“Türkiye’de Hukuk Hızlı Çözümler Üretmiyor”
İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği Kurucu Başkanı da olan Avukat Sedef Erken, siyaset ve sivil toplum ilişkilerini, engelli hakları başta olmak üzere sosyal politikalar alanındaki gözlemleriyle değerlendiriyor. Sivil alanın toplumsallaşamamasının tarihsel, sosyolojik ve özellikle de hukuk sistemi ile ilgili sebepleri olduğunu belirten Erken, sorun yaşayan ve buna dair hızlı çözümlere ihtiyaç duyanlar için hukukun çözüm üretemediğini kaydediyor.
Siyaset temsilcileri, sivil toplumun engelli politikaları başta olmak üzere sosyal politikalardaki birikimini neden kullanmıyor?
Birden çok sebebi var. Biraz arz-talep meselesi. Toplumun siyasetten, devlet, iktidar ya da muhalefetten beklentisi belirliyor bunu. Sivil topluma katılım oranı ile çok ilgisi var. Sivil toplumun temsiliyetini sembolik görüyor kamu yönetimi çoğu zaman. Çünkü taleplerin arkasında büyük bir kitle var mı yok mu diye bakıyor. Sivil topluma katılımın düşük olduğundan dem vuruyoruz. Bu oranlarda kaldığımız sürece götürdüğünüz çalışmaların hepsi, sanki teknik birer rapormuş gibi arşivlere kaldırılıyor. Çünkü arkasında gerçek bir toplumsal talep ve hatta buna tırnak içerisinde baskı da diyebiliriz, yok. Toplumsal baskı kamuoyu baskısı olmadan devlet gibi büyük sistemlerin kıpırdaması kolay değil. Türkiye’de son yıllarda siyaset çok popülist bir durumda. Hatta siyaset magazini diyebileceğimiz bir yaklaşım var. 13 yıldır iktidar ve muhalefet partilerine engelli alanıyla ilgili önlemleri önceden çalışmanın gerekliliğini anlatmaya çalışan biri olarak şunu söyleyebiliyorum ki, iktidar değişse bazı şeylere sıfırdan başlamak zorunda kalacağız. Çünkü muhalefet partilerinin de sosyal politikalar konusunda teknik bilgisi yeterli değil. Sahaya dair gerçek çalışmaları yok maalesef. Özetle bunların tamamını birbiriyle ilgili konular olarak görüyorum.
Sivil topluma katılımın düşüklüğü, engelli veya otizmli çocukların ailelerinin sivil alandaki mücadeleye katılmayışının sebebi nedir sizce, ya da niye toplumsallaşamıyor?
Bunun tarihsel, sosyolojik ve özellikle de hukuk sistemi ile ilgili pek çok sebebi var. Ama çok temel olarak şunu söyleyebiliriz; hayatında sorunlar olan ve bunlara dair hızlı çözümlere ihtiyaç duyan kişiler için Türkiye’de hukuk bir çözüm getiremiyor. Ben kendi hayatımdan örnek vereyim. Oğlum lise çağına geldi. Onu MEB sistemi üzerinden bir okula kaydetmeye çalışsam ve kabul edilmese ya da kağıt üstündeki hakları uygulanmasa, okul yönetimi talepleri karşılamasa bunu dava konusu yapsam, ayrımcılık ya da idari dava 3-5 yıldan önce sonuç alamayacağımı biliyorlar, ben de biliyorum. Dolayısıyla yaptığımız bu tür başvurular o kişiler için herhangi bir risk teşkil etmiyor. Ne bulundukları konum açısından risk teşkil ediyor ne oradaki sistemin yasalara aykırı bir biçimde yürütülmesi açısından bir risk teşkil ediyor. Şimdi bunu gören bir kişiye çözümü hukukta ara diyemiyorsunuz. Hukukta çözüm bulamayan sivil toplum çalışmasına niye katılacak? Belki siz ona anlık başka bir çözüm üretebilirsiniz diye. Ancak sayı olarak size talepte bulunanlar sivil toplum olarak gücünüzü aşacak sayıda. Bunun için ancak kamu el atarsa çözüm üretilebilir. Böyle olunca çözüm vaat etmeyen sivil topluma yatırım yapılmıyor. Ailelerin korkuları da var. Diyorlar ki mevcut uygulamalara itiraz edersek başımıza bir şey gelebilir, bir zarar gelebilir. Hayır olmaz diyemiyorsunuz. Çünkü bunun örnekleri de var. Özetle her yönüyle kısır bir döngü içindeyiz.
Burada siyasete, sivil topluma alan açmasına ya da sivil alanın genişletilmesine katkı sunması noktasında önemli bir rol düşüyor. Ama o rolü yerine getiremiyor, bunda siyasetin kendi içinden kaynaklanan sorunlar neler size göre?
Siyasi partiler yasasından, sivil anayasa yapamamış bir ülkede olduğumuzdan başlayabiliriz. Sivil toplumun amacı toplumda var olan bir takım ihtiyaçları, sorunları, çözüme dair önerileri, karar noktalarına ulaştırmak, belli bir temsille iletmek. O karar noktalarıyla etkileşim içinde olmak. O etkileşimden toplumsal bir siyaset üretmek. Siyaset alanında sadece yönetici pozisyonundakilerle değil tabanın bütün yansımalarını iletebileceği bir ortamda olmalı. Çünkü masa başında yaptığınız herhangi bir proje sahaya uymayabilir. Sahayı uzaktan gözlemlemek, kemikleşmiş sorunları görememek demek. Siyasi partiler yasası, Türkiye’de sivil toplumdan kişilerin siyaset içine girmesine imkan bir durumda değil. Siyasetteki muhalefet partileri dahil herkesin şikayet ettiği, başkanın adamları, kadın kontenjanı, engelli kontenjanı gibi artık kabul edilmiş durumlar var. Ben elimizdeki bilgileri ulaşabildiğim herkese ulaştırmaya çalışıyorum. 13 yıldır ilettiğim bilgilerden sonra bana dönüp sizin ilettiğiniz çalışmalardan şöyle bir öneri çıkardık, ya da şöyle bir çalışma yaptık diyen çıkmadı. Dolayısıyla sivil toplum ‘kendi başına bir şeyler yapmaya çalışan bir grup insan gibi’ görülüyor siyaset tarafından benim anladığım bu. Çünkü söylenenle yapılan çok farklı. Yani gittiğiniz konuştuğunuz zaman size sürekli ‘çok haklısınız’, ‘iktidar bunları yapmıyor, biz iktidar olsak yaparız’ deniyor. Bunu çok yüzeysel bir yaklaşım olarak buluyorum. Özetle siyaset kendi içinde demokratik bir işleyiş oluşturmazsa, sürekli bir adam ve etrafındakiler şeklinde yönetimler kurarsa toplumsal talepler noktasında bir çözüm beklemek zor.
Devlet bunu arttırsın demek bir talep değil aslında. Devlet bunu ne kadar arttırsın, attırınca ki maliyet nasıl karşılanacak, bütçeyi nerden ayıracak, arttırmanın çözüme katkısı ne? Kısacası bu konudaki tüm alanların önceden çalışılması lazım. Tabandan desteklenen, götürdüğü önerilerin uygulanabilirliğini çalışan bir sivil toplum ve bunu anlayıp geliştiren, çözüm üreten bir siyaset yapısı…
Peki şartlar uygun olsa yani müzakereye, birikimi değerlendirmeye açık siyaset mekanizmaları olsa sivil toplum açısından durumu nasıl değerlendirirsiniz? Böyle bir hazırlık, perspektif var mı sivil toplumda?
Öncelikle şunu belirteyim tüm sivil toplumu kapsamıyor benim cevaplarım, kendi alanımla, gözlemlerimle ilgili söylüyorum. Sınıfta kalırız. Çünkü sivil toplumda birbirilerinin çalışmalarını yeterince desteklemek, yaklaşımlarını dinlemek, amaca uygun olarak birlikte hareket etmek yerine iç rekabet gibi sorunlar var. İkincisi de dersini tam çalışmamak, durumu var. Sadece taleplerle gitmek o taleplerin maliyetlerini çalışmamak. Konuyla ilgili çapraz kesen konuları çalışmamak, kendi talebinin maliyetinden dahi haberdar olmamak. Örneğin engelli çocukların rehabilitasyonu, hakları grup eğitimleri 12 saat devlet bunu 20 saate çıkarsın. Devlet bunu arttırsın demek bir talep değil aslında. Devlet bunu ne kadar arttırsın, attırınca ki maliyet nasıl karşılanacak, bütçeyi nerden ayıracak, arttırmanın çözüme katkısı ne? Kısacası bu konudaki tüm alanların önceden çalışılması lazım. Tabandan desteklenen, götürdüğü önerilerin uygulanabilirliğini çalışan bir sivil toplum ve bunu anlayıp geliştiren, çözüm üreten bir bir siyaset yapısından, örnek bir modelden bahsediyoruz. Böyle birşey henüz yok Türkiye’de…
Engelli alanıyla ilgili kamu veya yerel yönetim açısından düşündüğünüzde hangisi müzakereye daha açık?
Yerel yönetimlerin biraz daha motivasyonları var. Çünkü belediye başkanları kendi bölgesinde bir yatırım yaptığında desteğinin artması noktasında iyi bir hareket olduğunu biliyor. Burada sıkıntı şu taraftan kaynaklanıyor. Küçük yatırımları yerel yönetimin yapması mümkün ama daha genel çözümlerde yerel yönetimlerden çok birlikte tasarlanmış bir model gerekli. Bir süredir görüyoruz yerel yönetimler engelli merkezleri açıyor. Ama bu merkezin amacı ne, ne üretilecek, hizmet alacak kişilerde eğitimsel gelişme görüyoruz, uzman çalışıyor mu, bunu ne kadar sürdüreceğiz. Bunlara cevap bulmak güç. En başa dönersek çalışılmış, planlanmış bütünlüklü sosyal politikalar yoksa yerel yönetimlerin attığı hamleler çok güçsüz kalıyor. Bu tip merkezlerle hizmet almaya giden küçük bir grubun dönemsel ihtiyaçları karşılanıyor. Ama tek başına meseleyi çözmüş olmuyor.
Engelliler konusunda çözülmesi gereken sorunlar noktasında siyaset ve sivil alanın çalışmalarıyla ilgili gözlemleriniz neler?
Türkiye’de engellilerle ilgili çözülmesi gereken iki önemli konu var, eğitim ve istihdam. Çünkü Türkiye’de engellilerin sadece yüzde 9’u okullaşmış ve yüzde 10’u istihdama katılıyor. Bu şu demek, onların dışındaki herkes evde hapis. Evde hapis olanların bir kısmı için merkez açıp, boyama, bir iki galoş diktirmek iyi bir düşünce ama çözüm demek mümkün değil. Türkiye’de kağıt üzerinde engelli istihdamı kotası var. Ama buna uygulamayana para cezası veriliyor, bu da parasını ödeyen için istihdam sağlama zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Bunun kaldırılması gerek. Sadece zorunluluk demek yerine engelliler neden istihdam edilmiyor, nasıl sağlanabilir bunlar için çözümler üretilmeli. Ara ara böyle alevlenmeler görüyoruz. ‘Engelliler için şunları yapacağız” vs. Genelde seçim dönemleri oluyor bunlar. Bu iktidar için de böyle, muhalefet partileri için de. Sonra sönümleniyor, unutuluyor. Sivil toplum da çıkıp hani bunları yapacaktınız demiyor. Çünkü böyle bir mekanizması yok onun da. Ne yapılmayan işler noktasında ne de verilen sözler noktasında birlikte hareket edip yaptırım uygulamak gibi bir mekanizma yok. Dolayısıyla zaman zaman seçim öncesi engelliler bir oy deposu olarak görüp bu şekilde vaatler verilerek oyalanıp duruluyor yıllardır. Benim gözlemim bu.
Bizi Takip Edin