Çoklu Baro Sistemi İçinde Avukatlar: “Toplumsal Saygınlığın Azalması Büyük Bir Mesleki Sorun”
Çoklu Baro Sisteminin avukatlara nasıl yansıyacağını Ankara Barosu Avukat Hakları Merkezi Başkanı Av. Deniz Özbilgin ile konuştuk. Özbilgin, doğrudan etkinin görüleceği en temel alanın baroların tüzel kişiliklerinin yapısı ve saygınlığı ile ilgili olduğunu belirterek, "Toplumsal saygınlığın azalması büyük bir mesleki sorun." diyor.
Merhaba sizi tanıyabilir miyiz?
Deniz Özbilgin, 1999 yılından bu yana insan hakları savunuculuğu, üniversiteyi bitirmemle 2010 yılından bu yana da hak savunuculuğu anlayışı ile serbest avukatlık yapıyorum. 2013 yılında Ankara Barosu CMK Merkezi Başkan Yardımcısı olarak meslek örgütümüz bünyesinde çalışmaya başladım ve 2018 yılı Mayıs ayından bu yana da Avukat Hakları Merkezi başkanı olarak avukatların ya da avukatlık mesleğinin maruz kaldığı hak ihlallerine karşı kolektif emekle mücadele eden bir ekibin koordinasyonu ile görevliyim.
Çoklu baro sistemi ile sizce ne amaçlanıyor?
Meseleyi tek başına baro ile ele almamak gerektiğini düşünüyorum. Adalet sistemi ceza infaz memurundan hakimine, kolluktan mübaşire ve elbette hak arayan ya da hakkını savunan kişinin talepçi olduğu adres olarak avukatlara dek çok geniş bir alan. Baro burada avukatlar için kamusal niteliği olan meslek örgütüdür. Adalet sisteminin bütünlüklü bir dönüşümü var. Bunun kaynağında da yasama, yürütme ve yargı mekanizmalarının tek elde toplayan, kuvvetler ayrılığı mekanizmasını kendi siyasi faaliyetleri için engel gören siyasi bir rejim var. Kuvvetler ayrılığı sisteminde, yargı erki yasa ve yürütme erkleri için bir denge fren sistemi görmektedir. Sınırsız bir yetki, sınırsız bir kudret ile keyfi uygulamalarda bulunulmasını engellemektir yargı erkinin fren sistemi işlevi. Hukuka, ilkelere, yasaya, anayasaya, uluslararası sözleşmelere ya da yazısız kurallara aykırı yasama ya da yürütme erkleri faaliyetlerinin önünde bir engeldir yargı. Bu sebeple yargısal bir dönüşüm söz konusu. Üstelik yeni de değil, HSYK’ya yönelik operasyonlar, kadrolaşma, liyakata değil mülakata yönelik atama yukarıda da değindiğim geniş yargı mekanizmasının hakiminden mübaşirine her aşamasını niteliksizleştirdi. Avukatların bireysel olarak ve barolar ile kurumsal olarak bu dönüşüme dahil edilmemesi zaten mümkün değildi. Takip ettiği dosyalar sebebiyle kriminalize edilen avukatlar, tutuklamalar, cezalar, baskılar ile uğraşırken şimdi de meslek örgütlerimizin işlevsiz kılınması; esasen bütünlüklü saldırının sonlara saklanmış bir hamlesidir sadece.
Çoklu baro sisteminin baroların insan hakları alanında yaptığı çalışmalara ne gibi etkileri olur? Bu sistem bir engel teşkil eder mi?
Yukarıda değinmeye çalıştığım işlevsizleştirme tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Adalete ve adalet sağlayıcılarına güven kalmadığı, yargısal mekanizmaların siyasi iktidara göre şekillendiği günlerde, kamusal niteliği de hukuk örgütlerinin yargısal alana müdahaleleri kaçınılmazdır. Barolardan Yargıtay’a pek çok amblemde yer alan ve simgesel değeri büyük terazi; denge ve adaleti simgeler. Siz terazinin bir kefesine siyasal baskı uygulayıp dengeyi bozarsanız toplum bu defa sosyal medya eliyle, kampanyalar ile teraziyi toplumsal bir baskı ile dengelemeye çalışır. Barolar da kamusal ve hukuksal bir baskı ile terazinin bozulan dengesini adalet, hak ve hakkaniyetten yana dengeleme işlevi görmektedirler. Siz baroları işlevsiz, atıl ve güçsüz kılarsanız; terazinin dengesini kendi lehinize ya da insan hakları aleyhine bozarken eliniz rahatlar.
Çoklu baro sistemine gerekçe olarak dile getirilen baroların politize hale geldiği, idare ve yönetimlerinde tekçi bir anlayışla farklı düşüncedeki avukatların talep ve isteklerini karşılayamadıkları yönündeki açıklamaları hakkında ne düşünürsünüz?
Yerel ya da genel seçimlerde siyasi iktidar bloğunu destekleyebilir, parti programlarını beğenebilirsiniz ama bir siyasetçinin Anayasa Mahkemesi kararını tanımadığını beyan ettiği an, “olur mu öyle şey” itirazını yükselttiğiniz an bir anda muhalif, karşıt görüşlü, politik davranan, hatta terörizm yanlısı ilan edilebilirsiniz. Barolar politik bir kimliğe kendi tercihleri ile bürünmediler. İnsan haklarına, temel hak ve özgürlüklerine, evrensel hukuk ilkelerine ve iç hukukumuza, yasalara, Anayasa’ya, hatta yargısal mercilere saldırı öyle bir boyuta ulaştı ki; yukarıda saydığım değerleri her kim savunursa siyasi iktidar muhalifi konumuna düşüyor.
Baro yönetimlerinin farklı görüşlere kapalı olduğu iddiasının dayanağı var mıdır, birden fazla baroya ihtiyaç var mı, çoklu baro sisteminin çoğulcu olması veya kabul edilmesi mümkün müdür, çoklu baronun avukatlar arasındaki siyasi farklılıkları keskinleştireceği eleştirilerinin haklılığı var mı?
Barolar meslek örgütleridir. Mesleğimiz ise siyaset ile iç içe bir yapıya sahip. Öte yandan avukatlar arası siyasi ayrışma yok. Karşıt siyasi görüşümdeki kişi ile meslek siyaseti ya da meslek örgütümün faaliyetleri ile ilgili zıt düşebilirim ama siyasi hasım olmamız bizi düşman avukatlar yapmaz.
Bir ülkedeki kadın cinayetleri, eğitim hakkı savunusu, barınma hakkı, ekoloji ya da hayvan hakları mücadelesinin hukuksal ayağının ve davalarının da siyasi söylemlerle yürütülmesi kaçınılmazdır. Her şey bir kenara idare hukuku ve idari yargı diye bir alan var, basit tanımı ile tarafı kamu gücü ve tasarrufları olan bir yargılama. Devlet ile davalı olmak desek yeridir. Avukatlar takip ettikleri davalar ya da savunma tarzları sebebi ile kriminalize edilmeye çalışılırken, hep bir “düşman tehdidi” ile siyaseten beslenen bir algının kendisine yeni düşmanlar yaratma çabası ile karşı karşıyayız. ‘Bendensin ya da düşmansın’ demek için önce bağımsız ve tarafsız olan meslek örgütlerinin siyasileştirilmesi gerek. Bunun için de iktidar eliyle kurulmuş, el etek öpen barolar gerek. Şimdi bendensin kısmı kurulursa geri kalan barolar zaten karşıt görüşlü olmuş oluyor. Bunların da ne kadar düşman ilan edilecekleri siyaseten ne kadar uslu olacaklarına bağlı.
“Bu Coğrafya Esnafın Bile Dini, Dili ya da Siyasi Kimliği ile Tercih Edildiği Bir Yer”
İnsanların, iktidara muhalif baro üyesi avukat yerine, iktidara yakın baro üyesi avukatlara vekaletname vermek isteyeceklerini tahmin edebilir miyiz? Böyle olursa, bu durum avukatlığı nasıl etkiler?
Olağan, çağdaş ve hukuk ile yönetilen toplumlarında bu sorunun yanıtı farklı olurdu. Ben Türkiye’ye ilişkin yanıt vereyim; bu coğrafya esnafın bile dini, dili ya da siyasi kimliği ile tercih edildiği bir yer. Kamuya memur alımlarının siyasi kıstaslarla yapıldığı, hakim olmak için iktidar yanlısı olmak ve iktidarın istediği yaşam tarzını sürmek gerektiği bir ülkeyiz. Elbette dosyalar karara çıkacakken ya da hukuksal talepler değerlendirilirken, vak’a bazlı hak savunucusunun kimliğine de dikkat edilecektir. Hatta kimi kamu kurumlarının, misal Botaş’ın avukatlarına yollanan yeni baroya üyelik formları ve yeni baroya geçiş için avukatlarına süre tanıdıkları e-postaları mevcut. Baksanız sadece tavsiye ettik derler ama üye formu dahi yollamak talimattır. Avukatlar talimat alır mı, elbette hayır ama ekonomik kaygılar ile hareket edecek meslektaşlara da ne diyebiliriz ki?
Barosuna göre avukat seçmenin gerçek kişi müvekkiller için de olmaması kaçınılmaz. Şu barodan avukat bulayım da hakimlerle ya da savcılarla ya da karakol sürecinde kollukla aynı siyasi bakış açısına sahip olsun tercihleri başladı bile.
Avukatların sayısının artmasıyla ve siyasi gidişatla birlikte, avukatların eskisine nazaran toplumsal saygınlıklarının azaldığını söyleyenler var, kolluk güçlerinin avukatlara karşı eskiye nazaran daha kaba ve adeta üstünlük taslayan tavırları olabiliyor. Ne dersiniz?
Toplumsal saygınlığın azalması büyük bir mesleki sorun. Doktorlar ve öğretmenler ile birlikte en çok saldırıya uğrayan meslek grubu olmamız çok ilginç değil mi? Sağlık, eğitim ve adalet alanında, hem de yurttaş yararına kamu hizmeti üreten meslek gruplarının saldırı altında olması neoliberal politikaların hazin neticesidir. Kar amaçlı üretim politikaları çerçevesinde sunulan sağlık, eğitim ve adalet gibi kamusal hizmetler de para ile alınıp satılabilen birer ürün haline geliyor. Artık kamu adına ve yurttaş yararına çalışan meslek gruplarından çıkıp, müşteri memnuniyeti esasına göre hizmet üreten kişiler haline geliyoruz. Beklentisi karşılanmayan tüketici de, hizmetin üreticisine saldırmayı, fiziki ya da sözlü saldırıyı şiddet toplumunun da etkisi ile kendisine hak görüyor.
Sizi bıçaklayan kendi müvekkiliniz, silahla vuran karşı taraf, adliye koridorunda size delgeç fırlatan bir kalem memuru, hatta kürsüden inip üzerinize saldıran bir hakim ve elbette karakolda sizi nizamiyeden içeri bile almayan, kendi imzaladığın evrakın suretini vermeyen, dosya göstermeyen, müvekkiliniz ile görüştürmeyen, hatta tehdit eden, taciz eden, darp eden kolluk örnekleri ile dolu bir Avukat Hakları Merkezi arşivimiz var.
Avukatlık mesleğinin ve avukatların itibar kaybetmesi, bu itibar kaybı ile artık saygı duyulmayan meslektaşlara sistematik ve günden güne sayısı artan saldırılar; adaletin piyasa değeri olan, alınıp satılabilen bir ürün olması ile ilgili.
Sizce avukatlar için çoklu baro bunu nasıl etkiler? Bazı baroların üyesi avukatlar, devlet tarafından daha rahat dokunulabilir avukatlar olabilir mi? Karakollarda işleri daha zor hallolabilir mi?
Siyasi iktidar gerek demeçleri, gerekse başta AİHM olmak üzere yargısal merciler huzurunda savunmaları ile bu ülkede işkencenin olmadığını iddia etmektedir. Peki, mağdur (maktul) ya da ailesine hukuksal desteği sunacak avukat hangi siyasi görüşten olmalıdır? Söz gelimi özel avukat ile süreci takip edecek maddi gücü olmayan bu aileye barodan kim atanacaktır? Siyasi iktidara karşı darbe yapmak isteyen askerlerin ya da FETÖ üyeliği iddiası ile yargılanan kişilerin dosyalarına hangi barodan avukat atanacaktır? Cumhurbaşkanına hakaret (TCK.m.299) gibi bir hukuk garabeti dosyası için suç tipini tartışan akademik çalışmaları hangi baro yürütecektir?
Karakola gittiğinde avukata senin zaten hangi barodan geldiğin belli cümlesi kurulur mu, kurulmaz mı? Peki savunmalarından ötürü avukatlar yargılanır ve cezalandırılırken, yarın baronun kendisi kriminalize edilerek düşman ilan edilir mi? Devlet düşmanı görülen ve gösterilen bir baronun kapatılması süreci nasıl işletilir? Aslında cevap belli, ekonomik bir hamle olarak özelleştirmelerde bunu gördük. Tekel ve nice kamu kurumunun önce içi boşaltıldı, işlevsiz kılındı, hatta zarar ettirildi, sonra yok pahasına ya satıldı ya da kapatıldı.
Yürütme; tek seslilik sağlansın, istikrar olsun diye baroları kapatmaktan imtina eder mi?
Anayasa Mahkemesi’nin yakın tarihte verdiği çoklu baronun anayasaya aykırı olmadığı yönündeki kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hukuksal çerçevede nitelikli bir değerlendirme yapılmamıştır. Daha önce aynı konularda başka meslek örgütleri ile ilgili verdiği kararlara da çelişkiye düşen Anayasa Mahkemesi; siyasi iktidarın son dönem doğrudan ve açıktan kendilerini hedef almasının da etkisi ile hukuksal değil, siyasal bir karar vermiştir.
Basit bir örnek olması açısından belirteyim, her baronun üye sayısına göre Barolar Birliği Genel Kurulu’nda temsil edilmesi yerine tabanda eşitlenmiş delege sayılarının sonucu 50.000 kişilik İstanbul Barosu’nun 12, 18.000 kişilik Ankara Barosu’nun 6 ve 100 avukatlı Kilis Barosu’nun 3 delege ile temsiline gitmektedir. İstanbul ile Kilis’in TBMM’de eşit sayıda milletvekili ile temsili mümkün olmadığı gibi 50.000 kişiyi 12 kişi ile temsil ettirmeniz de mümkün değildir.
Yine yasada yeni yapılan bir değişiklik ile 11 kişilik yönetim kurulu içinde başkanın istifası, ölmesi, mesleği bırakması gibi bir sebep halinde geri kalan 10 kişi yeni başkanı kendi içinden seçiyor. Bu durumda 50.000 kişilik İstanbul Barosu’nun başkanı olmak için mevcut yönetime girmiş olmak ve yönetim içinde 5 oy almak yeterlidir. Oysa ki biz baro üyesi avukatlar genel kurullarda bu kişileri yönetim kurulu üyesi olarak seçmiştik, olası başkan adayı olarak değil. Bu gibi düzenlemeler iç çatışmaları da körükleyecektir.
Birden fazla baronun bulunduğu illerde, ilk baroya kayıtlı avukatlar ile yeni kurulan baroya kaydolan avukatlar arasında mahkemelerde yürütülen rutin hukuki süreçlerde eşitsizlik yaşanması ihtimali var mıdır, mahkeme kararlarına bir yansıması olur mu?
Mahkemelerin, hakimlerinin, savcıların, diğer hukuksal makamların, bunların bağlı olduğu HSK’nın tarafsız ve bağımsız yapıda olduklarını bilsek, tereddüt etmeden güveniriz adli mekanizmaya. Hakimler ve mahkemeler kararları ile konuşur denir, bu kişilerin makamlarından bağışık bireysel ifade özgürlükleri olduğunu unutmamak şartı ile kısmen katılıyorum. Lakin, temel sorun da zaten dosyalara hukuksal değil, siyasal çerçeveden bakan; bir başka ifade ile tarafsız ve bağımsız olamayan hüküm mercileri değil mi? Nerede önemli bir dava varsa o mahkemeye atanarak, kürsü kürsü gezdirilmek suretiyle istenen kararların yazdırıldığı son zamanların ünlü bir hakimi hakkında söylenen “tekerlekli giyotin” içi boş bir tanımlama mı? Hiç de değil. Yargı asla tamamen bağımsız olmadı ama cumhuriyet tarihinin de hiçbir aşamasında, darbe ve sıkıyönetim zamanları da dahil bu kadar kötü olmadı. Genç tarihimiz hiç bu kadar pervasız, bu kadar ayyuka çıkmış şekilde hukuksuzluklara imza atıldığını görmedi. Genel manzara bu kadar kötüyken, sorunuza dönersek; elbette bağımsız ve tarafsız olmayan hüküm mercileri kararları ile bile konuşsalar, hukuksal değeri tartışmalı bu kararlara güvenmemizi beklememeliler.
Bizi Takip Edin