Sözümüz Meclis’ten İçeri
Sivil toplum örgütleri olarak uzun süre Meclis’in işleyişinde yapılması gerekli olan reformlara “kendi alanımız olmadığı” gerekçesiyle arkamızı döndük. Halbuki Meclis’in temsil, yasama ve yürütme işlevini yerine getirmesi bizlerin hak savunuculuğu ile doğrudan ilişkili.
Ankara’da yaşayanlar için devlet kurumları, bakanlıklar, Meclis günlük yaşam akışlarının bir parçasıdır. Önlerinden yürür geçeriz, o dairelerde çalışan bir akrabamız, komşumuz ya da arkadaşımız, bir bağımız muhakkak vardır. Ankara’dan olmayanlar içinse durum biraz daha farklıdır, beton binalardır, ağır bürokratik işlemlerdir kamu kurumları, sabah gelinir akşam koştura koştura dönülür Ankara’dan. Ünlü şairin ünlü dizesini duymaktan yılmışızdır biraz da. Her şeye rağmen biz Angaralılar için bile bir sınırı vardır bu tanışlığın, günün sonunda biz de inanmayız devlet yurttaş ilişkisinde bir ortaklık olabileceğine, sözümüzün dinleneceğine. Hele Meclis bir çoğumuz için haylice uzaktır, çünkü orası siyasetçilerin evidir, biz de siyaseti “kirli” buluruz, sevmeyiz. Ama ne zaman ki sivil toplum çalışmalarının bir parçası oluruz, işte o zaman işin rengi değişir, çünkü değişim gibi bir derdin varsa Meclis ve Bakanlıkların kapısını aşındırman gerekir. Çünkü savunuculuk yapan örgütlerin çalışmalarının bir ayağını kendi tabanları ve kamuoyu oluştururken, diğer bir ayağını politika değişimi için karar alma süreçlerinde aktif yer alabilmenin yollarını bulabilmek oluşturur.
Söz konusu olan politikalara etki etmek olunca, işinin ehli olan sivil toplum örgütleri, çeşitli çıkar grupları doğal olarak çalışmalarının ve kaynaklarının çoğunu Bakanlıklara yönlendirirlerdi. Çünkü bir zamanlar Türkiye’nin hükümet sistemi olan parlamenter sistemde politikaların vücut bulduğu mevzuat Bakanlıklarda hazırlanır, oylanmak üzere Meclis’e gönderilirdi. Yani suyun kaynağı Bakanlıklardı. Zaten parlamenter sistemlere hâkim olan katı parti disiplini nedeniyle Bakanlıklarda hazırlanan yasa taslaklarının çok da değişmediğini biliyoruz. Ama hala Meclis’e gitmek, Meclis’te sivil toplum örgütleri ve yurttaşlar için tanımlı ve düzenli katılım süreçlerinin olması gerekli ve önemli. Peki neden?
Türkiye’de Meclis’in tüm sistem içindeki önemi ve işlevi sık sık göz ardı edilir, aslında bu eğilim bence tam da yasama organının tüm sistem içindeki öneminden kaynaklıdır. Hangi hükümet sistemi olursa olsun, yasama organlarına verilen üç önemli işlev olan temsil, yasama ve yürütmenin denetlenmesi, sistemdeki herhangi başka bir kuruma ya da organa tanımlı değildir. Dolayısıyla ne zaman ki sistem ara ya da demokratik olmayan yollarla zorlanmak istense Meclis’in bu işlevlerine halel getirilir. Bakınız geçtiğimiz aylarda İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın Brexit tartışmalarında İngiliz Avam Kamarasını saf dışı bırakmak için yaptıklarına. Her şeyi kol mesafesi uzaklıkta tartışmaya alışık olan bir yasama organı ve yeryüzündeki en eski yasama organlarından birine sahip İngilizler için ülkenin kaderini etkileyecek bir süreçte parlamentonun saf dışı bırakılmak istenmesi, sistemdeki aktörlerin rollerini ve bu aktörlerin kritik anlarda nasıl daha etkin olacaklarına dair bir tartışmayı da başlattı. Demem o ki, temsil, yasama ve denetim işlevlerini layıkıyla yerine getirmeyen bir yasama organının olmadığı bir demokrasi gerçek bir demokrasi değildir.
Türkiye’de Meclis ne yazık ki bu üç işlevi de layıkıyla yerine getiremiyor ve bu da yeni bir durum değil. Temsil, %10’luk seçim barajından başlayıp, adil ve eşit olmayan seçim kampanyaları ve siyasi partilerdeki anti demokratik işleyişler nedeniyle Meclis’e tam olarak yansımıyor. Yasama işlevinin özünde, her bir yasa taslağının Meclis komisyonlarında enine boyuna tartışılması, üzerinde değişikliklerin yapılarak Genel Kurul’a gönderilmesi ve orada nihai şeklinin verilmesi yatar. Ancak çoğu zaman komisyonlarda istişare ve müzakere tam anlamıyla yürütülmüyor. Genel Kurul görüşmeleri de vatandaşların tartışılan konu hakkında partilerin duruşunu anlamasına elverecek nitelikte değil. Meclis’in var olan denetim araçları halen eski parlamenter sistem için kurgulanan araçlar; kaldı ki o sistemde bile yürütme üzerinde etkin denetim araçları olmadıkları iktidar ve muhalefet tarafından kabul edilen bir gerçekti. Tüm bunların yokluğu aslında, uygulamada demokrasinin ne denli ağır aksak ilerlediğini de gösteriyor. Meclis’e ve işlevlerine sahip çıkmadığımızda talep ettiğimiz hakların uygulamada karşılığını görmemiz zor.
Sivil toplum örgütleri olarak uzun süre Meclis’in işleyişinde yapılması gerekli olan reformlara “kendi alanımız olmadığı” gerekçesiyle arkamızı döndük. Halbuki Meclis’in yukarıda sayılan 3 temel işlevini yerine getirmesi bizlerin hak savunuculuğu ile doğrudan ilişkili. Yasa taslaklarını layıkıyla müzakere etmeyen bir Meclis’e mevzuat değişikliği için etki etmemiz ne kadar mümkün? Ya da temsil açısından baktığımızda, oy veren tabanı ile değil de parti üst yönetimi ile ilişkisini daha çok önemseyen ve korumak zorunda hisseden bir vekil ordusu üreten bir seçim sistemi, seçmenle seçilen arasındaki mesafeyi açarken, milletvekillerinin kendisine oy verenleri ve sivil toplumu, onların ihtiyaç ve önceliklerini dert edinmesini engellemiyor mu? Yürütme üzerinde etkin bir denetim yapmayan Meclis, yürütmenin tasarruflarından kaynaklanan olası hak ihlallerinin artmasına da neden olmuyor mu? Kısacası Meclis’in görevini tam anlamıyla yapmaya başlaması, değişim isteyen tüm sivil toplum örgütleri için kritik öneme sahip. Yani Meclis içtüzüğünü değiştiriyorsa, “sivil toplum örgütleri olarak ben pek de bu konuyu bilmem” demeden önce bir kez daha düşünmeliyiz. Uzmanlığımız anayasa hukukçuları kadar derin olmasa da deneyimlerimizden kaynaklanan önerileri gündeme koymak iyi bir başlangıç noktası olabilir. Günün sonunda, şu gök kubbe altında Meclis içtüzüğü, seçim kanunu ve siyasi partiler kanununda değiştirilmesi gerekenler üzerine her şey söylendi, yazıldı, çizildi. Ancak özellikle de hükümet sistemi değişikliğinden sonra Meclis çalışmalarının da geldiği nokta göz önüne alındığında, uygulamaya etki edecek mevzuat değişikliklerinin yapılmasını sağlamak için bir araya gelmek kaçınılmaz bir hal aldı.
Bir diğer önemli çaba ise, sivil toplum örgütleri ve yurttaşların, Meclis düzeyinde karar alma süreçlerini sağlayacak düzenli, sistematik ve şeffaf bir sürecin kurgulanması olacaktır. Sivil toplum örgütleri yıllardır bu türden katılım süreçleri ve mekanizmalarının olmasının aktif savunuculuğunu yapıyorlar. Ancak Meclis’te halen daha tanımlı bir katılım süreci yok, içtüzüğün de elverdiği şekilde, özellikle komisyon seviyesindeki katılımın en belirleyici aktörü komisyon başkanı. Başkanın onaylamadığı bir görüş alma sürecinin başlatılması mümkün değil, keza başkanın onaylamadığı bir örgütün komisyon toplantısına çağrılması da. Bu toplantılarda neler konuşulduğunu, tüm toplantı tutanaklarını okuma sabrı olan mutlu bir azınlık biliyor. Görüşmelerin yasalara nasıl etki ettiğini ise görüş verenler de dahil olmak üzere neredeyse hiç kimse bilmiyor. Yani katılımın asli unsurlarından biri olan geri bildirim ilkesi neredeyse hiçbir şekilde uygulanmıyor.
Yeni bir yasama yılına başlarken, Meclis’in sadece parti grup konuşmalarından ibaret olmadığını hatırlamak lazım. Grup konuşmaları siyasi partilerin kendi alanlarını tahkimlemek için araçlar olarak kalmaya devam edecekse, Meclis de vatandaşlar için katılım, uzlaşma, müzakere ve çağın ruhuna uygun çözümler üreten bir zemin olma niteliğini kazanmalı.
Fotoğraf: Sait Fehmi Ağduk
Bizi Takip Edin