”YETA Bu Haliyle Yeşil Bir Tarife Anlamına Gelmiyor”
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'in açıkladığı, sadece yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriği kullanmak isteyen vatandaşlar için geliştirilmiş Yenilenebilir Tarife olarak da bilinen Yeşil Tarife'yi (YETA) Yeşil Düşünce Derneği'nden Yağız Eren Abanus ile konuştuk. Olumlu bir izlenim yaratmak için “yeşil” tabiri kullanılmış olabileceğini söyleyen Abanus, tarifenin bu haliyle 'yeşil bir tarife' anlamına gelmediğini söylüyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Yeşil Tarife’ye (YETA) geçildiğini açıkladı.“YETA” Yeşil Tarife nedir ne anlama geliyor?
İlk olarak belirtmek gerekir ki bakanlıktan yapılan açıklamada YETA için “yenilenebilir tarife” deyiminin uygun görüldüğü ancak isteyenlerin buna “yeşil tarife” de diyebileceği belirtilmiş. Bakanlığın açıklamasından sonra medyada bu tarife çoğunlukla yenilenebilir tarife yerine “yeşil tarife” olarak adlandırıldı. Belki de tarife açısından olumlu bir izlenim yaratmak için “yeşil” tabiri çoğunluklu olarak kullanıldı. Zaten başka ülkelerde de “green tarriff” deyiminin uzun zamandır kullanıldığını görüyoruz. Ancak bence kelimeleri sırf imaj yaratmak için kullanmak kelimelerin içeriğini boşaltıyor. Özellikle son dönemde Yeşil Hareketin yükselişini ve bu hareketin kökenlerini, değerlerini ve ilkelerini de göz önünde bulundurunca her uygulamanın yeşil olmadığını vurgulamak gerekir diye düşünüyorum. Bu bakımdan tarifenin ‘Yenilenebilir Tarife’ olarak adlandırılması kanımca daha doğru olacaktır. Tarifenin ne anlama geldiğinden önce ne anlama gelmediğini söyleyecek olursak bence tarife bu haliyle yeşil bir tarife anlamına gelmiyor.
Bunun dışında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yapılan açıklamadan sonra YETA kısaltması sektörde ikinci bir anlam kazandı. Açıklamadan önce YETA kısaltması çoğunlukla şirketler arasında yapılan “Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşması” deyimini karşılarken açıklamadan sonra bir de “Yenilenebilir/Yeşil Tarife” deyimini karşılar hale geldi. Sektörde kullanılan YETA kavramı Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşmaları olarak kullanılıyor. İngilizcesi Corporate Renewable Power Purchase Agreement kısaca PPA diyebiliriz. PPA’in açıklaması aslında serbest piyasa koşullarında yenilenebilir enerji üreticisiyle kurumsal elektrik tüketicisinin uzun süreli elektrik alımıyla ilgili imzaladığı sözleşme. Bu ayrım çok önemli çünkü Avrupa’da başlayan PPA süreci ile içinde bulunduğumuz Yeşil/yenilenebilir Tarife süreci karışabilir. Üstelik henüz yönetmeliklerde doğrudan Yeşil Tarife’ye yönelik bir ifade yer alabilmiş değil.İlgili tarifenin temelindeki mevzuatta (6446 sayılı elektrik piyasası kanunu madde 17/4) geçen ifade şu şekilde: “Kurul tarafından tüketici özelliklerine göre abone grupları veya yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi amacıyla ayrı tarifeler belirlenebilir.” Bu bakımdan her ne kadar bu tarifenin kullanılmasına ilişkin detaylar henüz açıklanmamış olsa da tarife kapsamında enerji tüketiyor olmanın yenilenebilir enerjiyi desteklemek anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Nasıl uygulanacak?
Bunu belirtmekte fayda var, kimseyi uygulamanın muhtemel zararlı yönlerinden ötürü yanlış yönlendirmek istemeyiz. Zira yenilenebilir enerjinin diğer kaynaklar karşısında tercih edilebilir bir konuma getirilmiş olması temelde olumlu bir gelişmedir.
‘YETA’ların Türkiye için anlamı ne?
YETA’ların Türkiye için birden fazla anlamı olabilir. İlk olarak Türkiye’de çevre duyarlılığının ve iklim krizine ilişkin farkındalığın arttığı kamuoyu anketlerinde açıkça görülüyor. WIN International’ın 2019 Ekim – Aralık aylarında yaptığı bir kamuoyu araştırmasında Türkiye’de “küresel ısınmanın insan faaliyetlerinin sonucu olup olmadığı” sorusuna olumlu yanıt verenlerin oranı yüzde 90 civarında. Ayrıca “küresel ısınmanın insanlık için tehdit olduğu” önermesine katılanların oranı da yüzde 95. Bu bakımdan kendini rahatsız ve biraz da sorumlu hisseden kentli orta sınıf biraz daha fazla ödeyerek bu tarifeye göre tüketim yapıp vicdanını rahatlatabilir. İktisattaki “warm-glow giving” teorisi açısından bu vicdan rahatlatma faaliyetinin ne kadar gerçekçi, tutarlı ve etkili olduğu bence tartışmaya açılabilir. Zira bu yolla hem diğerkâm hem de bencil tatmine ulaşan insanlar tutarlılıklarını iklim krizinin asıl sebebi olan eşitsizlik ve adaletsizliklere karşı politik alanda da devam ettiremezlerse ki (bu tarifeye göre tüketim yapma sonucunda “ben payıma düşeni yaptım” fikrinin yaygınlaşması fazlasıyla muhtemeldir) bu uygulama vatandaşlar için bir boşalım sağlama aracına dönüşebilir.
İkinci olarak yukarıda da belirttiğimiz Avrupa Birliği’yle ticari ilişkiler açısından Türkiye sanayicisinin işini kolaylaştıran bir uygulama elde etmiş olabiliriz. Mevzuata ilişkin detayları bilemediğimiz için bu konuda fazla bilgi vermek yanlış yönlendirmeye yol açabiliriz. O yüzden bununla yetinelim.
Üçüncü olarak yenilenebilir enerjinin teşviki açısından bugüne kadar çoğunlukla devletin doğrudan faaliyette bulunduğunu görüyorduk. Bu teşvikler dolaylı olarak tüketiciyi etkiliyordu. Ancak bu tarifeyle birlikte tüketici yenilenebilir enerjiyi doğrudan destekleyebilecek hale gelmiş olacak. Diğer bir deyişle devlet doğrudan teşvik yükünü biraz da tüketicilerle paylaşmış olacak. Bu bakımdan diğer ülkelerde de gördüğümüz alım garantisi (FIT) teşviğinin yerini tüketici temelli teşviklerin alması tutumu yaklaşık 15-20 yıllık düzenli teşvik politikalarının ardından Türkiye’ye de sıçramış gözüküyor.
Son olarak şu an mevzuatımızda şebekeye bağlanma gibi konularda yerli kömüre yenilenebilir kaynaklara göre öncelik tanınmış durumda. Yenilenebilir kaynaklara yönelik özel bir tarifenin hazırlanmış olmasıyla ümit ediyoruz ki enerji politikalarında iklim krizinin en büyük faillerinden biri olan yerli kömürü önceleyen tutum değişecek ve yenilenebilir kaynaklara daha fazla önem verilecek. Aynı değişimin yenilenebilir kaynaklara göre daha yüksek fiyatlarla alım garantisi sunulmuş olan nükleer içinde gerçekleşmesini temenni ediyoruz.
YETA uygulaması önümüzdeki süreçte nasıl gelişmelere evrilecek? Uygulama neler getirecek?
Uygulamanın nasıl işleyebileceğini öngörmek Türkiye gibi bir ülke için çok zor. Zira mevzuata birebir uyma konusunda eksikliklerimizin olduğu ve mevzuatı kurnazca dolaşarak aslında hedeflenmeyen uygulamaların hayata geçirilmesi konusunda tecrübeli olduğumuz göz ardı edilemez. Bu bakımdan örnek olarak lisanssız elektrik üretiminde karşılaşılan sorunlarla bu mevzuat bağlamında da karşılaşılabilir.
Bunların dışında uygulamanın getireceklerine dair farklı öngörülerde bulunmak mümkün. Yukarıda yaptığımız açıklamalara paralel şekilde bu bölümde yapılacak açıklamaların da detaylara ulaşamadığımız için genel kanaatlerin ötesine geçemeyeceğini belirtelim. İlk olarak bu tarifeye göre elektrik tüketimi yapılması durumunda verilecek sertifikaların ticaretinin yapılması gündeme gelebilir. Ürününü yurtdışına ihraç etmek için bu sertifikaya ihtiyaç duyan sanayiciler bu sertifikaya sahip olup da yurt dışına ürün ihraç etmeyen diğer sanayicilerden veya tüketicilerden bu sertifikaları satın alabilir. Dolayısıyla böyle bir pazar oluşması ihtimali mümkün.
İkinci olarak tüketicilerin yenilenebilir enerji kooperatifleri veya başka tür kooperatifler altında örgütlenmeleri, tüketim birleştirme yapmaları ve bu yolla yenilenebilir tarifeden toptan bir şekilde daha ucuza yararlanmaları düşünülebilir. Bana kalırsa bu tarifeye ilişkin şeytanın ayrıntıda olduğu kısım burası.
Türkiye’de Mayıs 2019’da yapılan yönetmelik değişikliğiyle yenilenebilir enerji kooperatiflerinin önü büyük ölçüde kapatıldı. Değişiklikten önce tüketicilerin aynı dağıtım bölgesinde bulunmaları ilgili dağıtım bölgesinde bir yenilenebilir enerji tesisinin kurulması için yeterliydi. Ancak değişiklik sonrası üretim ve tüketim bağlantı noktalarının aynı yerden olması şartı getirildi. Bu da kooperatif çatısı altında örgütlenmek açısından insanları aynı çatı altında bulunan kişilerle birlikte hareket etmek noktasında kısıtladı. Ayrıca değişikliğin yapılmasına kadar geçen dönemde girişimlerini başlatmış olan kooperatifler için de belirsizlik hasıl oldu. Bu değişikliğin yapılmasında sadece kâr odaklı bazı girişimlerin engellenmesi olabilir. Ancak değişikliğin bu şekilde yapılması sosyal ve ekolojik kaygıları olan vatandaş topluluklarının da önünü çok kati bir biçimde tıkadı.
Bu bakımdan tarifenin detaylarının şekillenmesi sürecinde kooperatifleri göstermelik kuruluşlar olmanın ötesine taşıyacak, enerji demokrasisinin gerçekleştirilmesinde kooperatifleri üretim, tüketim ve bölüşüm açısından aktifleştirecek düzenlemelerin gerçekleştirilmesini talep ediyoruz.
Son olarak yenilenebilir enerji tarifesi sunan tedarikçi şirketlerin uygulamada farklı politikalar benimseme olanağı olduğunu da söyleyebiliriz. Örnek vermek gerekirse bir tedarikçi firma küçük vatandaş girişimlerinin güneş panellerinden ürettiği enerjiyi şebekeye alıp satmayı diğer bir firma ise sadece büyük hidroelektrik santrallerden gelen enerjiyi tercih edebilir. Bu bakımdan özellikle üretim sürecinde karbon salımı yapmaması ve yüksek ölçeklerde enerji üretebilmesi hasebiyle iklim krizine çözüm olabileceği öne sürülen nükleer enerjinin yenilenebilir/yeşil tarife kapsamına alınmaması gerektiğini vurgulamakta fayda var. Zira nükleer enerjinin; çözülemeyen atık sorunu, güvenlik ve denetime ilişkin haklı şüphelerin varlığı, su tüketimi ve Türkiye’nin yüz yüze olduğu deprem risklerinden ötürü yol açabileceği çok farklı ekolojik krizler bulunmaktadır.
Atılan bu adımı siz nasıl değerlendirirsiniz?
İlk olarak vurgulamakta fayda var yenilenebilir enerjinin fosil yakıt bazlı kaynakların tam karşısında alternatif bir seçenek olarak sunulması çok olumlu bir gelişme. Ancak iklim krizi sadece yenilenebilir kaynakların kullanılmıyor olmasıyla ilgili bir sorun değil. Bunun çok daha ötesinde iklim krizi ekolojik krizlerin sadece bir görünümü olarak neoliberalizmin egemen kıldığı büyük şirketlerin kâr hırsının doğaya yönelmesi sonucunda ortaya çıkan bir kriz. Ayrıca bu hırsın ekolojik felaketlerle birlikte birçok sosyal krize de yol açtığı aşikâr.
Bu bağlamda atılan bu adım yeşil politika kapsamında çok farklı açılardan değerlendirilebilir. İlk olarak yeşil politikada merkezileşmenin karşısında bulunan yerelleşme ve adem-i merkeziyetçilik üzerinden bir değerlendirme yapabiliriz. Bu bakımdan yenilenebilir tarife tüketicileri mevcut sistemde zaten merkezileşmiş konumda bulunan enerji şirketlerine daha da bağımlı hale getirme tehlikesini barındırmaktadır. Olması gereken insanların kendi yerellerinde, belediyelerin de desteğiyle, yenilenebilir enerji kooperatifi kurmalarının sağlanması, bu yolla enerji üretimi yapmaları, üretimlerine bağlı olarak tüketimde tasarrufa dikkat etmelerinin sağlanması ve bu faaliyetlerden elde edilen artı değerin ilgili bölgenin ekonomisinin canlandırılmasında, kültürel ve sosyal gelişmenin gerçekleştirilmesinde ve ekolojiyle uyumlu sistemlerin inşa edilmesinde kullanılmasıdır.
Bu bakımdan Avrupa’daki yenilenebilir enerji kooperatiflerinin faaliyetleri oldukça yol göstericidir. Ayrıca geçtiğimiz aylarda Transnational Institute tarafından yayınlanan “Future is Public: Democratic Ownership of Public Services” raporu da özellikle “re-municipalization” kavramı bakımından umut verici örneklerin halihazırda bütün dünyada gerçekleşiyor olduğunu göstermektedir. Birçok farklı bağlamda çokça kullanıldığını gördüğümüz ve kaynağı bakımından çevre hareketleriyle de bağdaştırılan “think globally, act locally” cümlesi Türkiye’de de bu yönde gerçekleştirilen faaliyetlerin daha da güçlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
Diğer yandan maliyet kavramının içine sadece parasal değerlerin dahil ediliyor oluşu iklim krizi açısından dünyaya bakışımızın değişmesi gerekliliğinin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu gözler önüne seriyor. Zira ekolojik krizleri göz önüne alacak olursak aslında yenilenebilir olmayan her kaynağın (nükleer dahil) bize küresel afet yaşatacak düzeyde maliyetler ödeteceği olgusu bugün artık bu konudaki birçok bilimsel çalışmanın medyada popüler hale gelmesi sonucu fazlasıyla görünür hale gelmiştir. Bu bakımdan Fridays For Future (Gelecek İçin Cumalar) ve Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) gibi aktivist hareketlerin yaptığı vurguları politika yapıcılar maliyetler dahilinde göz önünde bulundurmak zorundadır.
Enerji Demokrasisi nedir? YETA’yı enerji demokrasisi çerçevesinde nasıl değerlendiririz?
Enerji demokrasisinin tanımını yapmak yerine bir taban hareketi olduğunu söylemenin ve kısaca tarihinden bahsetmenin daha yararlı olacağı düşüncesindeyim. Zira taban hareketleri dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkıp ortak bir temelde buluşabiliyor ancak yine de her hareketin kavrama incelik katan kendine has vurguları olabiliyor. Bu bakımdan efradını cami ağyarını mani bir tanım yapmak pek mümkün olmayacaktır. Enerji demokrasisi bugün küresel savunuculuk faaliyetleri açısından çoğunlukla iklim adaletinin bir alt dalı olarak görülüyor. Ancak taban hareketlerinin ortaya çıkışını inceleyecek olursak 1960’lardaki barış hareketine, nükleer karşıtlığına, 1970’lerde yaşanan petrol krizlerinden ötürü merkezi olmayan alternatif enerji arayışlarına ve hatta kavramsal çerçeveyi biraz zorlarsak dünya savaşları ve büyük buhran gibi krizlerin yaşandığı 20. yüzyılın ilk 40 yılında geri kalmış kırsal alanlara elektriğin ulaştırılmasına yönelik vatandaş girişimlerine kadar gidebiliriz.
Verdiğimiz tarihi olay örneklerinin ortak özelliğini vatandaşların enerji hakkında etkin karar verebilme kaygısı olarak belirleyebiliriz. Zaten demokrasi kelimesi de artık klişeleşmiş açıklamasından hatırlanacağı üzere halkın gücü/yönetimi anlamlarına gelmektedir. Bu bakımdan Almanya’da yaşayan halkların soğuk savaş döneminde nükleer enerjiden uzak durulmasını, bunun yerine farklı alternatif sistemlerin benimsenmesi gerektiğini vurgulamaları ve olanakları ölçüsünde kendi sistemlerini oluşturmaları enerji demokrasisinin bir boyutuna örnek verilebilir. Diğer yandan bize göre enerji demokrasisini günümüz sorunları bağlamında düşünürken ekolojik krizlerin insanlığa dayattığı enerji dönüşümünde büyük şirketlerin karşısında küçük sivil ve iktisadi girişimlerin karar alma ve politika oluşturma aşamalarında ne kadar etkili olabileceği açısından değerlendirmek faydalı olacaktır. Bununla paralel olarak bahsedilen taban hareketlerinin tarihsel süreçte gerçekleştirdikleri birliktelikler sonucunda bugün enerji demokrasisinin olmazsa olmaz unsurları olarak şunlar söylenebilir: evrensel erişim ve sosyal adalet, yenilenebilir-sürdürülebilir-yerel enerji, kamusal ve toplumsal mülkiyet (buradaki mülkiyet kavramsallaştırmasını Marx’ın toplumsal mülkiyeti yerine müşterekler üzerinden düşünmek daha doğru olur), adil ücret ve yeni yeşil işlerin yaratılması. Sonuç olarak enerji demokrasisini bütün paydaşların aktif katılımını hedefleyen, enerji konusunu sosyal adalet, ekolojik kriz ve hak temelli olarak ele alan bir politik görüş olarak düşünebiliriz.
Avrupa’daki benzer uygulamalar ile ilgili bilgi verir misiniz?
1990’ların ortasından beri yenilenebilir tarifeler sadece Avrupa özelinde değil dünyanın farklı ülkelerinde uygulanmaya başlandığı için bugüne kadar bu alanda pek çok çalışma yapılmış. Bu bakımdan Avrupa özelinden ziyade daha geniş bir bakış açısıyla bu soruya yanıt vermekte fayda görüyoruz. Son dönemde dünya ölçeğinde yapılmış olan bir çalışmayı incelediğimizde biz şu çıkarımların Türkiye’de kamuoyuna sunulmasını gerekli buluyoruz:
Bu tarifelerin desteklenebilmesi için devlet teşvikleriyle yenilenebilir enerji maliyetinin düşürülmesi gerekiyor. Böylece tarife devreye girdiğinde tüketiciler çoğunlukla buna rağbet gösterebilecek seviyede oluyorlar. Bu tarife kapsamında tüketimin artması sonucunda yenilenebilir enerji yatırımları talep arttığı için artmaya başlıyor. Ancak HES’lerin enerji üretiminde fazlaca yer kapladığı ülkelerde ortaya çıkan ekolojik sorunlardan ötürü tüketiciler bu uygulamaya şüpheci yaklaşabiliyor. Ayrıca yenilenebilir enerjinin devlet teşvikleriyle desteklenmesi sonucu oluşan maliyetlerin çoğunlukla halka yansıtıldığı ülkelerde bu tarifeler çekiciliğini yitirebiliyor. Bu son iki neden Türkiye açısından özellikle düşündürücü.
Diğer yandan buna paralel olarak kısa ve uzun vadede yenilenebilir enerjiyi destekleyecek politika araçları ve standartlar geliştirmek önemli. Örnek olarak yenilenebilir kaynakların şebekeye katılımını önceliklendirmek veya şebekeyi yöneten şirketlere belli kota zorunlulukları getirmek pozitif etkilere yol açabilir. Sivil toplum kuruluşları aracılığıyla eko-etiketlerin (fair trade benzeri) oluşturulması tüketici güvenini ve uygulamanın daha iyi bir şekilde hedefine ulaşmasını sağlayabilir. Bu bakımdan eko-etiketlerin enerji pazarının gelişmişlik düzeyiyle orantılı olarak formüle edilmesi durumunda kitlesel bir tarife uygulamasına geçilebileceği düşünülüyor. Eko-etiket uygulamasından elde edilen gelirlerin ar-ge faaliyetlerinde kullanılması, gelişmekte olan ülkelerde yenilenebilir enerji sistemlerinin geliştirilmesi veya HES’lerden zarar görmüş arazilerin onarımında kullanılması gibi uygulamalar mevcut.
Bizi Takip Edin