Osmanlı Aydın Kadınlarının Yerli ve Millî Mücadelesi: ‘Kadınlık Davası’’ ve Cumhuriyet Mirası
İstanbul Sözleşmesi ve kadına yönelik şiddet etrafında tartışmalar sürerken, bugün bir çok açıdan yücelttiğimiz Osmanlı’nın kadın mirasını Senem Timuroğlu ile "Kanatlanmış Kadınlar: Osmanlı ve Avrupalı Kadın Yazarların Dostluğu" kitabı çerçevesinde konuştuk. Osmanlı’ya özgü Feminist hareketten bihaber olanların, ‘feminizmi milli’ bulmadığına dikkat çeken Timuroğlu’na göre, ‘Kanatlanmış Kadınlar’ olarak ifade ettiği Osmanlı aydın kadınları, bugüne kıyasla çok daha sıkıştırılmış bir ortamda mücadele verdi; dahası kendilerini “kadınlık davası” veren ‘feminist’ kadınlar olarak tanımladılar. Dolayısıyla, Türkiye’nin 1. dalga feministleri olan Müslüman Osmanlı aydın kadınlarını, bugünü dünle anlamlandırabilmek için tanımamız, verdikleri cesur mücadele ve direniş stratejilerinden faydalanmamız gerekiyor.
Sesli Dosya’da konuğum olan Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Senem Timuroğlu, Osmanlı aydın kadınlarının edebiyat yolu ile hak mücadelesine ve özellikle kadın hakları mücadelesine sağladığı katkıyı anlattığı “Kanatlanmış Kadınlar: Osmanlı ve Avrupalı Kadın Yazarların Dostluğu” kitabında, insanlık tarihi boyunca hep erkeklerin tarihini dinlemeye mecbur bırakıldığımızı hatırlatıyor. Timuroğlu, Cumhuriyet döneminde bilinçli bir tercih ve toplumsal mühendislik stratejisi ile ‘kadınların tarihinden kadınların ayrı kılındığına’ dikkat çekiyor ve bu coğrafyanın kadınlarının, İmparatorluğun son yüzyılında, aile ve evlilik kurumunu sorguladığını, sertçe eleştirdiğini, ataerkil değerleri ters yüz ettiğini bilerek, bugüne bu entelektüel birikimi aktarmamız gerektiğini söylüyor.
Kendinizi hangi kelimelerle tanımlıyorsunuz? Akademisyen, feminist, kadın hakları savunucusu?
Öncelikle feminist sözcüğünü özellikle kullanmak isterim, çünkü feminizmin politik bir ifade olduğunu düşünüyorum; şu an içinde bulunduğumuz çağda kendime feminist kelimesini kullanmak isterim. Bu politik mücadeleden iyi sonuçlar alırsak, kendini bu tanımlamalarla ‘kendi olma yolculuğunda bir ruh’ demek isterim ama bunu diyebilmemiz için önce kendimize bir özgürlük alanı açmamız lazım. Şimdi bir mücadelenin içinde olduğumuz için, kendimizi tanımlamak zorundayız. Özellikle feminist, özellikle feminist kadın demek gerekiyor. Dolasıyla kendime feminist ve düşünen kadın derim.
Erkeklerin Tarihini Dinlemeye Mecbur Bırakılmak
Edebiyatın hak mücadelesine ve özellikle kadın hakları mücadelesine katkısını nasıl anlatırsınız?
Kadınların özne olma, ben diyebilme, birey olabilme süreci, ellerine kalemi almalarıyla olmuştur. Tabii, aynı zamanda okuma süreçleriyle bağlantılıdır bu. Ellerinde kitap ve kalem, kendilerine ait bir zamanda, kendileriyle baş başa, düşünebilmeye başladıklarında. Okuma, yazma süreci kadınları, kendi sözlerini söylemeye, birer özne olarak, imge yaratabilmelerine olanak tanımıştır. Yüzyıllar boyunca, erkeklerin kaleminde birer imge olan kadınlar, nesne, imge olmaktan, gördüklerini, hissettiklerini, deneyimledikleri dünyayı tasvir etmeye, sorgulamaya ve yeni bir dünya hayal etmeye başlayabilmişlerdir. Yeni dünyalar kurgulamışlar, okurlara sunmuşlardır. Kadınlar yazdıkça, kadın okurlar ilham almış, kadın okurların bilinçleri dönüşmeye başlamıştır. Entelektüel iklim ve birikim ile özgürlük ve hak mücadelesi bilinci birbirlerinden ayrılamaz bence. Dolayısıyla edebiyatın içinden hareket doğar, hareketlerin getirdiği deneyimler, edebiyata girer. Birbirini besler.
Kitabınızda bahsettiğiniz Osmanlı aydın kadınlarını, Türkiye’nin “İlk dalga feministlerinin” verdikleri mücadeleyi biz neden bilmiyoruz?
Çünkü eğitim müfredatımızda, özellikle yer almıyor. Kadınların tarihi, bilinçli bir eylemle karartılmıştır. Tarihimizden mahrum bırakılıyoruz. İnsanlık tarihi adı altında, ömrümüz boyunca erkeklerin tarihini dinlemeye mecbur bırakılıyoruz. Harika bir toplumsal mühendislik stratejisi.
“… “kadınlara haklarının Atatürk tarafından verildiğinin” yanlışlığı ve bize sunulan tarihin, erkeklerin tarihi olduğu, eleştiri değil; bu tarihi bir olgudur.”
Kadınların Tarihinden Kadınları Ayrı Kılmak
Türkiye’nin Kanatlanmış Kadınları, 1.dalga feminist kadınlarını tanımak, onların metinlerini okumak bize ne kazandırır? Bugüne dair bize nasıl bir perspektif sunuyorlar?
Biz şu anda 2020 yılında ve bu coğrafyada kadınlar olarak şunu fark ettim; kitabın ortaya çıkış macerasında da bu var: 1995-1999 yıllarında Türk Dili Edebiyatı bölümünde genç bir kadın olarak ben hep erkeklerin tarihini görmüşüm.
Kendime ait, aydınlanma ve birey olma maceramı bu bilinci kazanmayı bilmeden gençliğimi yaşadım. Doyasıyla benim gibi bir sürü kadın, İlkokuldan itibaren bizden mahrum edilen, mahrum bırakıldığımız bir hafızamız var. Bunun politik bir edim olduğunu, bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Kadınların tarihinden kadınları ayrı kılmak istiyorlar.
Bu nedenle, Türkiye’de feminizmin 2. dalgası dediğimiz 1980 sonrası, 1. dalgayı bilmeden, Şirin Tekeli ve çevresi, çeviriler yaparak, yurtdışı kaynaklarla tanışarak başlayan bir harekettir. 1990 sonrası, Osmanlı kadınlarının keşfi, Serpil Çakır’ın Osmanlı kadın hareketine ilişkin doktora tezi ile oldu. Bu büyük bir bilinç değişikliği yarattı.
Cumhuriyet öncesinde kadınların haremde oldukları, cahil oldukları söyleniyordu. Ama aslında bizim modernleşme sürecimizde, Osmanlı döneminin Tazminat, Jön Türkler ve Meşrutiyet birimi vardı. Bunların hepsi birikerek Cumhuriyete kadar geldi ve Atatürk bu birikimin devrimini yaptı.
Yani “kadınlara haklarının Atatürk tarafından verildiğinin” yanlışlığı ve bize sunulan tarihin, erkeklerin tarihi olduğu, bir eleştiri değil; bu tarihi bir olgudur. Cumhuriyet döneminde bizim Osmanlı kadınları ile karşılaşmamız engellendi. Bunun önü tamamen, kapatılmış.
Dalgalarla İlerleyen Kadın Hareketinde Setleri Kırmak ve Bağları Yeniden Kurmak
Bir okuyucu için, kadın hakları ile ilgili ya da bilgisi veya ilgisi olmayan birine, bu kitabı nasıl anlatırsınız? Neden o dönemin Osmanlı ve Fransız kadın yazarlarını merak etsin?
Bu çalışmada, biz Osmanlı aydın kadınların durumunda neden bihaber olduğumuzun izini sürdüğümde, bunun bilerek engellendiğini gördüm. Bu nedenle, Gaflet adlı Metis yayınlarından çıkan kitabı herkese önerim. Edebiyat tarihlerinde özellikle Osmanlı kadın edebiyatından bahsedilmiyor. Çünkü onlardan bahsedilirse, kadın hareketinden de ve feminizmden de bahsedilmesi gerekirdi.
1.dalga feminist hareketi bizim için neden önemli? Çünkü 19. yüzyıl Antik Yunandan başlayan partiarkal inşanın kırılma noktasıdır. 19. yüzyılda ilk defa bütün kadınlar ‘ben’ demeye özne olmaya başladılar. Çünkü o zaman dek kadınlar hep erkeklerin uyruğu ve buyruğu altındaydı.
Kadınlara hiçbir zaman eğitim kapıları açık değildi. Hakları yoktu, okuma yazma bilmiyorlardı. 19. yüzyıla gelince Fransız Devrimi ile birlikte Avrupa’ya sıçrayan eleştirel düşünce ile kadınlar da uyanışa geçtiler. Bütün dünyada bu uyanış varken, Osmanlı kadınları bundan bihaber olamazdı.
Aydınlanmadan, devrimden, hürriyetten, parlamenter sistemden haberdar olan Namık Kemal, Ahmet Mithat, Jön Türkler haberdar iken, kadınlar bundan bihaber olamazdı. Ama bu bize eğitim müfredatımızda anlatılmadı. Bize Türk Dili Edebiyatı bölümünde ve tarih bölümünde de Osmanlı kadınları anlatılmıyor.
Özneleşme yolunda edebiyat, okumak ve yazmak çok değerlidir; edebiyat zihnimizi dönüştüren entelektüel pratik ve aktivite olduğundan önemli. Bir konuyu edebiyat üzerinden anlatmak, eline kalemi alıp, ‘ben’ demek, ‘ben de sözümü söylüyorum’ demek. İşte Fatma Aliye ve çevresindekilerle birlikte, bu kadınlar Hanımlara Mahsus gazeteyi çıkarıyorlar, kadınlar kendi adlarıyla kamusal alanda cesurca yazmaya başlıyorlar.
Çünkü kadınların kamusal alanda kendilerini sergilemesi, şeriat ve din karşıtı bir hareket olarak görülüyordu. Bu kadınların buna rağmen bunları yapabilmesi, diğer kadınlara da cesaret verdi.
Yani cumhuriyet öncesi 1. dalga feminist hareketi oluşturan bir grup kadın var. En uzun süreli yayınlanan Kadınlara Mahsus gazete ile dalga dalga yayılan, etki eden bir entelektüel birilim sağlanmış.
İşte bu kadınlarla bizim karşılaşmamız engellenmiş. Peki bu kadınlarla biz karşılaşınca ne olacak? Bu, bizim zaman kaybetmemize engel olacak. O nedenle dalgalar deniyor; ilerliyor dalgalar, önüne set konuyor sonra tekrar ilerliyor. Kadın hareketi dalgalarla ilerliyor. Bu setleri kırıp aradaki bağları yeniden kurmamız lazım. Kalıcı ve sağlam bir bağ kurmamız lazım. Geçmişten gelen ilhamla, daha güçlü ve daha hızlı hareket edeceğimizi düşündüğümüz için tarihi bilmemiz önemli.
Aydınlanmacı Erkeklerin Cinsiyetçi Tutumuna Ayna Tutmak
Bu kitabı, bir erkek neden okusun? Nasıl bir deneyim elde eder?
1. dalga feminist hareketi içinde yer alan kadınlar çok cesur kadınlar çünkü bulundukları ortam bizim şu an içinde olduğumuz durumdan daha çok kıstırılmıştı. Fatma Aliye ve Halide Edip ölüm tehditleri almışlar. Buna rağmen çok cesur hareketlerde bulundular. O yüzden bugünden o günü bilmek önemli. Böyle bir ortamda nasıl çıkışlar yaptıklarını bilmek önemli. Bize mücadele anlamında direniş stratejileri de sunuyorlar.
19. yüzyılda, çok büyük değişimlerin olduğu bir çağdı; matbaa ve seyahat teknolojisinin gelişmesi sayesinde kadınların mobilitesi artıyor, Osmanlı ve Avrupalı kadınlar arasında temaslar sıklaşıyor; harem karşılaşma alanı oluyor. Harem entelektüel bir mekân ve kadının kendine ait odası oluyor. Avrupalı kadınlar ile Osmanlı kadınları tanışıyor. Bu karşılaşmalardan ve Avrupa’ya seyahat eden Osmanlı kadınlarından birçok teori ve kişisel deneyim ile bilgi süzülüyor. Bu süzülen bilgiye biz ulaşamamışız. Biz de bu bilgiye ulaşalım ki bizim de bakış açımızda değişim dönüşüm oluştursun.
Kadınlar açıcısından 1. dalga feminist kadınları tanımanın önemi bu iken erkekler açısından ise önemi şu; bu kitap erkeklere de bir ayna tutuyor. Çünkü bu kadınlar erkekleri de yazıyorlar.
Fatma Aliye’nin Ahmet Mithat ile olan ilişkisinde Ahmet Mithat’a benzeyen erkekler kendilerini görecekler. Bugünün terminolojisiyle, Ahmet Mithat’a benzeyen, kadına bir şeyleri öğreten, hocalık yapmaya çalışan, onu himaye eden ve denetim altına alan, onu sınırlayan…Bence erkeler mutlaka okusun çünkü Aydınlanmacı erkeklerin de cinsiyetçi tutumuna ayna tutacak bir ilişki biçimini görecekler. Genellikle erkeklerin yarattığı kadınları okuyor erkekler ve bu kadınlar aslında nesne, özne değiller, erkelerin gözünden kadınlar…Ama burada, Osmanlı kadınlarının metinlerinde, kadınlar kendi öznelik mücadelesini veriyor, bu mücadeleyi ve özneyi görecekler. Bugünün kendine ‘aydın’ diyen erkeklerinin, yayın dünyasındaki erkeklerin okumasını tavsiye ederin.
“…Aydınlanmacı Tanzimat erkeklerinden, Jön Türklerden daha muhalif daha cesur olduklarını görüyoruz. Kadın süreli dergilerindeki eleştirel bilinç, özgürlük düşüncesini, dönemin erkek aydınlarından çok yükseklere taşır.”
“Kanatlanmış Kadınlar: Osmanlı ve Avrupalı Kadın Yazarların Dostluğu” kitabında ele alınan Osmanlı kadınları, bugünün tabiri ile belli bir sınıfa mensup, “tatlı su muhalifi” ya da “beyaz Türkleri” mi?
Bugünkü şartlar içerisinden o günü okursak, büyük yanılgılara düşeriz. Ki bu Fatma Aliye’nin durduğu yeri yorumlarken, bence sık düşülen bir hata. 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun bugüne benzer koşulları var tabii, örneğin büyük sarsıcı değişimler; matbaa ve seyahat teknolojileri. En önemlisi, yüzyıllık ataerkil kurumların, geleneklerin sorgulanmaya başlaması. Kadınların düşünmeye, koşullarını analiz etmeye başlaması. Bu, o zamana özgü bir kırılma. Dolayısıyla, bugüne benzemiyor. Bugün kadınlar belli kazanımlar, belli bir bilinçle mücadeleye devam ediyor. O günkü kadınlar ise yapayalnız, kendilerinden önce kimse yok, örnek alabilecekleri. Gerçi Fatma Aliye, Ünlü İslam Kadınları kitabını yazarak, İslam’ın ilk zamanlarındaki kadınların özgürlük çağına vurgu yapar, kendilerine güç verecek, kadınlara ihtiyaçları vardır. Onları tarihten çıkararak, kadınlara sunar.
Dolayısıyla bugünkü “tatlı su muhalifi” ya da “beyaz Türk” tabirleri Osmanlı Kadın Hareketindeki kadınlara büyük haksızlık olur. Zira kamusal alanda, ilk defa belirmek, birçok ataerkil önyargı ve düşmanlıklara göğüs germek demektir. Oldukça cesur bir davranıştır. Ölüm tehditleri alırlar. Ama yılmadan, belli direniş stratejileriyle yollarına devam ederler, böylece birçok kadına yol açarlar. Aydınlanmacı Tanzimat erkeklerinden, Jön Türklerden daha muhalif daha cesur olduklarını görüyoruz. Kadın süreli dergilerindeki eleştirel bilinç, özgürlük düşüncesini, dönemin erkek aydınlarından çok yükseklere taşır.
“Bu kadınların kitap yazmanın yanında dernek kurması, Hanımlara Mahsus gazete ile başlayan süreli dergiler çıkarması, 40’a yakın dergi çıkması, diğer kadınlar için verdikleri mücadeleyi gösteriyor. Sadece üst ve orta sınıftan değil, alt sınıftan da kadın katılımı var.”
Fatma Aliye ve Osmanlı Aydın Kadının Mirası
Kitapta adı geçen kadınlar, kendilerini bir mücadele veriyor ve bu mücadeleyi diğer kadınlar için de hak mücadelesi olarak görüyorlar mıydı? Bugünün gözlükleriyle baktığımızda, kitapta yer alan kadınlar birer “aktivist”, “kadın hakları savunucusu” olabilirler mi?
Tabi, bugünden bakınca aktivist diyebileceğimiz kadınlar. Bu kadınların ilginç özelliği var. Fatma Aliye’deki mücadele biçimi sanki her yere egemen olmuş. Zaten o dönemin edebiyatı bir dava edebiyatı. Tazminat edebiyatı toplumsal bir gaye ve amaç için yazılıyor. Kadınların edebiyatı da öyle. Edebiyatın içinden bir hareket doğuyor. Osmanlı kadın hareketinde, klasik bir mücadele biçimi, zengin olan kadının yoksul kadına okumaları için destek olmasıdır. Ayşe Zekiye, kız çocuk okutmak için roman yazıyor. Romanı aracı yapıp, parasını kız çocuklarına gönderiyorlar.
Bu kadınların kitap yazmanın yanında dernek kurması, Hanımlara Mahsus gazete ile başlayan süreli dergiler çıkarması, 40’a yakın dergi çıkması, diğer kadınlar için verdikleri mücadeleyi gösteriyor. Sadece üst ve orta sınıftan değil, alt sınıftan da kadın katılımı var. Yaşar Nezihe gibi işçi kadınların da dahil olduğunu görüyoruz. Taşradan da aydın kadınlara mektuplar geliyor. Ve bu yayınlar kadınlara ulaşıyor, süreli dergiler satıyor. Zaten satılmasa yayınlanmaz çünkü bu dergilerin sahipleri olan yayıncılar, kapitalist girişimci erkekler. Yani kadınlar arasında dayanışma ve ekonomik lobicilik var. Kadınlar Dünyası ile dergiler kamuoyu oluşturuyor ve baskı kuruyor. Bu sayede kadınlar, telefon şirketinde işe giriyor, pilot oluyor.
Kadın hareketinin meyvelerinin toplandığı son aşamada, Nezihe Muhittin’in kuruduğu Türk Kadınlar Birliği ile son aşamada siyasete girme bilincine ulaşmışlar, oy hakkı talep etmişler. Parti kurmak istemişler. Oy hakkı olmadığından izin verilmemiş. Eğer izin verilseydi siyasi parti kuracaklardı.
Özetle, Cumhuriyet öncesi, bir çekirdek grup var: bunlar Osmanlı bürokratlarını kızları. Tüm bu çabaların sonucunda oluşan bir kamusal örgütlenme biçimi var. Ama bu Cumhuriyetle kesintiye uğramış. Bizim bunlardan haberimiz yok .Bu nedenle Cumhuriyet dönemi çok gerici bir hareket.
Yetişkin bir birey olan ve adını tarihe yazdıran Fatma Aliye, Cumhuriyetle birlikte yine babasının kızına dönüşüyor. Yani cumhuriyetle birlikte bir geriye gidiş olmuş. Buna rağmen Türkiye’de kadın hareketi yükseldi. Bunların hepsi bir birikimin sonucu. Bugün, 19. yüzyılda Fatma Aliye’nin bir sözcüğü bile bizi etkiliyor.
Kadına yönelik şiddet, cinsel istismar ve kadın cinayetleri o dönemin edebi metinlerde de yer alıyor muydu? Biz, edebi metinler üzerinden, bugünü ve o günü kıyaslar isek, kadına yönelik şiddete dair nasıl bir tablo görürüz?
Fatma Aliye 17 yaşında babasının istediği, kendisinin seçmediği bir adamla evlendiriyor ve eşi Faik Bey onun kitap okumasını istemiyor, kitaplarını yırtıyor. Psikolojik şiddete maruz kalıyor. Fatma Aliye’nin mesela Muhadarat kitabında, baş karakter Fazıla, babasından fiziki şiddet ve kocasından psikolojik şiddet görür. Kadınların yazdığı romanlarda şiddet ana konulardan biri. Nezihe Muhiddin’de mesela çok açık ve çarpıcı şiddet sahneleri vardır. Emine Semiye, Gayya Kuyusu kitabında evde tecavüze uğrayan ve sokağa atılan kadını yazıyor. Bu romanlarda, yoksulluk, sokak kadınları ve şiddet önemli mevzular.
Kadınlık Davası’ndan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine
19.yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başında ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramı yerine, hangi kavram ya da tanımlama kullanılıyordu? Bu döneme has olan dijital şiddetin yerine, o döneme has ve yaygın olan şiddet türü var mıydı?
O dönem, “kadınlık davası” deniliyordu. Kadınlar Dünyası dergisiyle birlikte feminizm sözcüğü kullanılır olmuştu; “feminizm cereyanı”. O dönem gazetelerde, karşılıklı yazılarla tartışılıyordu. Bu yazılarda, kadın düşmanı saldırılar, hedef göstermeler yer alıyordu.
Osmanlı aydın kadınları kendilerine “Kadınlık davası”, “nisvan davası” diyorlar. Kadınlar Dünyası dergisine gelince, “biz feministiz” diyorlar. O dönemde feminist sözcüğü çok fazla geçiyor. Bugün olduğu gibi Osmanlıda da feminist sözcüğü milli bulunmamıştı. Kadınların yerli mücadele verdiklerini görüyoruz çünkü kendilerini sorunlarını çözmeye çalışıyorlar. Kendilerine özürlük alanı açmaya çalışıyorlar. Özgün bir mücadeleleri var. Kendi kişisel şartlarımızla alakalı bir mücadele veriyor
Dolayısıyla burada bir kesinti olmasa idi bence bugün bu kadar tartışılmazdı. Feminizm sözcüğünü okullarda okusaydık, kesinti olmasa idi feminizmi okusaydık, ‘feminizmi erkek düşmanlığı’ demezdik. Önümüz kesilmese idi hep aynı şeyleri yaşamazdık. Bugün bu tartışmalar yapılmazdı. Önümüz kesildiği için aynı şeyleri yaşıyoruz. Önümüz kesiliyor çünkü iktidarı kaybetmek istemiyorlar. Şiddetle denetimi sağlıyorlar Ellerindeki sopayı kaybetmek istemedikleri için araya giriyorlar.
O dönemde çıkan Hanımlara Mahsus Gazete içeriğine yakın bir yayın, bugün Türkiye’de mevcut mu?
Hayır. Benim zamanımda Kadınca vardı. Artık o da yok. 30’lardan sonra edebiyat dünyasını, erkek dergileri istila etti. Toplumcu gerçekçilik tekel oldu. Feminist cereyanın F’si anılmadı. Kırka yakın kadın süreli dergileri, dergilerde yer alan kadın edebiyatçılar, düşünürler entelektüel dünyadan silindi. Büyük bir zihinsel gerileme başladı.
Osmanlı Feminist Hareketinden Bihaber Olanların Feminizm Algısı
Bugün İstanbul Sözleşmesi etrafında süregelen aile ve toplumsal değerleri tahrip ettiği-yok ettiği gibi tartışmalar, o dönem için kadın hakları alanında mücadeleye itiraz edenler açısından nasıl karşılık buluyordu? “Kadın olmak ve özgür kadın olmak” talebinden bulunanlar ve buna karşı duranlar arasındaki mücadeleyi, bir asır sonra bugün nasıl tasvir edersiniz?
Osmanlı’ya özgü Feminist hareketten bihaber olanlar, feminizmi milli bulmuyor. Oysa bu coğrafyanın kadınları, İmparatorluğun son yüzyılında, aile ve evlilik kurumunu sorguladı, sertçe eleştirdi. Ataerkil değerleri ters yüz etti. Çokeşlilikten, tesettüre, erken yaşta evlilikten, ev içi şiddete, boşanma, çalışma, eğitim haklarına kadar kendi yaşamlarını ilgilendiren her konuyu irdelediler. Bugün bu tarih bizden esirgendiği için, yeniden aynı konuların, üstelik yalan yanlış bilgilerle tartışıldığına tanık oluyoruz. Oysa çoğunluk bu tarihi ayrıntılı olarak bilse, bu itirazların yapılması mümkün olmazdı.
O dönemin kadın yazarlarının -Mutsuz Kadınları’nın özgürlük yolcuğunda Avrupalı kadın dostları var idi. O döneme göre bugün, kadınlar arasında karşılaşmalar ve etkileşimlerin daha kolay olduğu ve küresel düzeyde kadın mücadelesinin daha güçlü olma zeminine sahip olduğu söylenebilir mi?
Tabii, bugünün teknolojisi sosyal medya; dolayısıyla #metoo; las tesis gibi uluslararası güçlü kadın örgütlenmeleri böylece sağlanabiliyor.
Bugünün Kanatlanmış Kadınları’nı yazacak olsanız, kimleri eklerdiniz?
Leyla Erbil’i özellikle eklerdim. Bu kadar kesintiye rağmen, daha önce Feminist Edebiyatımız Taşları yazısında belirtmiştim, Leyla Erbil özgürleşme ve erk diline, psikanalitik ve Marksist müdahalelerle yaklaşıyor. Cumhuriyet öncesi feminizm ve sosyalizm var ama Cumhuriyet sonrası feminizmin f’si yok. Cumhuriyet sonrası edebiyatta feminist teori bilinmediği için o dönemde, entelektüel dünyada toplumsal gerçekçilik- Marksizm var.
Leyla Erbil bu nedenle 1950’ler sonrası entelektüel dünyada Marksizmi biliyor ama bunu bir kadın bakışı ile erkin eleştirisini yapmış. Marksizmi bile erk eleştirisi ile yapmış. Feminist teoriyi bilmese demese bile bunu yapabilmiş. Leyla Erbil ayrıca şu açıdan da çok önemli; edebi kurumu, erkeklerin edebi kurumuna da müdahale etmiş, sözünü sakınmadan söylemiş.
O dönemin tüm dergilerinde, tek tük kadınlar yer almış; içlerinden Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Latife Tekin, Emine Sevgi Özdamar, Duygu Asena ve Pınar Selek isimlerini Kanatlanmış Kadınlar’a eklerim. Feminist damar olarak, makbul edebiyatçı ve yazarlık var; bir de feminist müdahalelerde bulunan kalemler var. Ben bu isimleri önemsiyorum. Bu isimler, kırılmalar ve çatlaklar oluşturuyor.
Edebiyat alanında bir akademisyen olarak, sivil toplumun edebi metinlerde yer aldığı ya da doğrudan bir edebi metnin aktörlerinden biri olduğu örnek verebilir misiniz?
Fatma Aliye’nin Refet romanında, öğretmen okulunda okuyan yoksul kız çocuğu Refet’e, üst sınıf kadınların maddi ve manevi desteği konu edilir. Bu, tutum Osmanlı kadın hareketinin dayanışma stratejilerinden biridir. O dönemin kadın yazarlarının, roman yazma amaçlarından en önemlisi, kadın okurları bilinçlendirmektir. Bu konu, mesela Fatma Fahrünnisa’nın, Dilharab romanında girişte işlenir. Romanın başında yazarın, kendisine misafirliğe gelen bir arkadaşının önerisiyle, onun başından geçenleri, diğer kadınlara güç versin, öneriler sunsun diye kaleme almaya karar verdiği anlatılır
Bugünün Türkiye’si hangi başlığı uygun görürsünüz? “Mutsuz ve Katledilmiş Kadınlar” ya da “Ülkenin Tek Muhalif ve Örgütlü Gücü: Kadınlar” olabilir mi? Siz hangi başlığı tercih edersiniz?
Güçlendirici bir başlık seçerim. “Ülkenin Tek Muhalif ve Örgütlü Gücü: Kadınlar” başlığını seçerim. Çünkü gerçekten öyle. Ülkenin ve dünyanın tek örgütlü gücü kadınlar. Kadınların bakış açısından baktığımızda en eleştirel zihin olduğunu görüyoruz. Eleştirel bakış açısından daha ötesi yok.
“…Şiddete mecbur kalmayan, kendi kararlarını veren. Bunun için hem yazarak hem de örgütlenerek mücadele ettiler. Ve şu anda az sayılmayacak kadar kadın bağımsızsa, bu birikimi bu kadınlara borçluyuz.
Edebi metinler dönemlerinin siyasi, sosyal ve kültürel atmosferini taşımanın yanı sıra, geleceğe ilişkin ipuçlarını da barındırıyor olabilirler mi? Fatma Aliye ve diğer kadınların gelecek tasavvuru nasıl idi? Ümitvar mı? Sizin bugünün kadın yazarları üzerinden, toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin gelecek tasavvurunuz ne yönde?
Çalışan, maddi bağımsızlıklarına sahip olan, kendi ayakları üzerinde duran, kimseye muhtaç olmayan kadınlar tasavvur ettiler. Şiddete mecbur kalmayan, kendi kararlarını veren. Bunun için hem yazarak hem de örgütlenerek mücadele ettiler. Ve şu anda az sayılmayacak kadar kadın bağımsızsa, bu birikimi bu kadınlara borçluyuz. Her ne kadar uzun süre bizden mahrum bırakılmış, bizden koparılmış olsalar da. Ama hala yolumuz uzun. Yılmadan, kendimizi ve birbirimizi güçlendirmeye devam etmeliyiz. Bugünkü kadın yazarlar, giderek daha çok feminist politikanın da sözcülüğünü yapıyorlar. Yani kadınların özgürlüğü konusunda, kolektif bir eylemlilik, politika üretme alanına da dahil olmaya başladılar. Giderek daha güçlendiğimize inanıyorum.
Bizi Takip Edin