“Dünyayı Kadınlar Kurtarmayacak!”
‘Kadınsı değerlerin’ toplumda ve politikada vücut bulmasını beklemek yerine, cinsiyet eşitliğine dayanan bir yapı oluşturmak hedef olmalı. Böylece hem kadınların omuzlarına dünyayı kurtarma sorumluluğu yüklenmemiş olur, hem de eşitlikçi toplum gerçekleştirme yönünde yol alınabilir.
Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme haberlerinden sonra giderek daha çok dillendirilen bir deyiş var: “Dünyayı Kadınlar Kurtaracak!” Kadın hareketine destek amaçlı benzer bir deyiş de şöyle: “Kadınlar yönetseydi dünya daha iyi bir yer olurdu.”
Kadınlar olarak, eril toplumun tahakkümüne karşı bazı kavramları öne çıkarmak elbette hakkımız. Ancak patriyarkanın taşlarını yerinden oynatmak ‘kadın değerleri’ni mi yoksa olması gereken insani değerleri mi hayata geçirmekle mümkün? Geniş bir düşünce ağı oluşturabilecek bu konuya, bu yazı bir girizgâh niteliğinde olacaktır.
Eğer Dünyayı Kadınlar Yönetseydi…
Kadınlara yakıştırılan “korkak”, “çekingen”, “risk alamayan” gibi olumsuz ifadelerin yanında; “barışçıl”, “çevresini gözeten”, “bağlantıları kuran” gibi olumlu değerler de var. Toplumsal konulara kafa yoran kadınlar, olumlu kavramları yaşamlarına oturtmaktan yanadır. Hatta politikada da bu değerlere sahip feminen bir kültür geliştirmeye çalışırlar. Dünyada “siyaseti feminize etmek” kavramı da buradan gelir. Peki bu değerlere sahip feminen bir kültür nasıl geliştirilebilir?
Kadın liderlerin ihtimam etiği (care ethics) dediğimiz değerleri içselleştirip olumlu politikalar geliştirdiğine dünyada tanık oluyoruz. Örneğin, koronavirus sağlık krizini en iyi yöneten, kadınların liderliğindeki hükümetler oldu. Ülkemizde eş başkanlık prensibini getiren siyasal partilerdeki erkeklerin, bu durumun kendilerine çekidüzen vermeye yardımcı olduğunu belirtmeleri gibi, antropolojist ekofeminist akademisyen Yayo Herrera da aynı şeyi ekolojik çatı ve ihtiyaçlar zemini üzerinden açıklar. Herrera’ya göre ihtimam etiği, çevredekilerin ihtiyaçlarını önceden görmek, empatik davranmak gibi özellikleri barındırır. Ancak bu davranış biçimlerini bir cinse mal ederek kadınlardan dünyayı kurtarmalarını beklemek sorumluluktan kaçmaktır.
Güç İlişkilerine Dayanan Cinsiyet Rolleriyle Dünyayı Kurtarmak
Ülkemizde de, gerek kadınların gerekse feminist harekete destek vermek isteyenlerin ‘Dünyayı kadınlar kurtaracak’ deyişi ancak biyolojik determinizmi desteklemeye götürür ki; bu yaklaşımın faydasından çok zararı olduğu görülmüştür. Öyleyse, sırf kadın olduğu için doğuştan bazı değerleri kadına yüklemek ne derece doğru değilse, yine sırf kadın olduğu için doğru değer yargılarına sahip olmasını beklemek de aynı derecede yanılgıya götürmez mi? Örneğin, neo-liberal politikaların çıkışına ön ayak olan önemli şahsiyetlerden biri eski İngiltere başbakanı Margaret Thatcher idi. Yazar Louise Doughty, Guardian’ da çıkan makalesinde, Margaret Thatcher’ın, bulunduğu ortamlarda tek kadın olmak isteyişiyle ve diğer kadınları desteklemeyişiyle ün saldığını yazar. 1980’lerde Thatcher’ın Falkland Adaları savaş krizi yaratması da bilinen bir gerçekliktir. Thatcher’ın yaptıklarından en önemlisi ise günümüzdeki derin yoksulluk, eşitsizlik ve ekolojik yıkıma yol açan küreselleşmenin temellerinin atılmasında da büyük vebali bulunmasıdır.
Biyolojik Determinizmi Söylemlerde de Aşmak
Biyolojik determinizm; kadınların biyolojilerinden dolayı farklı psikolojik özelliklere sahip olduğunu öngörür. Ancak bu durum duygusal ve fiziksel eşitsizlik zemini yaratmaz. Onların, hormonlarından dolayı psikolojilerinin de farklı olması beklenir. Oysa bireylerin çevrelerinin etkisiyle toplumsal olarak şekillendikleri fikri daha ikna edici değil midir?
Bakım emeği görünmez emeklerin başındadır. Kadın yalnızca evin çocukların, yaşlıların ve engellilerin bakımını üstlenmemiştir. Örneğin, kırsal kesimdeki kadınlar, tarladaki işten hayvanların ve bostanların bakımına kadar her işi yüklenmiş durumdadır ve bunların hepsi görünmez emektir. Kadınlar, doğaları gereği, çevrelerindeki kişilerin ve mekânın ihtiyaçlarını daha iyi gören ve onun düzeni için çaba sarfeden cins midir?
Bu tür öğretilmiş alışkanlıkların dahil olduğu davranışların toplumsal olarak şekillenegeldiğine dair kültürümüzden de sayısız örnek verebiliriz. Örneğin, kız çocukları genelde babalarını model alır. Neden? Çünkü analarında tanık oldukları gibi, özel alanda ezilmek istemezler. Buna karşın, babalarının kamusal alanda kendilerini ifade ederken saygın işler yapmış sayıldıklarını görmüşlerdir. Burada cinsiyet rolleriyle özel ve kamusal alanda sürekli üretilen eşitsizlikler olağanlaştırılmaktadır.
‘Kadınsı değerlerin’ toplumda ve politikada vücut bulmasını beklemek yerine, cinsiyet eşitliğine dayanan bir yapı oluşturmak hedef olmalı. Böylece hem kadınların omuzlarına dünyayı kurtarma sorumluluğu yüklenmemiş olur, hem de eşitlikçi toplum gerçekleştirme yönünde yol alınabilir. Burada elbette ezilmişlerin tarihini göz ardı edemeyiz. Buna ek olarak iyileşmenin kuşaktan kuşağa süreceğini de göz önünde bulundurmalıyız.
Sonuç Yerine
Bir ekofeminist olarak, kapitalist militarist patriarkinin yıkıcılığına karşı doğru politika oluşturabilmek için doğru söylemler geliştirmek durumunda olduğumuzu düşünüyorum. Nasıl feminist hareket ırk, dil, inanç, ekonomik statü, cinsel yönelim vb. konuların keşisimselliğini gerektiriyorsa, dünyayı da tek bir cinsin kurtaramayacağı aşikâr değil midir?
Bizi Takip Edin