“10 Mart’ın Sonu 11 Mart Fukuşima!”*
Fukuşima 10 Yaşında!
Birazdan okuyacağınız Fukuşima Nükleer Felaketi'nin 10. yılı değerlendirmesinde bugüne dek yaşananlar toplumun kalbine "enerji" formunda sokulan tehlikenin boyutlarını ortaya koyduğu gibi Akkuyu NGS töreni de siyasilerin toplumlarına bigane kalışının sembolü sayılabilir.
Bu yaratıcı slogan* 10 Mart günü Türkiye’nin ilk nükleer santrali olmaya aday Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) 3. reaktörünün temelinin Türkiye ve Rusya devlet başkanlarının uzaktan erişimle gerçekleştirdikleri törene karşılık Mersin Nükleer Karşıtı Platform(NKP) tarafından bir yanıt olarak geliştirildi.
Nükleer felaketle nükleer santral açılışı arasındaki zıtlığı net bir şekilde ortaya koyduğu için de Fukuşima Nükleer Felaketinin ilk on yılını değerlendirmeyi amaçlayan bu yazının başlığında kendine yer buldu. Zira, birazdan okuyacağınız Fukuşima Nükleer Felaketi’nin 10. yılı değerlendirmesinde bugüne dek yaşananlar toplumun kalbine “enerji” formunda sokulan tehlikenin boyutlarını ortaya koyduğu gibi Akkuyu NGS töreni de siyasilerin toplumlarına ne denli bigane kalışının sembolü sayılabilir.
Nitekim savaş teknolojisinden devşirme olarak 1970’lerden itibaren kurulumu hız kazanan nükleer enerji, özünden hiç kopmamış olmakla birlikte yıkıcı formunu “güç” adı altında muhafaza ederken bugünkü neoliberal kapitalist sistemde de ekonomik ve siyasi pazarlıkların nesnesi haline gelmiştir. Nitekim Akkuyu NGS ile Türkiye’den toprak kopararak bir taraftan sıcak denizlere ulaşma idealini gerçekleştiren Rusya’nın benzer bir projeyle Mısır’da da bir nükleer santral projesi yürütmek suretiyle Akdeniz’i kontrol altına alma hesabı daha net görülebilir.
Nükleer Enerjide Kamu Yararı Yoktur
Nükleer santrallerin iddia edilenin aksine tehlikeli, riskli ve pahalı olduğunu her yıl yayımlanan Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu da 2020’de güneş enerjisi üretim maliyetlerindeki %89’luk, rüzgar enerjisi üretim maliyetlerindeki %70’lik düşüşe karşılık, nükleer enerji maliyetlerindeki %26’lık artışla işaret ediyor. Bununla birlikte çözümlenememiş atık sorunu, aşırı maliyetli süreçlerinin yanı sıra tüm yakıt çevrimi içinde değerlendirildiğinde (uranyum madenciliği-yakıt üretimi-yakıt sevkiyatı-tesis inşaatı-atık süreci) güneş enerjisine göre 6, rüzgar enerjisine göre de 3 kat daha yüksek karbon salımına yol açtığı da bilimsel olarak ispatlanmıştır. Nitekim Fukuşima Nükleer Felaketi’nin etkilerini yaşanırken sivil toplumun başlattığı E-shif(Enerji Dönüşümü) girişimiyle 2040’a kadar eyalet genelinde enerji ihtiyacının %100 yenilenebilir enerji olarak tanımlanan rüzgar ve güneş enerji kaynaklarından sağlaması planlanıyor.
Öte yandan 1 günde 6 milyon nüfuslu bir kentin su ihtiyacını soğutma suyu olarak kullanmasıyla özellikle iklim krizi şartlarında su kıtlığı yaşanacak zamanlar açısından da önemli bir sorundur. Yine kaynağından aldığı soğutma suyunu 5-10 derece farkla geri vermesiyle su kaynağında oluşturduğu 2 derecelik farkın ayrıca klor kullanımının denizdeki biyolojik çeşitliliği tahribata uğrattığı da bilinmektedir. Kaldı ki esas dert edinilmesi gereken nokta karbon salımın dan önce insan ve çevre sağlığı açısından radyoaktivitedir. Normal şartlarda 5 kilometre yarıçaplı alanda çevresine radyasyon yayan ve çocukluk çağı tiroit kanserinin tek nedeni olan endüstriyel radyoaktivite tüm canlı yaşamını tehdit etmektedir. Nitekim patlamalar nedeniyle açığa çıkan radyasyon nedeniyle de çocuklarda görülen tiroit kanseri 10 yıl içinde en az 500 kat artmıştır. Nükleer Silah ve Savaşlara Karşı hekimler (IPPNW) tarafından açıklandığı üzere nükleer felaket öncesinde milyonda 1-2 çocukta görülürken göre felaketin başladığı tarihten bugüne tiroit kanseri teşhisi ve şüphesi bulunan çocuk sayısı 380 bin çocuk için yapılan testlerde 203’e çıkmıştır.
Balıkçılık Tehlike Altında!
Gerek resmi tahliyelerle gerekse kendi isteğiyle Fukuşima’daki evlerini terk eden 200 bin kişiden 36 bini hala başka şehirlerde yaşamına devam ederken nüfusun azalması kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Radyoaktivitenin denize, havaya, suya karışmasıyla ekosistemi zehirlenen coğrafyada artık tarım ve hayvancılık sağlıklı ve güven duyulan bir şekilde yapılamadığı gibi radyoaktif kirli olduğu endişesiyle balıkçılık da kan kaybetmiştir. Örneğin Fukuşima eyaletinde 50 balıkçı kooperatifi kapanmış ve Fukuşima nükleer felaketi sonrasında balıkçılık bölgede %85 düşmüştür. Ara sıra tespit edilen yüksek radyoaktivite tespit edilen balıklar olduğu gibi güven kaybı yaşanmasına bağlı olarak satılan balık çeşidi 3’e inmiştir. Bunlara ek olarak Fukuşima’daki balıkçılığın karşısında şimdi bir de nükleer santral sahasında biriktirilen 1,37 Milyon ton suyun okyanusa boşaltılması riski belirmiştir. Bu ihtimal Fukuşima Eyaleti Tarım Kooperatifleri ve Ormancılar Birliği’nin Fukuşima’daki 43 yerel yönetimin de desteğini almasıyla radyoaktif suyun depolanması yönünde hükümet üzerinde baskı kurmak içiin tüm dünyaya hitap eden bir kampanyanın da fitilini ateşlemiştir.
Ne var ki, biriktirilen meydana gelebilecek yeni depremler sırasında bile risk teşkil ediyor. Hatta reaktörleri hala soğutmak için kullanılan suyun biriktirilmesi esnasında dahi kaçaklar oluşabiliyor. Nitekim en son meydana gelen 7,3 büyüklüğündeki depremde 1. reaktör için hala kullanılan radyoaktif hale gelmiş olan soğutma suyunun tanklarda biriktirilme aşamasından önceki proseste 70 santim, 3. reaktörün biriktirilen su seviyesinde 30 santimetrelik bir azalma tespit edildiği için eksilen miktarın denize sızdığı düşünülüyor.
2011 yılında nükleer felaketin başlamasından sonra 2040 yılına kadar öngörülen dekontaminasyon ve söküm maliyeti olan 700 Milyar doların yarısına ilk 10 yılda ulaşıldığı üzere kamunun üzerine yüklenen borç yükünün yüksekliği dikkatlerden kaçmayacaktır. Şimdi gelin nükleer enerjinin maliyeti avantajı bulunsa dahi neden kabul edilmemesi gerektiğine Fukuşima’da yaşananlar bağlamında derinlemesine bakalım:
Reaktörün Soğutma Suyu Sistemi Bozulursa!
11 Mart günü meydana gelen deprem 6 reaktörü bulunan Fukuşima Nükleer Santrali’nin üçünde yakıt çubuklarının tam erimesine uzanan süreci başlattı. Deprem anında reaktörler otomatik olarak devreden çıksa da soğutulmasına devam edilmesi gereken nükleer reaktörler elektrikli jenaratörlerle soğutma sistemini devrede tutabiliyordu. Ne var ki 1 saat sonra meydana gelen tsunami elektrikli jenaratörleri alabora etti. Fukuşima’da yaşanan bu olay, deprem ülkesi tüm ülkelerin yüksek büyüklükte depremler karşısında büyük risk altında olduğunu bize gösteriyor. Bununla birlikte 12 Mart ve 14 Mart günü meydana gelen patlamalar soğutma suyu sistemi bozulan diğer bir deyişle su kaynağı sağlanamadığı için soğutulmasına devam edilemeyen reaktörlerin başına gelebilecek bir duruma işaret ediyor.
Nedeni İspatlanamayan Ölümler
Fukuşima Nükleer Felaketi doğal afetlerin nükleer santrallerde hayatın akışını nasıl tersine çevirebileceğini gösterirken normal şartlarda dahi resmi kabul göremeyen, inkar edilen radyoaktif mağduriyet kaynaklı ölüm ve hastalıkların ispatlanmasını daha da zorlaştırıyor. Nitekim üçlü felaketin kurbanlarının daha çok “deprem ve tsunamide ölenler” şeklinde telaffuz edilirken nükleer kaza bağlantılı ölümler ayrıca tespit edilmedi. Genel olarak 18 bin kişinin yaşamını yitirdiği açıklanan felakette 44 kişinin nükleer felaket meydana geldiği için öldüğü, radyoaktif mağduriyet nedeniyle 240 kişinin intihar ettiği ve izleyen on yıl içinde ömrünü radyasyon kaynaklı hastalıklarla geçirdiği ya da yaşamını yitirdiği ve yitireceği dikkate alınmaz. Nitekim Fukuşima Nükleer Felaketi’nde gerçekleşen ilk resmi ölüm felaketin başlamasından 7 yıl sonra acil durum müdahale sürecinde yüksek radyasyona maruz kalmış olan 50 yaşlarında santral işçisinin yaşamını yitirmesiyle haber oldu..
Ekosisteme Yayılan Radyoaktivite
Fukuşima Nükleer Santrali’nin 14 Mart günü patlayan reaktöründe MOX (Mixed Oxide) yakıtının kullanılıyor olması ekosisteme yarılanma ömrü 24 bin yıl olan plutonyum radyoaktif izotoplarının yayılmasına da neden olmuştur. Kullanılmış yakıt çubuklarından elde edilen plutonyumun uranyumla karıştırılmasından üretilen MOX yakıtının nükleer atıkların miktarını azaltmak ve 31 ülkenin mevcut nükleer santrallerine ancak 50 yıl yakıt tedariki sağlayacak uranyum rezervinin kalmasına bağlı olarak yakıtın daha uzun süreler kullanılmasını sağlama amacı taşır. Nitekim Akkuyu NGS’ye yakıt tedariki de yapacak olan Rosatom geçen ay 25 Şubat’ta Beloyarsk Nükleer Güç Santrali’nde ilk kez MOX yakıtını kullanmaya başladı. Bu gelişme doğal olarak Akkuyu NGS’de de çok daha tehlikeli olan MOX yakıtının kullanacağı şeklinde okunabilir.
Plutonyum, sezyum ya da başka bir radyoaktif element olsun atmosfere yayılmış olan radyoaktif kirlilik mütemadiyen hareketlidir. Örneğin yarılanma ömrü 28 yıl olan stronsiyum 280 yıl kanser yapma etkisini haiz bir şekilde hava olaylarıyla hareket halindedir ve tespiti ancak özel ölçüm aletleriyle yapılabilir.
20 Kat Yukarı Çekilen Sınır Dozlarına Rağmen yok Sayılan Radyasyon
Fukuşima Nükleer Felaketi başladıktan sonra dünya genelinde 1 milisievert olan sınır dozları 20 kat yukarı çekildi. Bu açıkça bölgede radyasyon vardır demenin bir yönüyken radyasyon yokmuş gibi nükleer felaket sonrası tazminatlar kesilerek evlerine dönmek zorunda bırakılan insanlara “gel sen radyasyonlu bölgede yaşa” denilmiş oldu. 10 yılın ardından önceki seviyelere çekilmeyen sınır dozları açısından hükümetin yaklaşımı ise ibretlik. Radyasyona maruziyetin satte 0,23 mikro sieverte çekilmesiyle günde yalnızca 8 saat radyasyon yoğun bölgede kalınması salık verilirken bu yeni sınırın 8 saate göre ayarlandığı yönünde her hangi bir bilgi verilmiş değil. Daha açık ifade etmem gerekirse yıllık 20 milisievert olduğu kabul gören bölgedeki insanlar evlerine dönmüşlerse on yıl sonra 200 mili sievert radyasyon almış olabilirler. Zira radyasyonun hesabı kümülatif olarak yapılır, örneğin radyoaktif ortamda çalıştıkları için nükleer santralde çalışan işçiler için sınır dozları 5 yıl için 100 mili sieverttir. Lakin her hangi bir koruyucu ekipman vs kullanmayan ve ömürlük evlerine dönen örneğin 20 yılda 400 mili sievert doza ulaşma ihtimali olan yurttaşlar esasen daha vahim bir durumdadır. Nitekim 500 mili sievertlik bir maruziyet ölüm demektir.
Dekontaminasyon İşlerinde Çalıştırılan İşçilerin Sayısı 13 Milyona Ulaştı!
İşsizliğin sorun olarak görüldüğü ülkelerde nükleer felaketlerin istihdam kapısı olacağı düşünülmesin. Çünkü bu şekilde para kazanmak biraz da insanın sağlığını arka plana alması anlamına geliyor. Zira işçilerin çalışması için belirlenen sınır dozları aşıldığında işyerini bırakmak zorunda . 5 yıl için belirlenen sınır dozları yoğun dönemde 100 milisievert standardından 250 mili sieverte çıkartılmış son iki senedir eski düzeyine çekilmişti. Sayının yüksekliği bu sınır dozlarına ulaşan işçilerin ayrıldığı bağlamında da düşünülebilir elbette. Ne var ki işçiler sağlık taramalarına işlerinin bir parçası olarak alınmadığı için çalışmalarının sonucunda ne kadar radyasyona maruz kaldıklarını da bilmiyorlar. Nitekim İşçiler muayeneye katılmak isterse onları bir de yol masrafı gibi ek ödemeler bekliyor. Bir kısım işçilerin görüşü ise sağlık taramalarının tedavi amaçlı değil bilgi toplamak amacıyla yapıldığı yönünde bulunuyor.
Sivil Toplumun Kurduğu Radyasyon Ölçüm Merkezleri
Radyasyon ölçümü yapmak bilimsel ve teknik yollardan araştırma yapmayı gerektirir. Devletin radyasyon ölçümlerini güvenilir bulmadığı için Japonya’daki sivil toplum örgütleri kendi girişimleriyle radyasyon ölçüm aletleri temin etmiştir. Özellikle Çernobil Nükleer Felaketinden sonra radyasyonun etkilerine maruz kalan ve kendi ölçüm metotlarını geliştiren Almanya’daki sivil toplum örgütlerinin tecrübe ve birikimlerinden yararlanmak başvurulan yollardan biri olmuştur. Yurttaşlar için ise önceki yazılarımızda tanıtmış olduğumuz bu ölçüm istasyonlarına başvurmak da tıpkı maskenin bugün yeni bir gider kalemi olarak ev ekonomisine girdiği gibi her hangi bir gıda satın aldıktan sonra başvurulan ek bir ücretli proses haline gelmiştir.
Bir Maske Gibi Günlük hayata Eklemlenen Ölçümler
Korona sürecinde hayatımızda kilit rol oynayan bir maske gibi ölçüm cihazları da radyoaktif felaket halinde toplumsal bir yaşamın kaçınılmaz şekilde parçası olabilir ki bunun maliyetini de birlikte düşünmek gerekir. Radyoaktif kirliliğe uğramış gıdanın ölçümü ölçüm istasyonlarında yapılsa da iyonize radyasyonun bir de dış mekan ölçümleri söz konusudur. Bu bağlamda ekosistemde açığa çıkan radyasyonun ise ölçümünün 3 seviyede yapılıyor: Zeminde, zeminin 10 santim üstünde ve 1 metre üstünde. Nitekim yapılan ölçümlere göre zeminde saatte 2,2 mikro sievert radyoaktivite olan yerin 10 santimetre üstündeki miktar 2,6 mikro sievert ve 1 metrede ise 1 mikro sievert ölçülebiliyor.
Misal Sunco Çevre ve Araştırma Merkezi‘nin tarifesi şöyle: Sınıflandırma sezyum 137 ve sezyum 134 ölçümü yapılacak olan maddenin hava-katı ya da sıvı olarak sınıflandırılmasıyla başlıyor. Sıvı maddeler: nehir suyu, yer altı suyu, içme suyu, havuz suyu ; katı olanlar ise toprak, ahşap, kömür, yakma külü…Gerek havada gerekse yaşam alanlarında bu tasnife göre yapılan ölçümler ise 1 metre, 50cm ve 10 cm şeklinde 3 kademeyi de gözetiyor.
Buna göre de fiyatlar şöyle: (1 Dolar = 7TL’ye göre)
10 bekerel/litre 8bin yen (560TL) –
2 bekerel /litre 10Bin Yen (700TL) musluk suyu için
1 bekerel /litre 12bin Yen (840TL) içme suyu için
0,2 bekerel/litre 38bin Yen (2666TL)
Araştırma amaçlı ölçüm fiyatı
Benzer şekilde katı maddeler için de ayrı skalalar bulunuyor.
Radyoaktif Katı Atıklar ve “Yeniden Kullanım” Kabusu
Friends of Earth Japan(FOE) Fukuşima raporu’nda açıklandığı üzere Fukuşima santral bölgesinde yürütülen dekontaminasyon çalışmaları çerçevesinde 14 milyon ton toprak toplandı. 8 bin bekerel/kilogram altındaki kısmın demiryollarında, park ve bahçelerin rehabilitasyonunda, ormanlarda, afet alanlarında “yeniden kullanımı” planlanıyor. Bu amaçla toprak rehabilitasyonu için de 12 milyar avro harcandı. Bunların içinde çok yoğun kirli olan miktar 7 milyon ton toprak olarak açıklandı ve toprak rehabilitasyon maliyeti de 11 Milyar Dolar olarak belirlendi.
Radyoaktif toprağın gömülmesi için 200 metre boyunca 50 santimetrelik çukur açarak 500 adet siyah plastik torbalar içindeki radyoaktif toprağı gömmek için de 803 milyon dolara tekabül eden bir maliyet söz konusu. Tüm bu işlemler 2015 yılından bugüne Çevre Bakanlığı tarafından kurulan “Stratejik Çalışma Grubu” tarafından Hacim Azaltma ve Orta Seviyeli Depolamadan Toprak Geri Kazanımı projesi adı altında yürütülüyor!
Fukuşima Nükleer Felaketi’nin ilk 10 yılına dair sunduğum bu kesitler bizim Çernobil belleğimizdekilerin modern bir versiyonu. Özünde siyasi iktidarların risklere ilişkin ilgisizliği olmakla birlikte felaketin daha kapitalist ve yüksek refah seviyesine sahip bir ülkede yaşanması radyoaktif kirliliğe maruz bırakılanların kendi özkaynaklarına sahip olarak bulduğu çözümleri bize gösterilmesi açısından değerli. Bu açıdan Mersin Nükleer Karşıtı Platform’un(NKP) “10 Martın sonu 11 Mart’tır vurgusu çok yerinde. Çünkü yarın Akkuyu’da Sinop’ta Nükleer Santral Projesi gerçekleşirse ekonomik krizden hiç bir zaman gözünü açamayan ve hep daha kötüye giden sen bugün bu gidişatı önlemek için Mersin NKP’nin yanında durmazsan felaketi yaşarken ne yapacaksın Türkiye?
Bizi Takip Edin