Sivil Toplum Teorilerinde Devlet – IV
Sivil toplumun ilgisini oluşturan ve asıl nirengi noktası olan sivilliğin ve siyasal alan dışında kalan diğer toplumsal alanlardaki eleştirelliğin kaybedildiği görülebilir. Bu eleştirel tutumun kaybedilmesi, sivil toplumu gittikçe siyasal alanın manipülasyonuna açık hale getirdi. Büyük gerileme çağının başlangıç aşamasında fark edilemeyen bu nitelik kaybı, kademeli olarak sivil toplumun siyasal alan tarafından manipülasyonunu kolaylaştırırken kendi üzerine düşünme becerisini ortadan kaldırdı.
Büyük gerileme çağında sivil toplumun popülizmle karşılaşmasının neden olduğu yeni gerileme dalgası, sivil toplumun yeniden inşasını gözeten teorik mülahazaların ve farklı pratiklerin oluşmasına zemin sağladı. Bu süreç -özellikle refah devletlerinin gerileme dönemiyle birlikte başlayan ve neoliberal ekonomik ve politik düzenlemelerle devam eden ve halen yaşanmakta olan süreç- sivil toplumu anlamaya yönelik eski kavramların işlevini yitirmesine ya da farklılaşmasına neden oldu.
Bu farklılaşma, birbirine benzemeyen durumların aynı kavramlarla açıklanmasına ya da benzer durumlar için farklı kavramların kullanılmasına neden oldu. Sivil toplum söyleminin yitirilmesiyle ya da işlevsizleşmesiyle sonuçlanan bu süreçle birlikte sağ-popülist ideolojinin söylemi siyasal alanı olduğu kadar sosyal (sivil) alanı da içerecek şekilde genişledi.
Sivil toplum düşüncesinin içerisinden konuşa analizler, talepler ve beklentiler merkeze devleti aldıkça toplumla kurduğu ilişkinin gerilediği öne sürülebilir. Burada sivil toplumun ilgisini oluşturan ve asıl nirengi noktası olan sivilliğin ve siyasal alan dışında kalan diğer toplumsal alanlardaki eleştirelliğin kaybedildiği görülebilir. Bu eleştirel tutumun kaybedilmesi, sivil toplumu gittikçe siyasal alanın manipülasyonuna açık hale getirdi. Büyük gerileme çağının başlangıç aşamasında fark edilemeyen bu nitelik kaybı, kademeli olarak sivil toplumun siyasal alan tarafından manipülasyonunu kolaylaştırırken kendi üzerine düşünme becerisini ortadan kaldırdı.
Buna zemin hazırlayan bir diğer gelişme ise sınıf hareketlerinin gerilemesiydi. Sivil toplum örgütlerinin çoğalmasına ve yeni toplumsal hareketlerin yoğunlaşmasına neden olan bu gerileme, yeni dünyanın kuruluşuna ilişkin umutlar yeşertti, ancak bu umutlar pek uzun ömürlü olmadı. Sınıf hareketlerinin gerilemesiyle birlikte oluşması beklenen kolektif iyilik hali gittikçe yerini topyekun kötülüğe terk etti. Bunu kolaylaştıran gelişmelerin başında sivil toplum ve yeni toplumsal hareketlerin kendi özgüllüklerini vurgulamayı siyaset zannetmeleri ve farklı çıkarlar etrafında örgütlenmeyi demokrasi olarak kabul eden motivasyonları geliyordu. Özgüllükler ve farklı çıkarlar terminolojiyi de belirliyor ve aynı kavramlarla farklı gerçekliklerin tanımlanmasını mümkün hale getiriyordu. Bugün sağ-popülist ideolojinin söylem setinin oluşmasında bu gelişmelerin payı azımsanamaz. Popülist hükümetlerin dilindeki kavramlar genellikle bir boş gösterene dönüşerek otokratın içeriğini istediği gibi doldurmasını sağlıyorsa bunun öncülleri sivil toplumun neo-liberal düzenleme politikaları karşısındaki tutumunda bulunuyor.
Bürokratik-otoriter rejimlerde başlayan değişim dalgasında sivil toplum talebinin rolü küçümsenemez. Bu özgürlük talebinin, özgürleştirici yeni toplumsal hareketler dalgasına dönüşmesi kısa süre içinde ondan alınan söylem malzemesiyle sağ-popülist iktidarların dilini oluşturdu. Özellikle SSCB’nin çözülmesinden sonra Marksizm’e yönelik eleştiriler entelektüel alanda ana akım görüşler haline geldi. İşçi sınıfının ve sınıf hareketlerinin tarihsel enerjisini tükettiği ve özne niteliğini yitirdiği öne sürülüyordu. Bu analizlere göre işçi sınıfı toplumun sömürüden kurtuluşunun ve özgürlüğünün çaresi olacak bir özne olamazdı, bu Marksizm’in boş temennilerinden biriydi. Sosyalist toplum projesinin çöküşü ve sivil toplumun yükselişi arasındaki eşsüremlilik Doğu Avrupa ve Latin Amerika gibi yerlerde farklılık gösterse de analiz biçimi için tercih edilen kavramlar genellikle aynıydı. Böylece yeni-muhafazakarlık bir yandan demokrasinin ilerici anlamlarına vurgu yapmaya devam ederken eşitsizliklerin daha acısız sürdürülebilmesinin yollarını aradığını ilan ediyordu.
Büyük gerileme döneminin başlangıç aşamasında, etkisi ve şiddeti tam olarak hissedilmeyen yeni muhafazakarlık, neoliberal düzenlemelerin ideolojik çekirdeğine dönüşürken sivil toplum ile ilişkisini bir özdeşlik ilişkisi olarak gösterme eğilimindeydi. Marksist örgütler, sol siyasi yapılar ‘aşırılık’ etiketiyle damgalanırken siyasal talepleri ve iddiaları da itibarsızlaştırılıyordu. Proletaryaya elveda diyen entelektüel mahfiller çoğulculuk, çokkültürcülük, kimlik politikaları gibi yeni tartışma paketlerini sivil toplumun dağarcığına enjekte ederken sivil toplum hareketleri gittikçe daralan çıkarlar etrafında örgütlenmeyi demokratikleşmenin bir göstereni olarak yorumluyordu.
Gittikçe siyasetsizleşen toplumlarda yeni-otoriterlik biçimlerinin ve rejimlerinin kamusal alandaki görünürlükleri yirmi birinci yüzyılın tek kutuplu dünyasında kendini gösterdi. Sivil toplumun kendi üzerine yeniden düşünmesinin başlangıç momenti ise bütün toplumsal alanlarda daralan özgürlüklerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Daha önce de ifade edildiği üzere sivil toplum, özgürlük talebinin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla devletin yeniden bir eleştiri nesnesi olarak sivil toplumun gündemine gelmesi gerekti, ancak bir farkla. Bu kez on dokuzuncu yüzyıldan farklı olarak başka bir dünyanın mümkün olduğuna ilişkin inancın yeniden hatırlanması koşuluyla bu eleştirinin işe yaraması mümkün olabilir. Bu nedenle sivil toplumun önündeki yeni bariyerlerden biri, sahip olduğu toplum tasavvurunun niteliğinde gizli.
Yazının önceki bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi Takip Edin