‘Yurttaşlık Bilincinde Israr Etmeliyiz’
Ege İnsan Hakları Okulu’nun üçüncü çalıştayında bir araya gelen hukukçular, insan hakları savunucuları ve akademisyenler baskıcı rejimlerde hukuk ve insan hakları mücadelesinin yöntemleri konuştu. Yurttaşlık bilincinden ısrarı öneminin vurgulandığı çalıştayda insan hakları mücadelesinde yeni belirlenim alanları yaratılması gerektiği belirtildi.
2017 yılında İzmir’de insan hakları savunucularını bir araya getirerek evrensel hak ve özgürlükleri tartışmak, üretmek, paylaşmak ve öğrenmek amacıyla kurulan Uluslararası Ege İnsan Hakları Okulu’nun üçüncü çalıştayı gerçekleşti. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Uluslararası Demokrat Hukukçular Örgütü, İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Hukukçular Örgütü ile İzmir Dayanışma Akademisi tarafından da desteklenen çalıştayın bu yılkı konusu ‘Baskıcı Rejimlerde Hukuk ve İnsan Hakları’ idi. Şirince Matematik Köyü’nde gerçekleşen çalıştayda otoriter rejimleri ve hukuku, baskıcı rejimlerde yargı pratiğini ve avukatlığı, insan hakları mücadelesinin siyasi boyutu gibi pek çok konu ele alındı.
Sivil Sayfalar’a açıklamada bulunan çalıştay hazırlık komitesinden Özgürlük İçin Hukukçular Derneği üyesi Av. Hatice Sönmez, ülkede ve dünyada yükselen insan haklarının sorunları ve krizleri karşısında hukukçuları sessiz kalmamayı ve insan hakları okulu çatısı altında birleşmeye ittiğini belirtti. Sönmez, “Bu okulu kurarken gerek uluslararası gerekse yurt içinde ortaklaşabileceğimiz, birlikte bir şeyler üretebileceğimiz, insan hakları sorunları karşısında yan yana durabileceğimiz bir alan yaratmayı amaçladık. Önemle belirtmek isteriz ki; bu okulu bir araya gelmenin ve insan haklarını savunmanın imkanlarını birlikte tartışacak bir ortam olarak hayal ediyoruz. Yani bu okul hepimiz için birlikte düşünmenin ve dayanışmanın bir imkanı. Her birimizin bu bir aradalıktan kazanımlar elde edeceğini umut ediyoruz” dedi.
‘Tüm Avrupa Ülkelerinde İnsan Hakları Tehdit Altında’
Yine çalıştayın açılışında konuşan Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Hukukçular Örgütü Başkanı Prof. Dr. Bill Bowring, tüm Avrupa ülkelerinden insan haklarının tehdit altında olduğunu belirtti. İngiltere’de yakın zamanda çok sayıda eylemin polis tarafından yasaklandığını ve çok sayıda kişinin tutuklandığını dile getiren Bowring, “Hükümet eline örs ve çekiç aldı ve hukuku dövüyor. Durum oldukça fena. İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılan ilk ülke olacak ve insan haklarından uzaklaşacak ilk ülke olacak. Hükümet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ‘teröristleri koruyan bir yasa’ olarak görüyor. Avrupa’da 21 ülkede örgütlüyüz çoğu için iyi gitmiyor. Rusya’da üye hukukçu derneklerimiz var. Rusya hükümeti sürekli zorluklar çıkarılıyor, son olarak İnsan Hakları Birliği Derneği’nin kapatmak için soruşturma açtılar. Tüm Avrupa’da insan hakları tehdit altında diyebiliriz” dedi.
Yeni Otoriterliğin Kabileyeti: Belirsizlik
Çalıştayın konuşmacılarından İzmir Dayanışma Akademisyen’den Prof. Dr. Nilgün Toker yeni otoriter rejim üzerine konuşma yaptı. Yeni otoriter rejimin, otoriterliğe özgü olmayan faşizm ve totaliterliğe özgü, yeni bir kabileyeti olduğunun altını çizen Toker, “Büyük bir bulanıklık, belirsizlik yaratma gücüne sahip çünkü kurallı bir rejim değil. Modern devlet adalet üreten bir toplumsal sözleşmeye dayalı bir toplum modelidir, modern devlette otoriter veya liberal herkesin dayandığı kurucu ilke eşitliktir. Yeni rejim modern rejimin kurucu ilkesi eşitlik ilkesini reddediyor. Bu rejimi geriye ittirmenin yolu belirsizliğe karşı direnecek belirlenim alanları yaratmak. Yurttaş bilincinde ısrar etmek bir belirlenim alanıdır. Yeni rejimin bizi tanımsız bırakan felç halinden çıkmak lazım. Belirsizlikle mücadele etmenin tek yolu var; hareket etmek, eylem” diye konuştu.
İkili Devlet: Norm ve Tedbir Devleti
TİHV Akademi’den Dr. Serdar Tekin ‘İkili Devlet’ başlıklı sunum yaptı. Siyaset Bilimci Ernst Fraenkel’ın ikili devlet kavramını anlatan Dr. Serdar Tekin, “Bu ikili devlet olağan kurallara göre sürdürülen norm devleti ve kendisini yazılı kurallarla bağlamayan tedbir devletidir. Tedbir devleti ile norm devleti bir arada çalışır, ikisi birlikte bir rejimi oluşturur. Kesinlikle hukuk devleti ile aynı şey değildir. Tedbir devleti hukuk dışında çalışır ve asla gizli saklı kalmaya çalışan bir yapı değildir. AYM’nin OHAL KHK’larını hiçbir şekilde denetleyemeyeceğini söylemesi gibidir. Hukuksuz ve aleni bir şeyin meşrulaştırılmasıdır. Bu iki devlet kendilerine özgü kurumları olan yapılar değiller, aynı kurumlar içerisinde işliyorlar. Üniversite rektörleri için bile bu böyle. Sabah erasmus anlaşması yapıp ders programı onaylıyorlar. Öğleden sonra hukuksuz ihraçlara imza atıyorlar” dedi.
Almanya’da Nazi Rejimine Nasıl Geçildi?
Almanya’da hukuki düzlemde Nazi Rejiminin nasıl yaratıldığına değinen Dr. Berke Özenç, “Nazi Almanya’sında yaşanan olağanüstü dönemde Başkanın geniş yetkileri vardı. Kararnamelerle anayasasızlaştırma işlemi yapıldı. Nazi Almanya’sının iki önemli yönü temel hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması ve parlamenter rejimden uzaklaşmadır. Esas değişim yeni bir hukuk düşüncesinin yaratılmasında. Yeni düşünce hukuk devletine, parlamenter demokrasiye ve eşitlik ilkesine saldırıyor. ‘Hukuk ve yasa aynı şey değildir’ ilkesini kötüye kullandılar. Hukuk ve ahlak arasında bir bağ inşa ettiler, hukuku kendi ahlak ve değerleri ile yorumladılar. Milli ahlak, sağlıklı milli şuur gibi muğlak kavramlarla ve Nazi adaletine atıfla sistemi dönüştürdüler. Tek adam rejimini devlet aygıtında yer açmak için sonuna kadar kullandılar. Türkiye’de de beka ve millilik anlayışı her türlü sorunun aşımında kullanıldı” diye konuştu.
‘Hukuk Siyasi Arenanın Parçası Haline Getirildi’
Barselona Otonom Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Prof. Lois Lemkow konuşmasının başında Katalonya’da faaliyet yürüten biri olarak Türkiye’deki hak mücadelesi yürütenleri dikkatle takip ettiğini ve uluslararası dayanışmanın öğreticiliğine dikkat çekti. İspanya’da siyasi arenalarda yapılması gerekenlerin hukuki alanda yapıldığını dile getiren Lemkow, “Katalan liderlere verilen ceza örneği bunun göstergesi. Bu kişiler İspanyol hükümetine karşı isyana teşvikle suçlandılar. Buna gerekçe olarak da Katalanların bağımsızlık için yaptığı referandumdu. Bu simgesel bağımsızlık talebine İspanyol hükümeti yargılama ve tutuklama ile karşılık verdi. Katalonya’da insan hakları mücadelesi son dönemde 9 kişi hakkında büyük cezalar verildi. Bu kişilerin bir kısmı parlamenterlerdi. Bu yargılamalar siyasi idi” dedi.
‘Kendi Kaderini Tayin Hakkı Tartışılması Gerekiyor’
Katalonya’daki referandum sonrasında İspanya hükumetinin bu karşı belediye özerkliğini kısıtlayan bir kısım değişiklikler yaptığını belirten Lemkow şunları söyledi: “Gerekçesi ise anayasaya aykırılıktı. Tam da burada yeni bir kavram önermek istiyorum “Baskıcı anayasacılık”. Belediye özerkliği yasası değiştirilerek kadükleştirildi. Bağımsızlık yanlıları yüzde 15 ile başladı ve yüzde 50’e çıktı. Daha önceden bağımsızlığı desteklemeyen birçok politikacı özerkliği kısıtlayan belediye yasası sonrası bağımsızlığı desteklemeye başladı. 1975’te Franco’nun ölümünden sonra ülke demokratikleşmeden geçti. 30-35 yıl açık bir demokrasi vardı diyebiliriz ama son süreçte bunun böyle olmadığını söyleyebiliriz. Politikada bağımsızlık yanlısı partiler hepimiz tek çözümün referandum olduğunu düşünüyoruz. Kendi kaderinin tayin hakkı gibi konseptlerin tartışılması gerekiyor.”
‘Ölümden Sonra İşkence Olabilir Mi?’
İsrail Devleti’nin öldükten sonra da Filistinlilere işkence yapmaya devam ettiğini ifade eden Av. Rania Ghosheh; “Ölümden sonra işkence olabilir mi? Ölüler cezalandırabilir mi? Şu anda İsrail’de olan bu. Devletin güvenlik tehdidi gerekçesi ile cenazeyi istediğinde ya da vermediğinde ne yapabilirsiniz? Morgda cenazeler öldürüldüğü andaki kıyafetleri ile aylarca yıllarca bekletebiliyor. Ailelerin düşünce çocuklarının cenazesini gömüp gömemeyeceği. Aileler, en temel hakları olarak çocuklarının cenazesini gömmek istiyor ama bunun için devletle müzakere yapıyor. Devlet ise şart koşuyor. Para istiyor, cenazeye saat ve sayı sınırlaması koyuyorlar. Bunlar kolektif bir cezalandırmanın ürünü” dedi.
‘Uluslararası Kamuoyunun Desteğine İhtiyacımız Var’
Şu anda 50 cenazenin alıkonulmuş durumda olduğunun bilgisini veren Ghosheh ise şunları söyledi: “5 tanesi cezaevlerinde öldü. Yargısız infazla katledildiler ve nasıl öldürüldüğünün soruşturulmasına imkan vermek istemiyorlar. Evet burada bunları konuşurken uluslararası hukuk ne diyor, insan hakları kuralları ne diyor elbette biliyoruz ama ülkemizde bunların hiçbiri uygulanmıyor. Bir cenazeyi istemek nasıl terörle mücadele kapsamında ele alınabilir ki? İsrail, cenazelerin verilmemesini uluslararası hukuka aykırı bulmuyor, çünkü uluslararası hukukta bunla ilgili düzenlemeler olmadığını savunuyor. Cenazeleri pazarlık aracı olarak görüyorlar. Bu konuda uluslararası kamuoyunun desteğine ihtiyacımız var. Filistinliler haklarını kullanmak için yeni yollar arayışındalar. Şiddetin çözüm olmadığını, ne şiddetler doğurduğunu gördük. Müzakere ve barışçıl çözümlere ihtiyacımız var”.
‘Siyasal Mücadeleler Sonunda Bütün İlkeler Kazanılmıştır’
Çalıştayın konuşmacılarından biri de Doç. Dr. Murat Sevinç idi. OHAL KHK’sı ile yapılamayacak ne varsa 2 yılda yapıldığını dile getiren Sevinç, “Ama hiçbir şey olmadı, pek az insan tepki gösterdi. Kararnameye gelen süreçte bir kadının cenazesi asfalt üzerinde bekledi, başka bir kadın çocuğunun cenazesini buzdolabında bekletti, yine bir şey olmadı. İçten içe bilinçlenme, birikim, birtakım insanların mücadelesi oluyor elbette ama büyük şeyler olmuyor. Birey, insan hakları gibi kavramlar batılı kavramlar. Hukuk dediğimiz şeyin bir arka planı vardır, o da hak mücadelesi ve tarihidir. Büyük siyasal mücadeleler ve kayıplar sonunda bütün ilkeler kazanılmıştır. Bunları düşünmeden neden ilkelerin uygulanmadığını düşünmemeliyiz. Hürriyet ve insan hakları Avrupa’da burjuvazi sınıfının mücadelesi sonrasında çıktı” dedi.
‘Hak Mücadelesinde Kimlik Kriteri Dışlandı’
Osmanlı’nın burjuvazinin çıkmasına, aydınların yetişmesine ve böylesi bir düşüncesine doğmasına izin vermediğini ifade eden Sevinç, “Sonradan kaçmaktan olan treni yakalamaya çalıştı ve biz de hala o treni yakalamaya çalışıyoruz. Bütün cumhuriyet tarihi ‘milli bir burjuvazi’ yaratma ve Sünni-Türk temelinde ‘yurttaş modeli’ oluşturma çabasıyla geçmiştir. Hak mücadelesini hep solcular, muhalifler yaptı ve sınıfsal bir bakıştan yaptı. Ama kimlik kriterini dışladı. Kimlikleri görmeden ve üzerine kafa yormadan salt bir sınıfsal perspektiften hak mücadelesi yürütmeye imkan yok. Birey ve yurttaş olamamış insanlarla nasıl iletişim kurabileceğiz? Ben, yumuşak ve karşımdakinin anlayacağı bir dille, insanları kategorize etmeden ve suçlamadan anlatmaya sorunları ve kazanımlarımızı çalışıyorum” diye konuştu.
Bizi Takip Edin