Eyvah yaşlanıyoruz
Bugün dünyada birçok ülke bir yaşlanma telaşı içinde. “Üç çocuk yapın” çağrıları esasen bu telaşın Türkiye’deki yansımalarından biri. Üç çocuk beklentisinin arkasında, Türkiye’nin kalabalıklaşarak başka ülkelere üstünlük sağlaması olduğunu düşünenler var mıdır bilmiyorum ama ben yine de bu çağrının nüfus artışıyla değil esasen Türkiye’nin yaşlanan bir ülke olması ile ilgili olduğunu belirteyim. Peki hızla yaşlanan […]
Bugün dünyada birçok ülke bir yaşlanma telaşı içinde. “Üç çocuk yapın” çağrıları esasen bu telaşın Türkiye’deki yansımalarından biri. Üç çocuk beklentisinin arkasında, Türkiye’nin kalabalıklaşarak başka ülkelere üstünlük sağlaması olduğunu düşünenler var mıdır bilmiyorum ama ben yine de bu çağrının nüfus artışıyla değil esasen Türkiye’nin yaşlanan bir ülke olması ile ilgili olduğunu belirteyim. Peki hızla yaşlanan bir toplum olarak Türkiye bu sürece ne kadar hazır?
Türkiye yaşlanıyor. Üstelik gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında şunu görüyoruz: Çok hızlı yaşlanıyor. Üretken nüfus oranı azalıyor, bir başka deyişle 15 yaş altı ve 65 yaş üstü bireylerden oluşan bağımlı nüfusun oranı artıyor. Bu da esasen yaşlıların oranının artmasından kaynaklanıyor. Yöneticilere endişe veren bu. Öte yandan yaşlı nüfusun hızla çoğalıyor olmasına karşın, henüz yaşlılık bir mesele olarak değer buluyor sayılmaz.
Türkiye 2023 yılında ‘çok yaşlı toplum’ kategorisinde
Türkiye’nin önemsemediği veya görmezden geldiği, belki de farkında olmadığı bir yaşlılık meselesi var diyebiliriz. Birleşmiş Milletlerin tanımına göre yaşlı nüfus oranı %8 – 10 arasında olan toplumlar yaşlı, %10’dan fazla olanlar çok yaşlı toplumlar. Türkiye’de yaşlı oranı 2014 yılı itibari ile % 8.0. 2023’te 10.2 olması bekleniyor. 2014 yılında yaşlı bağımlılık oranı, yani çalışma çağındaki her 100 kişiye düşen yaşlı sayısı 11.8. Bu sayının 2030’da 19,3 olması bekleniyor. Ek olarak 2023 yaşlısının günümüz yaşlısından farkları olacak, refah düzeyi daha fazla, daha tüketici ve hizmet beklentileri de daha fazla olacak.
Türkiye Avrupa’nın en hızlı yaşlanan ülkelerinden biri
Avrupa ülkelerinin çoğunda yaşlı nüfus %20’ye yakın bir oranda. Dolayısıyla Avrupa’dan hala çok daha genç olduğumuz doğru. Fakat Türkiye’nin yaşlanma hızının Avrupa ülkelerinden çok daha fazla olduğunu, yani onlara göre daha kısa sürede oranlarımızın yükseldiğini ve nüfusumuzun büyüklüğünü, dolayısıyla toplam yaşlı sayısının fazla olduğunu düşünürsek, yaşlılığın Türkiye’nin önemli sorunları arasında görülmesi gerektiği aşikar.
Daha az doğuruyor, daha çok yaşıyoruz
Evet, yaşlanma sadece Türkiye’nin meselesi değil. Genel olarak dünya yaşlanıyor. Tabi buna neden olan temel faktör nüfus artış hızlarının, başka bir açıdan doğum oranlarının düşmesi. BM projeksiyonlarına göre 1950-2050 arasında dünya nüfusu dörde katlanırken yaşlı nüfus 10 katına çıkacak. Ancak bu demografik dönüşüm, Türkiye’nin de hızlı bir şekilde yaşadığı bir dönüşüm. İlkin, doğurganlık hızı (kabaca ortalama çocuk sayısı) azalıyor. 1950’lerde 6’nın üzerinde olan bu sayı, 70’lerde 5 çocuğa, 80’lerin sonunda 3 çocuğu düşmüş. 2000’li yıllarda ise 2’ye yaklaşmaya başladı (2014 itibari ile 2,17). Buna karşılık yaşam beklentisi de artıyor. 50’lerde 48 olan ortalama yaşam süresi, 80’de 58’e, 2000’de 68’e yükselmiş. Ortalama ömür 2014 itibari ile ise 78 yıl. Daha az doğuruyor daha uzun yaşıyoruz, yaşlı nüfusun oranının artması bu yüzden. Ömrün uzamış olması elbette güzel bir şey, ama yaşlıların kaliteli bir hayat sürdüğü söylenemez. Bunun sebebi de basit: yaşlanma düşünülmeyen, hazırlanılmayan, hesap edilmeyen bir süreç.
Yaşlılık sorunu aynı zamanda bir kadın sorunu
Yaşlılık sorunun diğer bir boyutu da toplumsal cinsiyet. Kadınlar erkeklere göre daha fazla yaşıyor. Doğuşta yaşam beklentisi erkeklerde 75,3 iken kadınlarda 80,7. İlk bakışta tam fark edilmiyor ama bu önemli bir fark. Başka bir veriyle destekleyelim. Yaşlı nüfustaki cinsiyet oranı 77,2. Yani 65 ve daha yaşlı 100 kadın başına 77,2 erkek düşüyor. Üstelik kadınların hem gelir düzeyleri hem de eğitim düzeyleri erkeklere göre daha düşük. Sonuç olarak yaşlılık sadece bir nüfus sorunu değil, bir kadın sorunu olarak da değer verilmesi gereken bir sorun.
Saygıda kusur yok ama…
Peki bu istatistikler neden endişe verici. Kuşkusuz toplumun bakması gereken kesimlerinin oranının artması bir mesele. Fakat bu doğal bir sonuç. Endişe duymamız gereken bu değil, daha ziyade bunun Türkiye’de çok hızlı gerçekleşiyor olması ve başına henüz gelmeyen sorunlara hazırlanmaktan imtina eden toplumumuzun bu sorundan da henüz uzak durması. Oysa halihazırda yaşadığımız bir sorun olduğu halde sorunun sesi, sahibi yok. Yaşlılar başta sağlık sorunları nedeniyle hassas/kırılgan bir grup. Kent ve toplumsal yaşam, bu hassas grubu hesap etmeden şekilleniyor. “Saygı” yüksek belki ama yaşlıların toplumsal yaşama katılımı ihmal edilen hatta istenmeyen bir husus. Şimdiden gözlemlemeye başladığımız yaş ayrımcılığı da giderek büyüyen bir mesele olacak görünüyor. Buna karşın sivil toplumun üzerinde durduğu bir konu değil yaşlılık. Birkaç uzman kuruluşun daha çok bilimsel amaçlarla ilgilendiği örnekler haricinde ilgi odağı değil. Belki de nüfusça en kalabalık olan dezavantajlı gruplardan birini oluşturduğu halde, özörgütü ya da savunucu kuruluşu olmayan bir grup. Bunda tabii yaşlı olmayı, yaşlılık sorunları ve/veya haklarıyla ilgilenmeyi kendine misyon edinecek bir grubun çıkması için yaşlılığın yaşlılar tarafından kabullenilmesi gerekiyor. Ne var ki günümüzde yaşlılık yaşlıların kendilerinin kendilerine yakıştıramadığı, olumsuz kullanılan bir tanımlama. Yaşlılığa olan ilgi geç de olsa, yaşlı oranı ve sorunları arttıkça artacak. Ama tabii bu ilginin yönü ve niteliğini sürekli tartışmak, yaşlılık politikaları üzerine tartışmaları diri tutmak gerekiyor.
Fotoğraf: Ulaş Tol
Bizi Takip Edin