İnfaz Düzenlemesi Nasıl Olmalı?
Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 virüsü salgını nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de birtakım radikal tedbirler alınıyor. Bu alanlardan birisi de cezaevleri. İnfaz Kanunu değişikliği ile salgın yayılmadan cezaevlerinin boşaltılması planlanıyor. Kamuoyuna ulaşan taslak metine göre 100 bin kişiye tahliye yolu açılırken, farklı görüşlerden tepkiler de var.
Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden yarı yarıya indirilecek. Aynı suçu tekrar işleyenler, cinsel suçlar ve uyuşturucu ticareti suçlarından mahkum olanlarda dörtte üç olan bu oran ise üçte ikiye indirilecek. Yine aynı oranda (3/4) uygulanan kasten öldürme, terör suçları ile örgütlü suçlardan hüküm alanlar bu düzenlemeden yararlanamayacak. Diğer bir deyimle kişinin cezaevinde geçireceği süre aldığı cezanın yarısına veya üçte ikisine düşecek. Kalan süreden de ayrıca denetimli serbestlik süresi düşecek.
Pakette yer alan önemli geçici düzenlemelerden biri de 1 yıllık denetimli serbestlik süresinin 3 yıla çıkarılması olacak. Çok sayıda tahliye getirmesi beklenen düzenlemeden belirli bir tarihten önce işlenen terör, kasten öldürme ve özel hayatın gizliliğine ilişkin suçlar işleyenler faydalanamayacak. Bu düzenlemeyi 2016’dan da hatırlıyoruz. Denetimli serbestlik süresi 2 yıla çıkartılmış ve yaklaşık olarak 38 bin mahkum tahliye edilmişti.
Ayrıca 0-6 yaş grubunda çocuğu olan ve koşullu salıverilmesine 2 yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlüler için denetimli serbestlik süresi 4 yıla çıkarılması öngörülüyor. Yine 65 yaşının üstündeki hükümlülerin denetimli serbestlik kapsamında serbest bırakılması, çocuk hükümlülerinse 18 yaşını dolduruncaya kadar infaz kurumunda geçirdikleri 1 gün 3 gün olarak sayılması planlanıyor.
Getirilecek Düzenleme Bir Af mı?
Getirilen düzenleme bir af değil, ancak pratik anlamda bir af olduğu söylenilebilir. Zira hukukumuzda ‘infazın durdurulması’ gibi bir kurum var ve virüsün yaratacağı olası etkilerin önüne geçmek adına bu tedbire de başvurulabilirdi. Bunun yerine zaten son 3 yıldır toplumda beklentisi oluşan infaz düzenlemesine başvurulduğu görülüyor. Suç politikası çerçevesinde affın genelde üç nedenle yapıldığı görülür: Olağanüstü (savaş, kıtlık gibi) dönemi kapatan af, toplumsal barış affı ve hükmü düzeltici af.
Ülkemiz hukuk sistemini göz önünde bulundurduğumuzda bu düzenlemenin saydığımız son iki nedenle yapılması gerektiği düşünülebilir. Zira politik kutuplaşma nedeniyle toplumda hatırı sayılır sayıda kişi gözaltı, tutuklama, hapis cezası, mesleğinden-makamından men, mallarına el konulma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı, kalmaya da devam ediyor. Bununla beraber, politik bir sebebi olmamasına rağmen eksik inceleme, kanunun yanlış uygulanması gibi nedenlerle haksız şekilde mahkum olan kişilerin sayısı da azımsanacak gibi değil.
Toplumda oluşan af beklentisi de en az virüs tehdidi kadar bu değişikliğin etkenlerinden birisi. Çünkü af kavramı hukuki olduğu kadar sosyolojik de bir kavram. Geçmişte yaşanan kötü örnekler de göstermiştir ki af söylentilerinin etkileri en çok cezaevlerindeki mahkumlarda görülmektedir. Olası bir salgın ile isyan ateşinin tetiklenmesi işten bile olmayabilirdi. Diğer yandan salgın tehlikesi ve cezaevlerinin fiziki koşullarının elverişsizliği, ekonomik maliyeti gibi kaygılarla yapılan düzenlemenin bazı şerhler düşülerek yerinde olduğunu ifade edebiliriz.
Düzenleme Eşitlik İlkesine Uygun mu?
Yaşam hakkı en temel ve yüce insan hakkıdır. Devletler ve bireyler en öncelikli olarak bu hakka saygı göstermelidir. Bu nedenle alınmaya çalışılan önlem yerinde olmakla beraber, eşitlik ilkesine aykırı hareket edildiği açıktır. Anayasa Mahkemesi’nin 1991 ve 2001 tarihli iki kararında; aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden birinin, sırf suçunun türü nedeniyle daha uzun süre çektikten sonra tahliye edilmesini eşitlik ilkesine aykırı bulmuştur. Bu bağlamda cezaevlerindeki toplam kişi sayısının %15’ine karşılık gelen ve bir çoğu silahla ilişkilendirilemeyen örgütlü ve terör suçu mahkumlarının göz ardı edilmesi en hafif tabirle yanlıştır.
Ayrımcılık, hukukumuzda aynı statüde olanlara farklı işlem yapılmasından ve bunun makul bir nedene dayanmamasından ortaya çıkan bir haldir. Salgınının dünyayı ve Türkiye’yi yerle bir ettiği bir dönemde yapılan infaz düzenlemesinin amacı virüsün cezaevlerindeki mahkûmlara bulaşmasını önlemek olduğu kuşkusuzdur. Bu amaç, suçları ne olursa olsun bütün cezaevinde yatanlar için geçerli olmalıdır. Öyleyse infaz yasasını işlediği suça göre, bazılarına uygulayıp bazılarına uygulamamak Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve AİHS’e aykırıdır. Cezaevleri gibi devletin denetimi altındaki yerlerde bulunan insanların yaşamlarından devlet sorumludur. Aksi hal yaşam hakkının ihlalidir.
Çok sayıda, gazeteci, sivil toplum aktörü, sanatçı, siyasi sırf muhalif olduğu için ya çok uzun süreler tutuklu olarak cezaevinde ya da şiddet eylemlerine karıştıklarına, şiddet eylemlerini kışkırttıklarına veya yasa dışı silahlı gruplara lojistik destek sunduklarına ilişkin hiçbir delil olmamasına karşın, terör örgütü üyeliğinden ceza alıyor. Bu bağlamda tutukluluğun bir cezalandırma aracı olarak kullanılmasından vazgeçilmeli ve terör tanımı üzerine tekrar düşünülmelidir.
Ne Yapılmalı?
Tutuksuz yargılama ilkesi sözde değil, özde uygulanmalıdır. Ağır cezalı suçüstü halleri dışında bütün tutuklular serbest bırakılmalı; yargılamalar tutuksuz olarak yapılmalıdır.
Terör ve örgütlü suçlar da infaz düzenlemesinin içine dahil edilerek, şiddet eylemine karışmayanlar yönünden uygulanması sağlanmalıdır.
Yapılacak bu düzenlemenin ‘toplumsal barışı sağlayan af’ perspektifiyle ele alınarak, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terör tanımı güncellenmeli, siyasi muhalefeti bastırmak için bir araç olarak kullanılmaktan vazgeçilmeli, salgın nedeniyle yaşanılan olumsuz süreci bu şekilde toplumsal kucaklaşmaya vesile edilmelidir.
Bizi Takip Edin