“Türkiye’de Otosansürün Ulaştığı Nokta Dehşet Verici”
Sansüre ve otosansüre karşı mücadele veren Susma Platformu, Türkiye’de ifade özgürlükleri üzerindeki baskıların gitgide arttığını söylüyor. Platformdan Özlem Altunok’un üzerinde durduğu en büyük tehlike ise otosansür. Altunok’a göre Türkiye’de otosansür dehşet verici boyutlarda: “2018 yılında 350 kişinin anonim katılımıyla düzenlenen araştırma sonuçlarına ilişkin veriler dehşet verici, sansürün yarattığı hasarı ortaya koyuyor. Verilere göre katılımcıların yüzde 79’una göre otosansür yapmadan Türkiye’de yaşamak mümkün değil.”
Sanat ve medya alanında her türlü ifade özgürlüğü ihlali, sansür ve otosansür meselelerine eğilen Susma Platformu üzerine Özlem Altunok ile görüştük. Altunok, sadece sansür ve otosansür vakalarını tespit edip duyurmakla kalmadıklarını bunlarla savaşmak ve aşmak için de çözümün bir parçası olmaya çaba gösterdiklerini söylüyor. İki yıldır yasaklı Wikipedi için sürdürdükleri çalışmalar bunun bir örneği… Altunok, insanın kendi kendisine uyguladığı sansürün içselleşmesinin tehlikelerini her şeyin önüne koyuyor ve yaptıkları bir yayınla otosansürün nasıl her yanımızı sardığını örnekliyor: “Sansürsüz internet kampanyası kapsamında bu amaçla otosansür yapmak zorunda kalan gazetecilerin videolarını yayınladık. Hepsi de alanda olan, muhalif gazetecilerdi. Onların ağzından hem medyadaki hem de kişisel otosansür hikayelerini duymak, otosansürü hep beraber nasıl içselleştirdiğimizin, sıradanlaştırdığımızın önemli bir göstergesiydi.”
Siz sanat ve medyada sansüre ve otosansüre karşı mücadele vermek için kurulmuş bir platformsunuz. Kuruluşunuzu ve faaliyetlerinizi kısaca sizden de dinlemek isteriz.
Susma Platformu aslında küçük bir fikirden hareket edip yolda büyüyen, kapsamı genişleyen bir çalışmaya dönüştü diyebiliriz. Çalışmalarımıza her ne kadar Eylül 2016’da, OHAL’den sonra başlamış olsak da temelleri öncesinde atılmıştı. 15 Temmuz ve arkasından neredeyse iki yıl süren OHAL sürecini yaşayacağımızı bilmiyorduk henüz, dolayısıyla kapsamı öngördüğümüzden haylice genişledi.
İfade özgürlüğü ihlallerinin yaşandığı sanat ve medya alanlarındaki sansür/otosansür vakalarını belgelemek, Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşanan ihlalleri, sansüre uğrayan kişi ya da kurumların temsilcileriyle bir araya gelerek kayda geçmek, en önemlisi de beraber ve çoksesli bir biçimde, yeni yapılanmaların, çözüm yolları üretmenin koşullarını yaratmak için bir dayanışma ağı örgütlemenin parçası olmak adına yola çıkmıştık. Amaçlarımız rayından çıkmadı fakat alanı oldukça genişledi.
Çalışmalarınız neleri kapsıyor ve nasıl bir yol izliyorsunuz?
Susma’nın sitesinde düzenli olarak sansür vakalarını derliyoruz. Şimdiye kadar Diyarbakır, Çanakkale, Mardin, Mersin, İzmir, Eskişehir, Batman, Artvin, Ankara, Van ve Bursa’da çeşitli sanat kurumları, dernek, inisiyatif, yerel medya temsilcileriyle, sanatçı, gazeteci, yazar ve hukukçularla bir araya gelerek çeşitli etkinlikler düzenledik. Gittiğimiz kentlerde yaşanan ifade özgürlüğü ihlallerini kayda geçtik. Ayrıca her kentte kurduğumuz bu ilişkiler üzerinden bir mail grubu oluşturarak bir iletişim ağı kurduk. Bu çalışmalar sonucunda 2016-2017 ile 2017-2018 dönemlerini kapsayan iki ayrı yıllık rapor hazırladık. Sansüre uğrayan kurum ya da kişilere hukuki destek vermek gibi daha somut, elle tutulur girişimlerde de bulunuyoruz. Örneğin Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in Batman Ağır Ceza’da yargılanan Bakur filmini başından bu yana yakından takip ediyoruz. Artık özgür olsa da yargı süreci hala devam eden fotoğraf sanatçısı Çağdaş Erdoğan’ın davasını da Susma’nın hukuk birimi üstlendi.
Bir başka amacımız da sansürlenen çalışmaların hayat bulmasına aracılık etmek. Örneğin OHAL’den sonra kayyım atanan Diyarbakır’da mekansız kalan Amed Film Festivali’yle dayanışma gösterenler arasında biz de vardık; Onur Yürüyüşü’nün dört yıldır yasak olduğu, LGBTİ+ etkinliklerinin engellendiği bir Onur Haftası’nda “Sınırsız” adı altında bir sergiye ve KuirFest’e ev sahipliği yaptık. Özetle ifade özgürlüğü ihlallerine yönelik gündemi yakından takip edip karşısında hep beraber yapılabileceklere odaklanıyoruz.
Neredeyse her güne birden fazla vaka düştüğünü söylemek abartılı olmaz herhalde. Üzerinde çalışacağınız sorunların seçimini neye göre yapıyorsunuz?
İhraç edilen barış akademisyenleri, tutuklu öğrenciler, kapatılan dernekler, yasaklanan kitaplar, yürürlüğe sokulan yeni yasalar (sinema, internet), yönetmelik değişiklikleri (DT, ŞT, festivaller), kara listedeki sinemacılar, sosyal medya gözaltıları, Cumhurbaşkanına hakaret davaları, yıkılan heykeller, kayyım atanan Kürt kentlerindeki ihlaller, fiili Kürtçe yasağı, etkinlik iptalleri… Bunlar görünür vakalar. Bir de daha dolaylı sansür vakaları var ki belgelemesi, yazması zor. Bazen muhatap bulamıyoruz ya da kurumlar kendilerini korumak için vakayı duyurmak istemiyor, kendi sansürünü kendi yapıyor. Aslında hepsinin önünde, yöresinde en tehlikelisi otosansür. Bunca baskı ve keyfi yasağın getirdiği korkuyla, kabuğuna çekilip sansüre gerek kalmadan otosansürü devreye sokanlar var kaçınılmaz bir sonuç olarak.
Şu anda pek çok kurumda, bu gazete de olabilir, sanat galerisi ya da DT gibi resmi bir kurum, hatta sanatçının, yazarın kendisi de olabilir, işini, olanaklarını kaybetmek istemeyen pek çok kişi otosansür uyguluyor.
Bu karamsar tablo içinde hak ihlalleri mücadelesindeki herkes kadar bizde gündemin sıcaklığını, gelişmeleri takip ederek hareket etmeye çalışıyoruz. Medya ve kültür sanat alanında yaşanan daralmaya, yaratıcı üretimin tırpanlanmasına karşı bir yandan aciliyet taşıyan konularla ilgilenmeye çalışırken temelde yapıcı çözümler üretmenin yollarını arıyoruz.
Türkiye’de genel olarak sanata ve medyaya uygulanan sansürlerdeki gerekçeler hangi başlıklarda toplanıyor?
Sansür biçimleri de, uygulayıcıları da, sansür mekanizmaları da çok daha çeşitli bugün. Devlet tarafından uygulanan sansürün tamamıyla politik olduğunu söylemek mümkün. Başlıca gerekçelerse “toplumsal hassasiyetler”, “kamu güvenliği”, “müstehcenlik”, “milli değerlere hakaret”, “genel ahlaka aykırılık” ve elbette “terör örgütü propagandası ya da üyeliği” gibi genel bir kılıf çerçevesinde sunuluyor. Gerekçeler, elbette bahane, çoğu zaman gerekçeye de gerek duyulmadan keyfi yasaklamalar yapılıyor. İktidar tarafından uygulanan bu yasaklarda amaç belli; kendi ideolojilerini yaymak ve dayatmak.
İktidarın kutuplaştırma politikasının ve korku atmosferinin sonucu olarak ise yerel yönetimler, üniversite yönetimi, meslek örgütleri, mahalle örgütlenmeleri, sektör temsilcileri, yönetmenler, küratörler, fon veren kuruluşlar da sansür yapıyor. Bu, devletin “bildik” sansür uygulamalarından daha da tedirgin edici çünkü herkesi potansiyel sansürcüye dönüştürüyor.
Sansüre karşı yeterli bir dayanışma ve örgütlenme mevcut mu? Atılması gereken somut adımlar neler olmalı?
Şu bir gerçek ki, yaratılan bu korku ikliminde bu sessizliği anlamak zor değil, kimse alanını ve elindekileri kaybetmek istemiyor, kimileri bu alanlara sahip çıkmanın da bir direnme biçimi olduğunu düşünüyor.
Türkiye’de esas sıkıntı siyasal alanın, örgütlü pek çok alanın daralması sebebiyle yaşanıyor. Özellikle Gezi döneminde siyasallaşan insanlar net bir politik değişiklik bekledikleri için sert bir hayalkırıklığı yaşadılar. Belki ileri doğru hamle yapmak zor ama yavaş da olsa kendiliğinden birtakım yeni mücadele biçimleri oluşuyor.
Kapatılan ama yoluna bir biçimde devam eden tiyatrolar var, tekseslileşen basına karşılık online medya, alternatif festivaller, farklı yapılanmalar, bir araya gelişler var… Temas etmek, düşünsel/sanatsal üretimi pekiştirecek her tür bir aradalık hepimizi besliyor.
Çünkü sansürle mücadele yöntemlerini tartışmak, var olan örgütlülüklerimizi sorgulamak, yeniden yapılandırmaktan geçiyor bunun yolu.
Web sitenizde de yayınlanan haberden aktarırsak; 30 Nisan’da açıklanan RTÜK raporuna göre, RTÜK bir yılda 164 yayın yasağı kararı çıkardı. Yasaklara rakamsal veriler üzerinden yaklaşmak “Türkiye’de sansür var” demenin daha gerçekçi ve vurucu yolu bana kalırsa. Siz de “haftanın sansür gündemi” gibi çalışmalarınızla sansüre dair daha somut tablolar sunuyorsunuz.
Haftalık hazırladığımız bültenler maalesef tarihe kötü notlar düşüyor. Her gün, her hafta ifade özgürlüğü ihlallerini belgelemeye gerek duymak başlı başına hazin bir durum gibi görünüyor olabilir ama rakamlarla birlikte en çok vakaların içeriği bize çok şey anlatıyor. tek başına baskı dönemlerinde yaşanan her tür ihlali kayda geçmek bile çok önemli bugün. Çünkü arşivler hatırlatır, bugünü yeniden geleceği başka türlü kurgulamamızı sağlar. Birileri görmezden gelse de birileri her zaman gayrı resmi tarihle ilgilenecektir.
Sizce internet çağında sansür ne derece mümkün? Sansürle mücadele yöntemleriniz arasında gelen alternatif mecraların da etkisiz kaldığı sansür durumları oluyor mu? O noktada neler yapıyorsunuz?
Çevrimiçi dünyanın sunduğu çeşitlilik, çokseslilik, bilgi akışı ve hız herkese yansıyor. Sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede iktidarların online mecraya da kısıtlama getirdiğini biliyoruz. Türkiye’de de yeni internet yasası yürürlüğe girmek üzere ve yeni yasayla her türlü online medya (TV, radyo, medyascope gibi haber kanalları da dahil) RTÜK üzerinden denetlenip, lisans sahibi olabilecek.
Twitter’ın 2018’in ikinci yarısını kapsayan şeffaflık raporu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Rapora göre Türkiye, yaklaşık 5 bin içerik kaldırma talebiyle birinci sırada yer alıyor. Hükümet tarafından yapılan bu taleplerin çoğunu, Afrin’e yönelik operasyonla ilgili atılan tweetler oluşturuyor. Pek çok gazeteci, hatta sosyal medyayı kullanan herhangi biri, paylaşımları üzerinden gözaltına alınıp yargılanıyor. Erişim engeli getirilen haber siteleri ya da VPN servisleri, iki yılı aşkındır süren Wikipedia yasağı gibi önümüzde pek çok konu var. Tüm bunları gözeterek katılımcılarımızla beraber belirlediğimiz odak konusu oldu internet yasakları. Nisan ayından bu yana internet sansürüne dair bir kampanya yürütmeye başladık. “Sansürsüz İnternet” başlığı altında sitede, bu alanda yaşanan ihlallere dair uzman yazılarına yer veriyor, yine sansürsüz internet etiketiyle sosyal medyadan paylaştığımız videolar, araştırmalar, çeşitli verilerle konuyu gündemde tutmaya çalışıyoruz. Bugün internet bir nevi sokak işlevi görüyor, sanal dünyada sansürü aşmanın da elbette çeşitli yolları var ama sonuçta dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; otosansür!
Wikipedia, Türkiye’de internet sansürüne dair en belirgin örneklerden biri. Siz bu konunun gündemde kalması, farkındalık oluşması için de çalışıyorsunuz. Wikipedia yasağına karşı çabaların muhatap bulabildiğini düşünüyor musunuz, bu konudaki güncel durum nedir?
İnternette ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların git gide artacağı çok açık maalesef. Türkiye’de ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkına getirilen sembol örneklerden biri Wikipedia yasağı.
Platform olarak başından beri Wikipedia yasağını her gün takipçilerimize hatırlatıyoruz. “Sansürsüz İnternet” kampanyası kapsamında Wikipedia’nın Türkiye’de yasaklanışının ikinci yıldönümü olan 29 Nisan’da da Ahmet Sabancı’nın yasağın sürecini ve boyutlarını aktardığı yazıyla, çeşitli sosyal medya paylaşımlarıyla gündemde tutmaya çalıştık. Ayrıca aralarında Uluslararası PEN, Uluslararası Basın Enstitüsü, ARTICLE 19, İfade Özgürlüğü İnisiyatifi’nin de bulunduğu kurumlarla birlikte, Wikipedia yasağının kaldırılması çağrısıyla ortak bir bildiriye imza attık. Ancak bu ve benzeri çabaların muhatap bulması zor görünüyor. Çünkü Wikimedia Vakfı tarafsızlık ilkesi gereği Türkiye hükümetinin kaldırılmasını istediği iki maddeyi kaldırmayacağını zaten açıklamış ve hükümetin getirdiği erişim yasağının ardından Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmıştı. Susma Platformu olarak biz de başvurduk ve ortada bir yanıt yok.
Wikimedia Vakfı, İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağını da duyurdu. Bu güncel gelişme hakkında neler söylersiniz?
Vakıfla hükümet arasındaki görüşmeler de sonuç vermediği için Wikimedia Vakfı şimdi de kaçınılmaz olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağını şu sözlerle açıkladı: “Bu adımı, engeli kaldırmaya yönelik Türk mahkemelerindeki devamlı ve geniş kapsamlı girişimlerimiz, Türk makamlarıyla yapılan iyi niyet görüşmeleri ve erişim engeline ve engelin hem Türkiye hem de dünyanın geri kalanına etkisi üzerinde farkındalık yaratmaya yönelik düzenlenen kampanyalarımız sonrasında atıyoruz.”
Bu adım gerçekten önemli elbette ama tüm sansür vakaları bir süre sonra normalleştiriliyor. Sözü dönüp dolaşıp otosansüre getirmemin sebebi de bu.
OHAL bitti ama 7145 sayılı yeni yasayla OHAL süreklileşti. Artık bir festivalin ya da etkinliğin iptal edilmesi olağan. Barış yanlısı olmak ve bunu sosyal medyada paylaşmak, suç işlemek demek. Belgesel çekmek, terör örgütü propagandası yapmakla eşdeğer. Bu ve benzeri kısıtlama ve suçlamalar insanları bırakın uygulamayı, düşündüklerini paylaşmamaya itiyor. En azından tüm bu vakaları kaydedip, zaman zaman hatırlatarak normalleştirilmesinin önüne geçmek bile kıymetli bugün sanırım.
“Gazeteciler, Sanatçılar Otosansür Yaptıklarını Dile Getirmekten Bile İmtina Ediyor”
Sansür vakalarının toplumdaki yankısıyla ilgili çalışmalarınız var mı? Örneğin çoğunluk Wikipedia’nın kapatılması hakkında ne düşünüyor, “hassasiyetlerimiz” söylemi toplum katında da destek görüyor mu yoksa insanlar en temel haklarından birinin engellendiği konusunda bilinçli mi?
Her yıl hazırladığımız yıllık raporların bir parçası olarak sansür ve otosansüre dair anketler de yapıyoruz. Son olarak 15 Eylül-1 Aralık 2018 tarihleri arasında, toplumdaki sansüre dair farkındalık düzeyini, ifade özgürlüğüne yaklaşımı ve otosansür eğilimini tespit etmek amacıyla çevrimiçi bir araştırma yaptık. 350 kişinin anonim katılımıyla düzenlenen araştırma sonuçlarına ilişkin veriler dehşet verici, sansürün yarattığı hasarı ortaya koyuyor. Şöyle ki, verilere göre % 79 otosansür yapmadan Türkiye’de yaşamak mümkün değil, diyor. % 61 otosansür yapmazsa işsiz kalacağını, %57 otosansür yapmazsa dışlanacağını düşünüyor. Otosansür gerekçeleri ise şöyle: Güvenliğin tehdit edilmesi % 21,98, ceza davaları veya cezaî tatbikat % 21,24, profesyonel anlamda itibarsızlaştırılma % 14,53, aile veya yakınların tehdit edilmesi % 13,04, iş yerine yönelik tehditler % 9,19, eve yönelik tehditler % 8,94, misilleme % 7,7.
Araştırma kapsamında, katılımcılardan sansür gördükleri veya otosansür uyguladıkları bir ânı bizlerle paylaşmalarını da istemiştik. Bu paylaşımlar da halimizin hazin portresi gibi:
-Bu anketi doldururken otosansür uyguladım.
-Şimdi otosansür yapıyorum, çünkü her ne kadar VPN kullansam da, bunun hükümetçe yürütülen bir çalışma olmadığından emin olamam.
-Gazete yazılarından dolayı hakkımda 40 yıla varan hapis cezaları istemiyle davalar açılınca, yazılarımda daha dikkatli ve örtülü bir dil kullanmaya başladım.
-Bir yerde film çekimi yapmak için izin alırken, izin verilmeyeceğini düşünerek asıl senaryo dışında farklı senaryo veriyorum.
-Sosyal medya kullanımımı kısıtladım.
-Doktora tezimde AKP döneminden pek bahsetmedim. Aslında tezin bütünlüğü için çok da gerekli değildi ama danışmanın daha baştan bu dönemden bahsetme demesi karar vermemde etkili oldu.
-Siyasî görüşümü sosyal medyada asla belirtmiyorum.
-Facebook’taki paylaşımlarımın hepsini sildim.
-Derslerimde öğrencilerle konuşurken neyi yanlış anlarlar da beni bir yere angaje ederler diye düşünüyorum.
Her insanı otosansüre götüren sebepler farklı olsa da otosansürü doğuran ana sebep hiç kuşkusuz sansürün varlığı. Peki, kendine otosansür uygulayan bir sanatçı ya da gazeteciyle mücadeleniz nasıl gelişiyor? Burada sansürden farklı olarak baskı ve karar kişinin kendisinden geliyor çünkü.
Aslında hepimiz otosansür yapıyoruz. Evde, sokakta, iş yerinde, sanal dünyada. Otosansürü uygulayan kişiyle değil de bu durumla, olguyla mücadele etmek diyelim. Sonuçta otosansür korkuyla yayılan bulaşıcı bir hastalık ya da bir savunma mekanizması. Sorun otosansürü normalleştirmekte, düşündüğünü söylemekten vazgeçmeyi refleks haline getirmekte.
Öte yandan gazeteciler, sanatçılar otosansür yaptıklarını dile getirmekten bile imtina ediyor. Oysa sansürü alt etmenin, etrafından dolaşıp sözünü başka türlü söylemenin yolları da var. Önemli olan pes etmemek, razı gelmemek, farkında olmak ve her şeye rağmen çabalamak.
Sansürsüz internet kampanyası kapsamında bu amaçla otosansür yapmak zorunda kalan gazetecilerin videolarını yayınladık. Hepsi de alanda olan, muhalif gazetecilerdi. Onların ağzından hem medyadaki hem de kişisel otosansür hikayelerini duymak, otosansürü hep beraber nasıl içselleştirdiğimizin, sıradanlaştırdığımızın önemli bir göstergesiydi.
Susma Platformu’nu takip etmek için:
Site: susma24.com
Twitter: https://twitter.com/susma_24
Facebook: https://www.facebook.com/susma24
Bizi Takip Edin