Salgın Eşitsizlikleri Büyütüyor
Hüsnü Özyeğin Üniversitesi’nden Evren Balta, virüsün yol açtığı ölümlerde toplumsal eşitsizlik ve kırılganlıkların ön planda olduğunu vurgularken, İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Lütfi Sunar, yaşanan sürecin toplumun yoksul ve güvencesiz kesimleri için özel bir dikkatle değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Akademisyen Cavidan Soykan, korunmadan, izolasyon süreçlerine kadar ‘sınıfsal’ ayrımların salgınla birlikte görünür olduğunu belirtirken, Kalkınma Atölyesi’nden Ertan Karabıyık da salgının eşitsizlikleri ‘turnosol kağıdı’ gibi görünür kıldığını vurguluyor.
Lütfi Sunar, Toplumsal Yapı Araştırmaları Programı’nının ‘hayat için sosyoloji’ başlığıyla yayınladığı korona analizlerinde, salgınla mücadelede ilk eşik olan ‘eşitsizlikler’ konusunu gündeme getiriyor.
İnsanların biyolojik olarak hastalıklara eşit açıklıkta veya dayanıklı olmadıkları gibi sosyoekonomik nedenlerle de sağlığını koruma, evde kalma, izolasyon, tedavi ve rehabilitasyon anlamında eşit fırsatlara sahip olmadıklarını belirten Sunar, “Bugün ilk aşamada uygulanan evde kalma gibi tedbirler özellikle sabit gelirli ve iş garantisi olan orta sınıflar için anlamlı görünse de salgının çok sayıda esnafın zora girmesine, işçilerin işini kaybetmesine ve düzensiz işlerde çalışanların gelirlerinden bütünüyle mahrum kalmalarına yol açacağı görülüyor. Sosyoekonomik eşitsizlikler farklı kesimler için sağlığa erişimi ve hastalığa yakalanma ihtimalini çok ciddi bir biçimde etkilediği gibi salgın sürecinde bu döngü katlanarak artacak.” diye belirtiyor. Sunar’a göre, sorunun aşılabilmesi için öncelikle eşitsizliklerin oluşumunun ve kaynağının farkında olmak ve eşitsizliklerin salgından daha kapsamlı sorunlar oluşturduğunu görmek gerekiyor.
“Yayılma Dinamikleri Eşitsizlikler Üzerinden İlerliyor”
Virüsün yayılma dinamiklerine bakıldığında yoğun yerleşimin olduğu büyük kentlerde salgının daha fazla olduğunun görüldüğünü belirten Evren Balta, “Büyük kentlerin her tarafı eşit değil. İnsanların çalışmak için evden çıkmak zorunda olduğu yerler, işçilerin yoğun olarak yaşadığı, daha yoksul nüfusun yoğun olduğu bölgelerde salgının arttığını görüyoruz.” diyor. Bu kesimlerin yaşama ve beslenme açısından bağışıklık sistemlerinin daha düşük olduğunu da vurgulayan Balta, “Virüsün en büyük etki dinamiği sınıfsal eşitsizliklerle şekilleniyor. Kimi yerlerde kent yoksulluğunun ırkla ya da göçmenlikle üst üste geldiğini söylemek de mümkün. Örneğin Amerika’da virüsten ölenler arasında siyahların sayısının daha fazla olmasının temel nedeni yoksulluğun ırkla birleşmiş olması, siyahların daha yoksul olması.” Dedi. Balta, virüsün potansiyel olarak herkesi etkilediğini ancak ölüm olanlarının ve salgının artış hızının yüksek olduğu yerlere bakıldığında toplumsal eşitsizliklerinin ve kırılganlıklarının ön plana çok çıktığını vurguluyor.
“Sağlık Önlemleri Herkesi Değil Sağlıklı Olanı Kapsıyor”
Virüsten korunmak için gerekli malzemelere erişimin bile eşit olmadığını belirten Cavidan Soykan, ‘evde kalabilmenin’ de herkes için eşit olmadığına vurgu yaparak, “Sokağa çıkmadan da bir gelir elde edenler, evden işlerini yürütebilen orta üst sınıf, evden çalışmalarına izin verilen beyaz yakalılar gibi… Evlerinden çıkmadan çeşitli yollarla sanal alışverişe gücü yetenler, diğer bir deyişle interneti ve bu imkanı kullanmaya izin veren bir teknolojik aygıtı olanlar. Boşuna internet bir insan hakkı olarak tanınmalı tartışmaları yapılmadı yıllardır. Tam da bugünler içinmiş. Eğitim hakkına erişim için bile en basitinden bir televizyona ihtiyaç var devlet okullarında okuyan çocuklar için. Herkesin evinde bu imkanların olduğunu varsayan bir sistem ile karşı karşıyayız. Ama aslında gündelik hayatın sürdürülebilmesi için çalışmak zorunda olanların evde kalması mümkün değil. Bu konuda da ilk başı sağlık çalışanları çekiyor ve ne yazık ki onlardan da kayıplar verdik. Sonrasında ilk aklıma gelenler, isyan eden kargocular, market çalışanları, temizlik işçileri, belediye çalışanları, özellikle de şoförler, üretime hiç ara vermeden devam eden fabrikalarda hasta da olsa çalışmak zorunda olanlar ve en kötüsü de hizmet sektöründe çalışıp, işten atılan veya ücretsiz izne yollanan on binler belki de yüz binler var karşımızda…” diyor.
Salgından korunmada bağışıklık sisteminin güçlü olması gerekliliği ve bunun için de yeterli, dengeli beslenme ve iyi uykunun önerildiğini hatırlatan Soykan, “Türkiye koşullarında asgari ücretli birinin ve geçimini sağladığı ailesinin yeterli ve dengeli besleniyor olması imkansız. Her şeyden önce ilaçsız, hormonsuz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak gerçekten ciddi bir çaba gerektiriyor. Ben kronik hastalığımı yenmek için bir süredir üreticiden aracısız sağlıklı sebze ve meyve almaya çalışıyorum ama bu cidden orta halli bir aile için çok sürdürülebilir bir durum değil. Yaptığım işlerden kazandığım tüm parayı gıdaya harcıyorum desem yanlış olmaz. Bu sorunun sosyo-ekonomik boyutu. Bir de tabii, sağlıklı olanlar için alınan önlemlere dahil edilmeyen ve yapılan uyarılarla yerilen, aşağılanan yaşlılar, engelliler ve kronik sağlık sorunu olanlar var. Bütün kamu spotları sağlıklı insana göre düzenlenmiş. Biz kronik hastalığı olanlar ne yapalım peki? Ya da ilk günlerde çeşitli zorbalıklara maruz bırakılan yaşlılar ne yapsın? Zaten virüsü kaparsak ölecekmişiz gibi kurulan bu ayrımcı dil ve söyleme kulaklarımızı mı tıkayalım? Pandemi açık açık şu anda uygulanan sağlık önlemlerinin aslında herkesi değil, ‘sağlıklı’ olanı kapsadığını gösterdi.” Diyor.
Soykan virüsten korunmak için izolasyon, tedaviye erişim ve rehabilitasyon alanında da eşitsizlikler yaşandığını kaydederek, “Tedaviye erişimde testlerin paralı yapılıyor oluşu zaten ilk başta çok açık bir ayrımcılık yarattı sınıfsal anlamda. En ufak bir şüphe duyan, gidip parasını ödeyip testini yaptırabildi. Her gün sokakta olup, çalışmak zorunda olanların ilk önce test edilmesi ve pozitif vakaların ücretli izne çıkarılması gerekirdi. Şimdi farklı farklı işyerlerinden, fabrikalardan, idari gözetimde tutulan mültecilerden, hapishane personelinden pozitif vakaların olduğunu duyuyoruz. Bunların iyi bir planlama ile çok rahat önüne geçilebilirdi.” dedi.
“Aynı Gemideyiz Diskuru Geçerli Değil”
Sadece Koronavirüs salgınının değil diğer afetlerin de herkesi eşit etkilemediğini vurgulayan Ertan Karabıyık, bunun Adana’dan geçtiğimiz aylarda yaşanan sel felaketinde de yaşandığını hatırlatıyor. Selde açık arazilerde çadırda yaşayanların daha çok etkilendiğini belirten Karabıyık, “Pandemiyle ilgili ilk başta iki ana ayrım var. Evde kalanlarla, kalamayanlar. Evde kalanların arasında işini kaybetmeyenler, parası olanlar, tasarrufu olanlar çok fazla etkilenmediler. Ama evde kalınca işinden olanlar, gelirlerini kaybedenler gerçekten çok etkilendi. Evde kalamayanlara baktığımızda onların işlerinin daha zor olduğunu görüyoruz. O yüzden ‘aynı gemideyiz’ hikayesi ‘hepimizi eşitledi’ söylemi diskuru maalesef geçerli değil.” dedi.
Salgının toplumun alt kesimlerindekileri, yoksulları daha da yoksullaştırdığını vurgulayan Karabıyık, “İşyerlerini kapatmak zorunda kalan küçük esnaf çok fazla etkilendi. Hükümetin aldığı tedbirler borçları ötelemekten fazlasına geçmedi. Toplumun en kırılgan kesimlerine yapılan o bin liralık yardım da yeterli değil. Diğer bir konu bu insanların yeteri kadar beslenmediği için dirençli olamamaları… Bu salgının bulaşması durumunda sağlık riskinin artmasına sebep oluyor. Roman toplumlarında, mevsimlik gezici tarım işçilerinde bunların belirtilerini çok kolay görebiliriz” dedi.
Salgın Eşitsizlere Bakışı Değiştirir mi?
Öte yandan, Koronavirüs salgını gıda güvenliğini ve gıdaya erişiminin önemini ortaya koyunca; tarım sektöründe çok ağır şartlar altında çalışan mevsimlik, göçmen işçilerini de daha görünür kıldı. Geçtiğimiz hafta Romanyalı tarım işçilerinin İngiltere’de ‘kahraman’ gibi karşılanmasını da sorduğumuz Cavidan Soykan, salgın öncesinde istenmeyen Doğu Avrupalı göçmen işçilerin emeğine muhtaç kalınmasını trajikomik olarak yorumlayarak, “Aynı durum Almanya ve Belçika için de geçerli. Biz göç çalışanlar bu işlere 3D (Dirty, dangerous, difficult) işler; Türkçesi ile kirli, tehlikeli ve zor/küçük düşürücü işler deriz. Bunların hep göçmenler tarafından yapıldığı için de ortada vatandaş olanlar açısından yabancılar tarafından çalınan işler olmadığını savunuruz. Pandeminin tek iyi tarafı belki de bunu ayan beyan göstermesi oldu.” diye konuştu.
Bu konuda İngiltere’de ayrımcılığa dikkat çeken videoların yapıldığını belirten Soykan, “Göçmenlerin bu pandemi zamanlarında en ön saflarda yer aldığı; sağlıkta, hizmet sektöründe, tarımda emeklerinin ne kadar kıymetli olduğu anlatılıyor. Bu ve benzeri söylem ve eylemler yabancı ve göçmen düşmanlığını, ırkçılığı engellemede bir nebze etkili olacaktır ama uzun vadede değişim için tepedeki politik söylemin, politika ve politikacıların değişmesi gerek bence. Bu aşırı sağ siyaset/söylem seçmenler tarafından oy almaya devam ettiği sürece, bu sorunun çözümü bence çok zor. Çünkü sağ siyaset her zaman milliyetçilik üzerine oynamaya devam edecektir.” Dedi.
Ertan Karabıyık da mevsimlik tarım işçilerinin, göçmen işçilerin ne kadar önemli bir rol oynadığının salgınla birlikte görünür olduğunu belirterek, pandemi sonrasında bu konuda iki gelişme yaşanacağını dile getiriyor. Karabıyık şunları söylüyor: “Bunlardan ilki; tarım alanında insanların yerine kullanılacak teknolojiler için çalışmalar yürütülmesi. Tarım işçilerinin yaşam standartları tartışma konusu olacak. Daha iyi standartlar sağlanması gündeme gelmek zorunda diye düşünüyoruz”
Pandeminin eşitsizliklerin hangi toplumsal kesimlerde olduğunu gösteren bir turnusol kağıdı işlevi gördüğünü kaydeden Karabıyık, başka fark edilen bir konunun da, dezavantajlı kesimlerin hakları ve çalışma koşulları hakkında istendiğinde ne kadar hızlı hareket edilebileceğinin görülmüş olması olduğunu kaydediyor. Karabıyık salgın sonrasında işçilerin yasal güvenceleriyle ilgili tartışmaların artacağını da vurguluyor.
Bizi Takip Edin