Ekolojik Kıyamet ve İradenin İyimserliği
Yaşanabilir bir dünya için mücadele eden sivil toplumun varlığı, kendi alternatiflerini hayata geçirebilecek potansiyelleri barındırmaktadır. Minör politikaların dönüştürücü etkisi ile sivil toplum mücadelesinin kolektif gücünün kesiştiği yer, bu potansiyelin cisimleşmesiyle daha da belirgin hale geliyor.
Küresel ısınmanın nedeni olan egemen üretim biçiminin yerkürenin doğal döngülerini bozması, ozon tabakasının delinmesi, orman kayıplarının artması, toprağın üst katmanının yok olması, zehirli atıkların birikmesi, gıdaların ve suyun zehir kalıntıları taşıması, sanayi atıklarının kontrolsüz salınımı ve benzeri birçok sorunun siyasal alandaki güç ilişkilerinin bir meselesi haline dönüşebilmesi için iklim hareketlerine, sivil toplum mücadelesine ihtiyaç var. Bülent Şık’ın tüketilen gıdalarda kanserojen maddeler olduğu hakkında toplumu bilgilendirmesi ve bunun için ödüllendirilmesi gerekirken Sağlık Bakanlığı tarafından dava edilip cezalandırılması ile Neslican Tay’ın ve nice insanın kanserden yaşamını yitirmesi arasındaki ilişkiyi gösteren, bunu siyasal alana taşıyan sivil toplum mücadelesine ihtiyacımız var. Belli ki, dünyayı yönetmekle gururlanan siyasetçilerin sınıfsal ideolojileri, yaşadığımız dünyanın can çekişirken çıkarttığı iniltiyi duymalarını engelliyor. İşte, Greta Thunberg’in onların yüzüne bakarak kurduğu cümlelerin ilhamı burada gizli.
Dünyanın ekolojik bir yıkıma doğru ilerlediği, temiz su kaynaklarının hızla tükendiği, soluduğumuz havanın ağır metaller içerdiği, havadaki karbon miktarının canlıların yaşamı için tehlikeli hale geldiği, buzulların eridiği ve yerkürenin gittikçe ısındığı hakkında birçok uyarı yapılageldi. Bu uyarıların bir işe yaramaması, konuyla ilgili protokollerin hiçbir bağlayıcılığının olmaması ve verilen mücadelelerinin sonuçsuz kalması gittikçe umutsuzluğun artmasına neden oldu. Bu kara bulutların bir nebze de olsa dağılması için 16 yaşındaki birinin, Greta Thunberg’in ve arkadaşlarının kendi gelecekleri için mücadele etmeleri birçok kişiye umut ve ilham verdi.
Gezegenin değilse bile, türümüzün ve birçok canlı türün yok olmasına neden olacak ekolojik felaketle mücadele etmek için birilerinin ilhamına ihtiyaç duyulmuş olması, dünyadaki egemen siyasal alanın içinde bulunduğu durumu anlamak için önemli bir örnek olarak kabul edilebilir. Siyasal alanın gittikçe neo-liberal ekonomik ilişkilerin düzenlenmesi için örgütlenmesi ve devletin gittikçe egemen sınıfın fonksiyonuna dönüşmesi ekolojik yıkım gibi sevimsiz konuları hasır altı etmeyi kolaylaştırıyor.
Küresel Karbon Atlası’na göre dünyada en fazla karbon salınımı yapan ülkelerin başında Çin, ABD, Hindistan ve Rusya geliyor, Türkiye ise 15. sırada yer alıyor. Listenin başında yer alan ülkelerin birçoğunun gelişmiş kapitalist ülkeler olmaları tesadüf olarak kabul edilemez. Sanayi üretiminin son yetmiş yılda elli kat artmış olması bile sınırlı çevre içerisinde bu ölçekte bir genişlemenin risklerini öngörmeyi gerektirirdi. Ancak kapitalist üretim biçiminin büyüme odaklı yapısı, bu tür riskleri ciddiye almayı zorlaştırdığı gibi ekolojik kıyamete ilişkin endişeleri de küçümsemeyi gerektiriyordu.
Yaşanmakta olan bu yıkımı durdurmak için kapitalist üretim rejiminin içerisinde aranan çözümler, ekolojiye duyarlı bir kapitalizm yaratma arayışları ve kapitalist devletleri bir tür ahlakiliğe davet eden girişimler, kapitalizmin neden olduğu sorunlara yine kapitalizmin içinden çözümler aradıkları için başarısız olsalar bile, yaşanabilir bir dünya için mücadele eden sivil toplumun varlığı, kendi alternatiflerini hayata geçirebilecek potansiyelleri barındırmaktadır. Minör politikaların dönüştürücü etkisi ile sivil toplum mücadelesinin kolektif gücünün kesiştiği yer, bu potansiyelin cisimleşmesiyle daha da belirgin hale geliyor. Bu nedenle Thunberg ve Gelecek İçin Cuma Günleri (Fridays For Future) hareketinin birçok kişinin gündemine yerleştirmeyi başardığı bu konu, sadece ekolojik sorunlara çözümler aramakla sınırlandırılamaz.
Burada, gittikçe kontrolünü kaybeden ve güç zehirlenmesi yaşayan egemen sınıfların çıkar mücadelesine karşı sıradan kişilerin kendi çıkarlarını gözetmeyi hedefleyen politikaların ve pratiklerinin yoğunlaşmasından söz edilebilir. Henüz küreselleşmiş ve kitleselleşmiş bir eylemden ya da eylem zincirlerinden söz edilemez. Ancak iklim krizi, gözlerimizi kapatıp görmezden gelemeyeceğimiz kadar ciddi bir sorun olarak kendini dayatmaya başladı. Bu sorunun kaynağı tek tek ülkeler ya da şirketler değil, egemen üretim biçimi olduğuna göre iklim mücadelesinin nihai hedefinin bu üretim biçimi olacağını öngörmek zor değil.
Bizi Takip Edin