“AB Fonları Sivil Toplumun Depolitize Olmasına Katkı Sağlıyor”
Yeni çıkan Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri: Sivil Toplum ve Depolitizasyon kitabını ile çalışmalarını konuştuğumuz Liverpool Üniversitesi Öğretim Üyesi Özge Zihnioğlu, “AB fonlarının Türkiye’deki sivil toplumun profesyonelleşmesine yol açmadığı, ancak depolitize bir sivil topluma katkı sağladığı sonuçlarına ulaştım” diyor.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Liverpool Üniversitesi Politika Bölümü’nde öğretim üyesiyim. Genel olarak Türkiye’de sivil toplum üzerine araştırmalar yapıyorum. Ayrıca Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri üzerine çalışıyorum. Uzun süre AB’nin sivil toplum politikasını ve dış yardımların sivil toplum üzerine etkisini çalıştım. Şimdiki çalışmalarım daha çok aktivizm, enformel sivil toplum aktörleri ve muhafazakar/milliyetçi sivil toplum üzerine odaklanıyor.
Türkiye’deki sivil toplum çalışmalarına diyalog ve işbirliği üzerinden bakıldığında ne gibi yapısal sorunlar göze çarpıyor?
Türkiye’de sivil toplum içerisinde diyalog ve işbirliği genelde sınırlı. Bunun bence temel nedeni sivil toplumun fikirlerden ziyade kişiler üzerinden örgütlenmesidir. Bununla birlikte sivil toplum içerisinde, çok farklı alanlarda giderek daha fazla irili ufaklı, geçici işbirlikleri görmeye başladık. Örneğin çevre, kadın, hayvan hakları örgütleri çeşitli kampanyalar için hızlıca ve bazen uzun bir süre boyunca beraber hareket edebiliyor, en azından dirsek temasını koruyabiliyor. Hatta Kanal İstanbul Koordinasyonu gibi yapılar, ortak bir amaç için çok farklı konularda çalışan grupları bir araya getirebiliyor. Bu tür işbirliklerinin kurulabilmesi ve sürdürülebilmesinde bir diğer önemli faktör siyasi ideolojilerin geri planda tutulabilmesi. Gruplar belli bir siyasi duruşa sahip olabilir, ancak ideolojiler çok öne çıktığında farklı gruplarla diyalog kurabilmek veya yapılan işbirliğini sürdürebilmek mümkün olmuyor.
Carnegie Vakfı’nın Civic Research Network projesinden ve yürütülen çalışmalardan bahseder misiniz?
Bu projenin amacı, özellikle geçtiğimiz on yılda gözlemlediğimiz büyük protestolar sonrası dünyada sivil toplumun değişen biçimini anlamak. Bu amaçla Carnegie Vakfı, Brezilya, Hindistan, Mısır, Türkiye, Ukrayna, Zimbabve gibi dünyanın dört bir yanından uzman ve araştırmacıları bir araya getiriyor. Bu projenin bir parçası olarak biz münferit ya da karşılaştırmalı araştırmalar yapıp, kısa yazılar ya da daha detaylı raporlar hazırlıyoruz. Örneğin muhafazakar sivil toplum üzerine 2018’de, protestolar sonrası aktivist grupların izlediği yolları üzerine 2019’da birer raporumuz çıktı. (Çalışmaların hepsine bu adresten ulaşılabilir.) Projenin bir diğer amacı da sivil toplumun bu değişiminin sivil toplum destekleri üzerindeki etkisini analiz edip bu desteklerin yeniden biçimlendirilmesi için önerilerde bulunmak.
Bu çalışmalar dünyadaki sivil toplum hareketlerinde ne tür değişimler olduğunu ortaya koyuyor?
Dünyanın birçok ülkesinde, sivil toplum içerisinden formel olarak örgütlenen, daha esnek yapılara sahip grupların yaygınlaştığını görüyoruz. Bu, formel yapıların, mesela bizdeki derneklerin yok olduğu anlamına gelmiyor, ancak giderek daha fazla kişi ve grup dernekleşmeden faaliyet gösteriyor. Bunlardan bir kısmı yardım toplamak gibi pratik nedenlerden ötürü dernekleşse bile bunu ön plana çok çıkarmıyor.
Formel yapılardan uzaklaşılmasının sebepleri neler? Türkiye’deki durumla ilgili gözlemlerinizi alabilir miyiz?
Enformel ağların önem kazanmasının sebebi ülkeden ülkeye değişebiliyor. Türkiye bağlamında birkaç farklı sebebi var. Birincisi, dernekleşme çok fazla bir idari yük ve sorumluluk getiriyor. Özellikle az insan kaynağı ile hareket eden küçük gruplar için bu önemli bir sorun. Faaliyetlerinin maddi bir boyutu olmayacaksa dernekleşmeye gerek duymuyorlar. Ayrıca, hak temelli çalışan birçok grup denetlemelerin ve cezaların keyfi olmasından yakınıyor ve bu yolla doğabilecek dolaylı baskıyı bertaraf etmek için enformel olarak örgütlenmeyi tercih ediyor. Bu noktada derneklere getirilen üye bildirim zorunluluğunun da bundan sonrası için etkili olabileceğini düşünüyorum. Son olarak, enformel olarak örgütlenmek, bu gruplara büyük bir esneklik sağlıyor. Enformel gruplara üye girişi (ve tabii çıkışı) çok daha rahat olabiliyor, daha hızlı mobilize olabiliyorlar.
Yeni çıkan kitabınız Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri: Sivil Toplum ve Depolitizasyon hangi konulara odaklanıyor?
Akademik literatürde dış yardımların sivil toplumu, özellikle taban hareketlerini STK’laştırdığı (NGO-ization), yani gönüllülerin yerini maaşlı çalışanların aldığı ve bu arada hareketi depolitize ettiği yönünde bir tartışma var. Ben de AB fonlarının Türkiye’deki sivil toplumun üzerinde böylesi bir etkisinin olup olmadığını araştırmak için 2015 ve 2017 yılları arasında bir TÜBİTAK projesi yürütmüştüm. Proje kapsamında Türkiye’de sekiz farklı ilde 48 STK ile görüştüm, projelerini, çalışmalarını inceledim. Özet olarak, AB fonlarının Türkiye’deki sivil toplumun profesyonelleşmesine yol açmadığı, ancak depolitize bir sivil topluma katkı sağladığı sonuçlarına ulaştım. Kitap, araştırmayı bir adım daha öteye götürerek sivil toplumun depolitizasyonunun Türkiye-AB ilişkileri için ne ifade ettiğini tartışıyor. Bunu yaparken de bir yandan Türkiye-AB ilişkilerinin güncel sorunlarını diğer yandan Türkiye’de sivil toplumun mevcut durumuna ışık tutuyor.
AB fonlarının Türkiye’deki sivil toplumun depolitizasyonuna katkı sağlamasıyla ilgili sonuca nasıl ulaştınız? Bu anlamda AB’nin nasıl bir düzenlemeye gitmesi gerekir?
Genel olarak AB programlarının bence temel yapısal sorunu çok fazla faaliyet ve çıktı odaklı olması. ‘Başarılı’ bir proje ürettiği somut çıktılarla ölçülüyor. Bu da sivil toplumu ölçülebilir faaliyetlerin ağırlıkta olduğu projelere yöneltiyor. Bu tür faaliyetleri hizmet temelli çalışmalarda yürütebilmek daha kolay. Örneğin bir eğitimi kaç kişiye verdiğinizi, o konuda kaç kitap bastığınızı çok rahat sayılara dökebilirsiniz. Ancak hak temelli çalışmaları ya somut çıktılara dökmek çok zor ya da bu çalışmaların sonuçları (örneğin kanun değişikliği gibi) çok uzun vadede ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, AB fonları dışında hak temelli çalışmalar yürüten STK’lar bile AB fonlarıyla daha ziyade hizmet temelli çalışmalara yöneliyor. Daha yeni oluşturulan bazı programlar bunu aştı. Ancak AB’nin bu programların yapısını daha genel olarak değerlendirmesi gerekiyor.
AB’nin Türkiye’deki sivil toplum alanının genişlemesine katkıları size göre yeterli çoğullukta mı? Bu fonların Türkiye’deki sivil toplum arasındaki kutuplaşmaya katkı sağladığıyla ilgili değerlendirmelere katılıyor musunuz?
Dış yardımların bir ülkedeki sivil alanın genişlemesine katkısı diğer, ülke içi faktörlerden ayrı olarak değerlendirilemez. Sivil toplumu doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren hukuksal çerçeve, devlet ve toplumun sivil toplum algısı çok önemlidir. Bu faktörler sivil toplum için olumlu yönde geliştiğinde AB fonları da katalizör etkisi yapmıştır. Diğer yandan toplumdaki kutuplaşma genel olarak artarken sivil toplumun da kendi içinde kutuplaşmasının artması da doğal bir gelişme.
Sivil Sayfalar olarak hazırladığımız Sivil Toplumun Öncüleri dosyamızda birçok görüşme yaptık. Sivil toplum alanında farklı kurum ve düşünce yapısından aktörler genel olarak, Türkiye’de sivil toplum faaliyetleriyle ilgili şeffaflık, kapsayıcılık üzerinden sorunlara işaret ediyor. Siz sivil toplum çalışmalarını artılar eksiler yönünden nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de sivil toplumun içerisinde dinamik ve yaratıcı bir grup var. Mevcut sorunlara yaratıcı yollarla yaklaşabiliyor ya da COVID-19 gibi güncel sorunlara hızlı tepkiler verebiliyorlar. Sayıca çok kalabalık olmasalar bile seslerini duyurabiliyorlar. Diğer yandan, Türkiye’deki sivil toplumun temel eksiklerinden birinin kapsayıcılık olduğuna katılıyorum. Genel olarak STK’ların topluma nüfuzları sınırlı. Tabii bu sadece STK’ların toplumla ilişkisi değil, aynı zamanda toplumun sivil toplum algısıyla da alakalı bir durum.
Bizi Takip Edin