İngiliz Seçmeninin Tercihi Sivil Toplumu Neden İlgilendirir?
Başarılı olan siyasi ya da sivil hareketlerin hemen hemen hepsinin tabanla doğrudan ve organik bir bağı olduğunu görüyoruz. Bu yakınlık ve düzenli ilişki sivil toplum açısından tabanda etkin örgütlenme anlamına geliyor. Örgütlenme işin olmazsa olmazı, sadece “ne kadar çok insan temsil ediyorsanız o kadar güçlüsünüz” görüşünden kaynaklı olarak değil, vatandaş olarak sorumluluklarının farkında olan bireylerin güçlendirilmesi anlamına geldiği için önem taşıyor.
Sivil Sayfalar’da yayınlanacak ilk yazım için bilgisayar başına oturduğumda, sivil toplum alanında en çok neyi paylaşmak istiyorum, bugün yaşadığımız ama geleceği de belirleyen unsurlar, dinamikler neler diye kendime sormuştum. Buradan başlayınca sivil toplum alanında bir yandan hak alanında söylediklerimizden geri durmadan yeni bir yaklaşım ve söyleme ihtiyacımız olduğunu anlatan bir yazı yazmıştım. Geçtiğimiz hafta tüm yazı boyunca kısaca İngiltere diyeceğimiz Birleşik Krallık’ta yapılan ve Muhafazakar Parti tarafından kazanılan parlamento seçimlerinin ardından yine bu yaklaşım ve söylem üzerine yazmanın zamanı geldi sanırım. Türkiye’de bile olmayan ve siyasi partilerin yarıştığı seçimlerle Türkiye’deki sivil toplumun yaklaşım ve söyleminin ne alakası var derseniz buyurun yazının devamına.
Önce İngiltere seçimleri hakkında kısacık bir özet bilgi. İngiltere’nin yılan hikayesine dönen referandumda seçmenler tarafından kabul gören Avrupa Birliği’nden çıkma kararı (popüler ve bilinen adıyla Brexit), o dönemin başbakanı David Cameron ve yürütülemeyen bir süreç sonucunda da Theresa May’in istifasına neden oldu. Muhafazakar Parti’nin yeni lideri Boris Johnson Brexit’i uygulamaya geçirmek için İngiliz Parlamentosu’nu aradan çıkarmak isteyince de olanlar oldu ve 12 Aralık tarihinde erken genel seçim yapılma kararı alındı. Muhafazakar Parti’nin seçimleri kazanacağına dair bir öngörü oluşmuş olmasına rağmen, İşçi Partisi’nin 1935 yılından bu yana aldığı en ağır yenilgiyi göreceğini herhalde çok az kişi tahmin etmiştir. Benzer bir biçimde neredeyse hemen hemen hiçbir seçimde Muhafazakar Parti’ye teveccüh göstermeyen, geleneksel olarak İşçi Partisi’nin tabanı olarak “kabul gören” ve Muhafazakar Parti “istilasına” karşı “kırmızı bir duvar” (red wall) ören kuzey, orta İngiltere ve Galler Bölgesi’ndeki yerleşimlerden seçmenler de bu seçimlerde hiç gözünün yaşına bakmadan Muhafazakar Parti’ye mührü basıverdi.
Buraya kadar olup bitenler bir çoğumuz için İngiliz iç siyaseti ile ilgili. Ancak seçim sonuçlarını genel geçer bir bakış açısıyla değil de, yenilginin gerçek sebeplerini anlama derdiyle yapılan analizlere bakıldığında, İngiliz İşçi Partisi’nin tabanı ile olan ilişkisini yitirdiği ve seçmenlerinin neyi dert edindiğine ilişkin bir çaba göstermek yerine tabiri caizse çantada keklik görerek, karmaşık ve anlaşılmaz bir dille mesajlarını tam olarak iletemediğini görüyorsunuz. Siyaset dünyanın her yerinde insanı merkeze alan, artan ekonomik eşitsizliklere çözüm üreten, iklim krizini ciddiye alan ve ayakları yere basan bir gelecek vaat etmediği ve bunları “ölümlülerin” anlayacağı bir dille anlatmadığı sürece, korku ve endişeye temelli, kutuplaştıran güvenlikçi dile yenik düşme olasılığını artıracak. Bu sadece lafla olacak iş de değil, var olan siyasi yapılar ve süreçlerin de köklü bir değişimden geçmesi, yeni fikirlerin sadece siyasi ve entelektüel elit tarafından değil, vatandaşlar tarafından da tartışılması ve üretilmesi gerekli.
Sivil toplum da tüm bu süreçten bağımsız olamaz elbette. Zira, siyaset yukarıdaki gibi bir çerçeveyi oluşturamadığında, sivil toplum işlevi ve doğası gereği sahneyi alarak harekete geçer. Geçtiğimiz aylarda dünyanın dört bir tarafında devam eden protestolar ve gösteriler de aslında bunun bir göstergesi. Uzun zamandır dinlenilmediğini, görülmediğini düşünen insanlar farklı araçlarla seslerini duyurma derdindeler. Hal böyleyken sivil toplumun da gösteri yapan yapmayan, ama ihtiyaçları olan insanları anlamak ve bu ihtiyaçları haklar çerçevesinde tanımlar anlatırken anlaşılır olmak gibi bir sorumluluğu var.
Bunun ilk adımı da tabana daha yakın düzenli ilişki içinde olmak ve taleplerini iyi anlayabilmek elbette. Başarılı olan siyasi ya da sivil hareketlerin hemen hemen hepsinin tabanla doğrudan ve organik bir bağı olduğunu görüyoruz. Bu yakınlık ve düzenli ilişki sivil toplum açısından tabanda etkin örgütlenme anlamına geliyor. Örgütlenme işin olmazsa olmazı, sadece “ne kadar çok insan temsil ediyorsanız o kadar güçlüsünüz” görüşünden kaynaklı olarak değil, vatandaş olarak sorumluluklarının farkında olan bireylerin güçlendirilmesi anlamına geldiği için önem taşıyor. Dolayısıyla taban örgütlenmesinden kastım bireye, bireyin ifade özgürlüğüne ve katılım hakkına alan açan bir yapılanma. Yani süreçte olan herkesin kendi gereksinimlerini ve taleplerini çekinmeden eşit olarak ifade edebileceği süreçlerin olması ve tabii ki bu taleplerin küçük görülmeden seslendirilmesi ve değişime yol açması için çalışılması. Sivil toplum dünyamıza bu görüşün hakim olmadığı hepimiz tarafından bilinen bir gerçek. İstisnalar yok mu? Tabii ki var. Ancak var olan koşullar tüm bunların istisnai durum ve uygulamalar olmaktan çıkmasını ve hakları sahiplenen, demokratik bir sivil alanın yeniden kurgulanmasını gerekli kılıyor. Tabanda örgütlenmenin bir diğer alameti farikası ise, tekil halde etkisi daha dar alana kısıtlanabilecek becerilerimizin, başka kişilerin ustalıkları ile birleştiğinde etkisinin artması. Ama bunun sağlanması da ancak elverişli ve eşitlikçi ortamların oluşturulması, bireylerin kendi potansiyellerini ortaya koymalarına imkan verecek yeni bir süreç, yapı ve dilin oluşturulması ile mümkün.
Örgütlenmede yapı ve süreç ne kadar önemli ise, dil yani söylem üretilen içeriklerin tabanın beklentilerini yansıtması da bir o kadar elzem. Şöyle ki, İngiliz seçimlerinin bu kadar farklı çıkmasına neden olan, sokaklarda sesini duyurmak için aylardır gösteri yapan tüm bireylerin muhatap alınmak ve önemsenmek gibi bir dertleri var. İngiltere’deki seçimlerde ne olduğunu anlamak için kapıları çalan ve seçim sürecinde İşçi Partisi kampanyası yapmış birinin duydukları da bunu doğrular nitelikte. Özetle, Brexit oylamasında ne anlatmaya çalıştığımız netti, irademize saygı duyulacağı sözü verilmişti, onun yerine bize bir şeyden anlamaz cahil muamelesi yapıldı denmiş. Özgür iradeyle seçme en temel hak ama sonuçlarına saygı göstermekte hayli zorlanıldığı ortada. Diğer konular ise tabii ki, gelir adaletsizliğinin her geçen gün artması ve fırsat eşitliğinin azalması. Bunların hepsi bize bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu? Fırsat eşitliği ve gelir adaleti buralardaki en temel taleplerden biri değil mi? Ancak insanların fırsat eşitliği derken neyi kast ettiğini henüz layıkıyla detaylandıramıyoruz, bu talebi insanların aklına ve kalbine eriştirecek bir söyleme kavuşturamıyoruz ve de sahada örgütlenme becerimiz ve deneyimimiz halen daha çok kısıtlı. Yine de bıkmadan usanmadan söylemek lazım, insanları anlamadan dinlemeden, onları harekete geçirecek yapı ve süreçleri hazırlamadan, değişim zor. Tüm zorluklara rağmen dünyanın dört bir tarafında sokaklarda hak ve adalet isteyenler de olmasa yolumuz hep karanlık sanacağız.
Fotoğraf: Gerd Altmann
Bizi Takip Edin