“Sorun İyice Toplumsallaştığı İçin Çözümün de Toplumsal Olarak Sahiplenilmesi Gerekiyor”
Bilkent Üniversitesi'nden Doç. Dr Çerağ Esra Çuhadar ile, çatışma çözümü perspektifi üzerinden Filistin meselesini konuştuk. Çatışma çözümü ve kapsayıcı barış alanında uzmanlaşan ve ABD Barış Enstitüsü'nde kıdemli uzman olarak da görev yapan Çuhadar, son haftalarda yaşananlarla sürecin farklılaştığını ve sorunun daha toplumsallaştığını belirterek, çözümün de toplumsal olarak sahiplenilmesinin önemine vurgu yapıyor.
Çatışma çözümü perspektifinden veya bu alanda çalışanlar Filistin meselesini arka plan ve köken olarak nasıl tanımlıyor?
Bu meseleyi temel olarak kemikleşmiş bir çatışma (intractable conflict) olarak tanımlıyoruz. Ne tür çatışmalar bunlar? Çok uzun süre devam eden, çeşitli müzakere, arabuluculuk girişimleri olmasına rağmen defalarca başarısızlığa uğramış olan, yapısal eşitsizlik, şiddetin kurumsallaşmış olduğu ve her gün göründüğü, değer yargıları veya kimlik ekseninde giden ve birden fazla şiddet sarmalının yaşanmış olduğu çatışmalar… İsrail-Filistin çatışması da bu koşulların hepsini karşılayan ve çözümü çok zor çatışmalardan biri.
Meseleye yönelik bakış, hem taraflarca hem de uluslararası kamuoyu açısından farklı… Bu sorunun çözümünü zorlaştıran bir konu diyebilir miyiz?
Bundan yaklaşık 13-14 yıl önce bir barış inşası projesi kapsamında hem Filistinli hem de İsrailli çatışma çözümü alanından kişilerle görüşmeler yaptım. İlk sorularımdan birisi şuydu, ‘bu çatışmanın kökeninde siz ne görüyorsunuz?’ Filistinliler, önce işgal, sömürgecilik, Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi, göçe zorlanması vs gibi işgal politikalarına ve yapısal şiddet unsurlarına vurgu yaptı ve bunlar sürdükçe çatışmanın süreceğini söylediler. İsrailler ise, karşılıklı önyargılar, eşitsizlik, ayrımcılık gibi sebepler saydılar. Bu, tarafların olayı ne kadar farklı teşhis ettiğini ne kadar farklı gördüğünü ortaya koyuyor.
Bu mevzu çatışma çözümü alanında şöyle önemli. Her şey sorunu nasıl teşhis ettiğinle başlıyor. Nasıl bir müzakere süreci yöneteceğin, hangi konuları nasıl ele alacağın, o çatışma ile nasıl başa çıkacağın bunların tümü çatışmanın en başta nasıl tanımlandığı ve çerçevelendiği ile ilgili. O araştırmada şunu fark ettik, Filistin tarafı çatışmayı işgal ve adalet sorunu olarak görüyor temelde, karşı taraf ise güvenlik sorunu olarak tanımlıyor. Konuya Filistinliler tarafından bakabilenler bile konuyu daha çok eşitsizlik boyutunda algılıyor. İsrail’in işgal politikalarının buna neden olduğunu çoğu zaman göremiyor.
“Uzun Süredir Yapılan Çatışma Yönetimi”
Bugüne gelirsek konunun ana hatları yine çatışmaların ekseninde konuşulmaya başlandı. Yani arka plan, tarihsel süreç hepsi unutuldu. Keza uluslararası kurumlar da bu şekilde bakıyor. Yani ateşkesin yapılması mevcut sorunun çözümü gibi gösteriliyor oysa bu sadece anlık bir normalleşmeden başka bir şey sunmuyor değil mi?
Sorunun kaynaklarından biri de, var olan uluslararası hukukun herkese eşit olarak uygulanmaması. Çok temel bir adalet sorunu var. Herhangi bir müzakere süreci bu temel adaletsizliğe çözüm getirmedikçe bu sorunun kalıcı bir şekilde çözümü yok. İsrail-Filistin çatışmasında şu çok konuşulur; çatışma çözümü mü, çatışma yönetimi mi? Aslında uzun süredir yapılan çatışma yönetimi. Çatışmayı çözmeye yönelik bir şey yok. Çatışmayı çözmek altta yatan temel nedenlerin ele alınmasını gerektiriyor. Bu yapılırsa ancak bugünkü gibi şiddetin ortaya çıkmasını önleyecek mekanizmalar üretilebilir. Ama bu değil çatışmanın yönetimi yapılan, yani ateşkes ile şiddetin tırmanmasını engellemek. Şiddetin geçici olarak tırmanması engellense bile buzdağının altı gibi altta yatan temel nedenler durdukça her an yeni bir şiddet dalgası yaşanabilir. Bu nedenlerin ortadan kaldırılmasına yönelik çatışma çözümü adımları ise atılmıyor. Sorunun temelinde yatan adaletsizlikler, kurumsallaşmış yapısal eşitsizlikler, insan onuruna dair çifte standart uygulamalar, hukuksuzluk ve işgal koşulları, birbiriyle rekabet eden mağduriyet üreten kimlikler vs. sürdükçe bu çatışmayı çözmek zor, sadece durumu kısa sürelerle idare edecek kadar yönetebilirsiniz. İsrail’in Körfez ülkeleriyle yaşadığı normalleşme sorunu gündemden düşürür gibi yaptı. Bu da bir çatışma çözme değil yönetme taktiğiydi. Ama bakın yine kolayca alevlendi. Uluslararası kurumlar sorunun ufak bir kıvılcımla alevleneceğini biliyor öte yandan ama o alevlenme olmadıkça kimse bir şey yapmıyor ve konu uluslararası siyaset alanına giremiyor. Yani bu sadece İsrail-Filistin çatışması için de söz konusu değil, bütün çatışmalar için böyle maalesef. Çatışma önleme mekanizmaları çok yetersiz, böyle bir zihniyet yok. Ancak çatışma tırmanınca sorun tekrar hatırlanıyor.
İki devletli bir çözümü, iki devlet olmasa da tek devletin apartheid devleti olmaması gerektiğini savunan, herkesin eşit yurttaşlar olarak yaşamasını savunan kuruluşlar var. Fakat bu insanlar ve kuruluşlar Netanyahu rejiminde inanılmaz baskıya ve yıldırmaya maruz kaldı. Wahat Al Salam/Neve Shalom gibi hala barış içinde yaşayan karışık yerleşimler var. Başka bir var olma biçiminin mümkün olduğunu göstermek bakımından önemliler.
Çatışma tırmandıktan sonra da çok ağırdan alındı, BM’nin toplanması bir haftayı buldu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eskiden daha aktif bir tutum yok muydu?
Bu durum konunun dünya gündeminde ne kadar önceliğini yitirdiğini de gösteriyor. Aslında psikolojik bir bariyer gibi de düşünebiliriz. İsrail’in bu konuyu dünya gündeminden düşürmesine ve oradaki işgali daha da normalleştirmesine katkıda bulunan iki konu var. Biri Körfez ülkelerinin İsrail’e verdiği destek, bu kaçınılmaz olarak öyle bir etki yaptı. İkincisi Ortadoğu’da çok daha acil gündemlerin yaşanması. Irak, Suriye, Yemen bunlar Ortadoğu’nun daha acil krizleri oldu. İsrail’in kendi içindeki dini ve milliyetçi radikalleşmesi, aşırı sağın yükselmesi ve güçlenmesi de bugünkü çatışmaların kaynağı. 25 yıl önce bu kesimler bu kadar güçlü değildi İsrail toplumunda.
Var olan uluslararası mekanizmalar ve bu sorunu ele alış biçimleri oldukça yetersiz. BM GK düzeyinde öteden beri etkisiz bu konuda. Ancak BM’nin sahada çalışan birimleri insani durumun bir nebze hafifletilmesine katkıda bulunuyordu mesela UNRWA. Trump zamanında bu kurumların altı da oyuldu. Başka birçok yardım kuruluşu ve STK da son yıllarda ilgilerini başka kanayan ve acil gördükleri yerlere kaydırdı. Sonuçta Filistin halkı arada hiçbir tampon olmadan tüm çıplaklığıyla işgal ve onun getirdiği adaletsizliklerle aracısız baş başa kaldı.
“Sokak ve Halklar Daha Fazla Devrede”
İsrail vatandaşı Filistinlilerin protestoları, direnişi ve yine İsrail’den toplumsal kesimlerin çatışmalarda aktif taraf olması, Filistinlilere saldırması bugünkü çatışmayı önceki süreçlerden farklı bir yere koyuyor mu?
Evet, bu seferkinde farklı bir durum var. Çatışmalar sadece Filistinli halk ve İsrailli güvenlik güçleri arasında değil, buna ek olarak iki halk arasında ve sokakta gerçekleşiyor. Aşırı sağ İsrailli çetelerin sıradan insanlara ve dükkanlara saldırganlıkları buna örnek. Karşılığında bunlara yanıt veren saldıran Filistinli çeteler de var. Yani şiddet önceki alevlenmelerden bildiğimiz Gazze’den atılan roketler ve buna karşılık veren İsrail güçleri boyutunu aştı sokakta sıradan insanların birbirinin boğazına sarıldığı bir noktaya geldi. Yine İsrail vatandaşı Filistinlilerin direnişini de önceki seferlerden daha fazla görüyoruz. Sivil itaatsizliğe başvuran Kudüs’te yaşayan Filistinli gençler Hamas’ın saldırılarından çok farklı bir yöntem seriyor gözlerimizin önüne. Son yıllarda Orta Doğu’da birçok yerde gördüğümüz gençlerin aktif katıldığı barışçıl protestoların bir benzeri.
Bu da bence İsrail’i bu son dalgada en çok korkutan şey oldu. Çünkü İsrail içindeki Arap nüfusun barışçıl direnişi alışık olmadıkları bir durum. Bu sorunda eskisi gibi Oslo’daki gibi birkaç liderin bir araya gelip kapalı kapılar ardında el sıkışmasıyla çözülemeyeceğini de gösteriyor. Sokak ve halklar daha fazla devrede. Herhangi bir çözüm önerisinde veya görüşmede yer almak isteyeceklerdir. Körfez ülkelerinin dışlayıcı çözüm arama girişimleri o nedenle satın alınmaz halk tarafından. Bu sorunun şiddet ve güvenlik araçlarıyla çözümü mümkün değil. Demin dediğim gibi sadece kısa süreli yönettiğinizi sanırsınız ama çözüm olmaz. İki tarafın da memnun olacağı müzakere ile sağlanan bir çözüm tek kalıcı yol her ne kadar şu anda mümkün görünmese de. Sorun iyice toplumsallaştığı için çözümün de toplumsal olarak sahiplenilmesi gerekiyor.
İsrail’in politikalarına içeriden de özellikle hak savunucuları, barış çalışması yapan kurumlardan tepki var. Biraz önce altını çizdiğiniz çatışmaların toplumsallaşması bu anlamda çözümün de toplumsal bir yerden kurulması, müzakerelere sivil toplumun aktif katılması gibi süreçlerin gündeme gelmesini gerektiriyor mu?
Yukarıda da söyledim iki liderin el sıkışmasıyla çözülecek bir sorun değil. Toplumsal barış için her iki tarafta da ciddi bir halk desteği olması gerekiyor. İkinci intifadaya kadar İsrail barış hareketi oldukça güçlüydü sonra maalesef dağıldı. Bunda da Hamas saldırıları çok büyük yıkıcı etki yaptı. Ama şimdi yine içeride güçlü bir hareketlilik var. İki devletli bir çözümü, iki devlet olmasa da tek devletin apartheid devleti olmaması gerektiğini savunan, herkesin eşit yurttaşlar olarak yaşamasını savunan kuruluşlar var. Fakat bu insanlar ve kuruluşlar Netanyahu rejiminde inanılmaz baskıya ve yıldırmaya maruz kaldı. Wahat Al Salam/Neve Shalom gibi hala barış içinde yaşayan karışık yerleşimler var. Başka bir var olma biçiminin mümkün olduğunu göstermek bakımından önemliler. Bir arada yaşam için çalışan yüzlerce insan var ama son on yıldır çok ciddi baskı ve yıldırma altındalar. Bunları medyada çok görmüyoruz maalesef onlar yerine Harem-i Şerif’teki yangın sırasında ağlama duvarında sevinç gösterisi yapan aşırı sağcı Yahudileri daha çok görüyoruz. Çünkü onlar basında pek yansıtılmıyor. Oysa yıllardır bu barış pratiğini sürdüren ve çabalayan grupların pozitif deneyimlerini dünyaya göstermek gerekiyor. İsrail siyasetinde daha çok güçlenen bu radikal sağ oluşumların dengelenmesi, kendilerini sınırsız güçte görmemeleri için barış kampının güçlenmesi çok önemli. Yerelde barışı ya da müzakere ortamını hazırlayacak, barışı mümkün kılabilecek koşulların oluşması için sivil toplum çalışmalarının önemi büyük. Ayrıca araştırmalardan biliyoruz ki sivil toplumum dahil edildiği barış süreçlerinde barış anlaşmalarının kalıcı olma ihtimali %65 civarında artıyor.
Çözüm için ilk önce bu çatışmanın ve çözüm arayışlarının yeniden dünya gündemine alınması lazım. İsrail içindeki barış isteyen kesimin güçlenmesi lazım. Filistin tarafında da Kudüs’teki gençler gibi sivil itaatsizlik ve barışçıl protesto yapan ve şiddete başvurmadığı için dünyanın gözünde ahlaki üstünlüğünü sürdüren Filistin halk direnişinin daha görünür olması lazım.
Kudüs’te yaşayan akademisyen Ümit Kurt, Netanyahu’yu desteklemeyen İsraillilerin de konu Filistin meselesi olunca desteklediğini belirtiyor. Bu anlamda İsrail’in içinden ses yükselmesi biraz uzak bir ihtimal değil mi?
Birçok ülkede olan bir şeydir bu. Siyaset biliminde bayrak veya lider etrafında birleşme etkisi diyoruz buna. Dışarıdan bir tehdit algısı olduğunda, korku aktive merkezi aktive olur. Bu da insanların evrimsel olarak kaç veya saldır dürtüsüne yönlendirir ve farklılıklar, hükümete karşı olan eleştiriler bir şekilde unutulur bir süre. Herkes aynı bayrak etrafında, aynı lider etrafında tekrar bir birleşme yönüne gider. Bu çok temel bir grup psikolojisidir, başka yerlerde, çatışmalarda da görüyoruz aynı dinamiği. Liderlerin de çok kullandığı taktiktir bu nedenle; lider desteğini kaybetmeye başlayınca, dış bir düşman yaratıp bununla içerideki birleşmeyi sağlamaya çalışır. İsrail’de de bu oluyor.
Çözüm için ilk önce bu çatışmanın ve çözüm arayışlarının yeniden dünya gündemine alınması lazım. İsrail içindeki barış isteyen kesimin güçlenmesi lazım. Filistin tarafında da Kudüs’teki gençler gibi sivil itaatsizlik ve barışçıl protesto yapan ve şiddete başvurmadığı için dünyanın gözünde ahlaki üstünlüğünü sürdüren Filistin halk direnişinin daha görünür olması lazım. İsrail gibi bir ordu karşısında Hamas gibi veya ikinci intifadadaki gibi silahlı örgütlerin çözüme bir katkısı yok, tam tersine İsrail içinde davalarına destek olacak ılımlıların da barışa destek vermesine engel oldular geçmiş yıllarda yaptıkları silahlı saldırılarla. Filistin halkının en büyük silahı; adaletsizliğe, eşit olmayan zor koşullarda direnen mazlum halk imgesidir. Roketler ve şiddet işin içine girince bu imgeyi siliyor bu da mücadelelerine bence büyük zarar veriyor uluslararası alanda. Dediğim gibi İsrail’in en büyük korkusu kendi içinde yaşayan Arap nüfusun hayatı durdurmasını sağlayacak bir sivil itaatsizlik eylemine girmesidir.
Esra Çuhadar Hakkında
Çatışma çözme yöntemleri ve politik psikoloji üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen olan Esra Çuhadar, doktorasını Syracuse Üniversitesi’nden 2005 yılında almıştır. Aynı üniversiteden “Uygulamalı Uyuşmazlık Çözümü” konusunda ileri düzey sertifikası bulunmaktadır. 2006 yılından beri Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi; 2016 yılından bu yana da Cenevre’deki Inclusive Peace and Transition Initiative (Kapsayıcı Barış Araştırmaları) isimli araştırma enstitüsünde kıdemli araştırmacı olarak çalışmaktadır.
Bizi Takip Edin