İlkeli Siyaset Örgütlü Toplumla Mümkün
Devletleri, siyasal iktidarları, siyasetçileri ve egemenleri ahlaki ilkelere uygun davranmaya zorlayan şey örgütlü toplumdur.
Devleti ve iktidarı açıklamaya çalışan her özcü girişim eksiktir. Devlete ve iktidara bir öz atfeden, onun dinamiklerini, tarihselliğini ve yer aldığı alandaki güç ilişkilerini örtmeye çalışan bu türden yaklaşımlar, analizlerindeki eksikliği siyasetçileri ahlaka çağırarak, onları ahlaklı davranmaya davet ederek gidermeye çalışır.
Bu tartışmanın birinci aşaması ahlak meselesini modern toplumun bir meselesi olarak tartışmayı içerir. Ahlak, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, modern toplumda ortaklık kurabilecek herhangi bir ilke olarak kabul edilemez. Modern toplumda ahlak, kişinin sosyal çevresiyle kurduğu ilişki ile sınırlı bir tutum ve davranış kalıbından öte bir anlam taşımıyor, taşıması da gerekmiyor.
Bu nedenle içinde ahlak geçen kelimeler herhangi bir ilkeye değil, yalın halde bir kimlik gösterenine dönüşüyor. Devleti, iktidarı ya da meslekten siyasetçileri ahlaka çağırmak ise siyasal alana ve ilişkilere yönelik bir değişim talebi içermediği gibi siyasetçilerden ahlakî ilkelere göre davranmalarını talep etmek, yurttaş olmaktan kaynaklanan ortaklık ve medenilik arayışının bir gereği olarak ortaya çıkmaz. Siyasetçilerin yurttaşları ahlaka çağırması da benzer biçimde ortak bir ilkeyi gözetmenin bir sonucu değil, siyasetçinin meşru olmayan kimi eylemlerini yeniden meşrulaştırmak için ahlak kılığına bürünen kimlik retoriğinin yeniden üretilmesidir.
Devletleri ya da siyasal iktidarları, bir biçimde söz, yetki, karar gücünü elinde tutan kişileri ahlaka çağırmak, bu güç karşısında herhangi bir şey yapamayanların kendi acizliklerini ifade etme biçimlerinden biridir. Ahlak, ezilenlerin elinde kalan ve egemeni erdemli ve merhametli davranmaya, böylelikle ezilenlerin uğraması muhtemel zarardan kendini korumaya yönelik bir manevra olarak kabul edilebilir. Eğer egemenler bu ahlakilikten kendilerinin menfaatine bir meşruiyet devşirebileceklerini görebilirse, ahlakilik çağrısına uygun davranabilir, ancak bu, egemenlerin kişisel projeksiyonlarıyla sınırlıdır.
Bütün otoriter ve totaliter rejimler ahlakı, kitleler üzerinde bir cebir aracı olarak kullanır ve ahlak retoriği ile kurulan cümleler sayesinde toplum içerisindeki farklılıkları yekpare ve tek bir kütle içerisinde eritmeyi hedefler. Burada ahlak, egemenleri kapsayan, onların uyması gereken ilkeleri içermez. Onlar herhangi ahlaki bir ilkeyle sınırlandırılamayacak olanlardır.
Egemenleri ahlakiliğe zorlayan, kişisel dayatmalardan bağımsız, zorlayıcı ve kurumsal ilkelerle hareket etmeyi normlaştıran ahlakiliği egemenliği sınırlamak için kullanan rejimler, demokrasilerin içerisinde ortaya çıkar. Ara sıra Avrupa’daki ülkelerin kimisinde duyulan siyasetçilerin istifa haberleri buna bir örnek olarak verilebilir. Örneğin kısa süre önce Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz istifa etmişti. Aşırı sağ olarak nitelenen ve milliyetçi-muhafazakar siyasetçilerin genç temsilcilerinden biri olan Kurz’un istifa etmesinin nedeni kendisiyle doğrudan ilgili bir konu değildi. Yine ırkçı sağ partilerden ve koalisyon ortaklarından biri olan Özgürlük Partisi‘nin (FPÖ) lideri Heinz C. Strache’nin, seçimlerden önce, güçlü bir Rus oligarkının yeğeni olduğunu söyleyen bir kadından “Orban gibi bir medya inşa etmek” için yardım istediği ve karşılığında görüştüğü bu kişiye kamu ihalelerini vermek için bir çeşit pazarlık yaptığı gizli kamera görüntüleri ile ortaya çıktı. Bu haberin ortaya çıkmasından sonra Başbakan Kurz istifa ederken FPÖ’den İçişleri Bakanı olan Herbert Kickl’ı da görevden aldı. Kickl’ın görevden alınmasından sonra hükümette yer alan aşırı sağcı bakanların hepsi istifa edeceklerini açıkladı. Devamında Avusturya Parlamentosu’nda güven oylaması yapılması zaruri hale geldi ve Başbakan Kurz’un başında olduğu koalisyon güven oylamasını kaybetti. Kısa süre sonra geçici hükümet görevi devraldı.
Ortalama bir demokraside ya da demokratik bir ülkede yaşanan bu örnekteki istifaların nedeni, istifa eden kişilerin ahlaklı kişiler olması mıdır? Kişilerin ahlak kelimesine yükledikleri anlamlar ne olursa olsun, demokratik rejimlerdeki istifaların ahlaki bir tutumdan kaynaklanan davranışlar olarak ifade edilemeyeceğini öne sürüyoruz. Onları istifaya zorlayan siyasal, sosyal ve hukuki teamüllerin ve hepsinden öte gerçekten yurttaşlık bilincinin geliştiği sivil toplumun siyasal alanı denetleme gücünün belirleyici olduğu ifade edilebilir.
Devletleri, siyasal iktidarları, siyasetçileri ve egemenleri ahlaki ilkelere uygun davranmaya zorlayan şey örgütlü toplumdur. Sivil toplumun siyasal alanda kökleştiği ve toplumsal bir güç olarak kendini dayattığı toplumlar, herhangi bir iktidar amacı taşımaksızın iktidarı denetleyebilir ve onu ilkesel davranmaya zorlayabilir.
Türkiye gibi ülkelerde siyasetçileri ahlakiliğe çağırmanın herhangi bir karşılığının olmamasının nedenlerinden biri sivil toplumun ya da kendi çıkarları etrafında örgütlenmiş toplumun bir türlü oluşmamış olmasıdır. Bunun gerçekleşmesi bizzat devlet, hükümet ve siyasal karar alıcılar tarafından engelleniyor olsa da, yurttaşların böyle bir arayışının olmadığını da bir sorun olarak eklemek gerekir.
Bu nedenle yozlaşmanın, sömürünün, devlet imkanlarının kişisel çıkarlar için kullanılmasının, kamu kaynaklarının suistimalinin hiçbir iktidar döneminde engellenemediği, özellikle yeni rejimle birlikte gittikçe denetimsiz ve kontrolsüz bir hale geldiği görülüyor. Türkiye’de refah ve huzur içinde yaşamanın, özgür ve eşit yurttaşlar olabilmenin tek yolu demokrasidir ve bu seçeneklerden bir seçenek değildir, tek seçenektir, dememizin nedeni budur. Nihayetinde siyasetçilerin ahlaklı olmasını beklemek, ahlakî dayatmalarına maruz kalmak yerine, onları ahlaki ilkelere göre davranmaya zorlamak sadece sosyo-politik bir mücadele değildir, aynı zamanda medeni ve yurttaş kalabilme mücadelesidir.
Bizi Takip Edin