde bile zaman zaman demokrasinin tam olarak geçerli olmaması durumu ile karşılaşabiliyoruz.
Başka önemli bir konu olan küresel iklim krizine de dikkat çekmek gerekiyor. Yani dünyayı kurtarmak için artık demokrasi yeterli olmayacak, başka bir model tasarlamak gerekiyor. Farklı yöntemler kullanılmadan derin yoksulluk, suyun azalması, salgın hastalıkların olması farklı mültecilik durumları yaratacak; bu nedenlerle 1960’ların gençleri gibi dünyayı değiştirme hedefine doğru dönüp başka şeyler tartışmamız gerekiyor. Tabii şu da var gündem o kadar yoğun ki insan hakları savunucuları her konuya yetişmekte zorlanabiliyorlar, eskiden bu kadar çok şeyden haberdar olmuyorduk belki şimdiki kadar çalışıyorduk ama bu kadar çok ihlalden aynı anda haberdar olmadığımız için daha farklı çalışmalar yürütebiliyorduk. Bu durumun baş edilmesi zor bir durum olduğunu kabul ediyorum ancak alternatif yöntemlerin geliştirilmesiyle mesajımızın daha geniş kitlelere ulaşacağına inanıyorum mesela okullarda Vatandaşlık Dersine ek olarak İnsan Hakları Dersi olacakmış; biz geçmişte sendikalarla işbirliği yaparak insan hakları dersi verecek öğretmenlere yönelik atölye çalışmaları yapmıştık. Bazen çalışmalar tıkanabiliyor; bunu ancak sahada olarak, dayanışmayı güçlendirerek, sözümüzün daha geniş kitlelere ulaşmasına gayret ederek aşabiliriz. Bunun için yerel yönetimlerle, belediyelerle daha yoğun çalışmalar planlamanın ve gençlere ulaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu mücadele hep zor oldu, hep zor olacak ama bizim de bu mücadeleye karşı direncimiz hiçbir zaman yok olmayacak!
Bizi Takip Edin