Sivil Toplum Teorilerinde Devlet – II
Yeni toplumsal hareketler sivil toplumun var olduğunu, hala hayatiyet emaresine sahip olduğunu gösteren bir işareti olarak yorumlanabilir. Bu hareketlerin küresel ölçekte yoğunlaşmasının dinamikleri, sosyal kurumlardaki belirsizliklerin yoğunlaşmasıyla paraleldir.
Sivil toplum ve çevresinde devam eden arayışların son otuz yıldaki serüveni ve güncel siyasal gelişmeler, sivil toplumun siyasal kültürün ve siyasal teorinin geri dönülmez bileşenlerinden biri olduğunu göstermektedir.
Günümüz toplumlarının önemli bir kısmı yöneten-yönetilen dikotomisini aşan bir siyasallığın dinamiklerini içeren karmaşık ve paramparça, aynı zamanda merkezileştirme çabalarına dirençler üreten niteliklere sahiptir. Bu gelişmelerin ortaya çıkmasında, 19. yüzyıldaki devlet – toplum ikiliği ile açıklanması güç olan sosyo-politik alanın inşası ve sivil toplumun bir eksen olarak demokratikleşme tartışmalarında işgal ettiği konum belirleyicidir.
Sivil toplum tartışmasını 21. yüzyılda yeniden tartışmaya açan, hatta bunu zorlayan koşullar sağ popülist ideolojilerin yükselişiyle yakından ilişkilidir. Özgürlük alanlarının küresel ölçekte daralmasıyla birlikte başlayan bu tartışma, demokrasi ve çoğulculuk tartışmalarının eşitlikçi bir perspektifle düzenlenmesinin önündeki kurumsal engellerle birleşerek ilerlemektedir. Sivil toplumun eşitlikçilik ve evrensellik ilkelerine dayanması gereken politik iradeyi temsil deneyimindeki gerilemenin de bu tartışmanın öncüllerinden biri olduğu söylenebilir.
Toplum ile devlet arasındaki karşılıklılık ilkesinin devletten yana bükülmesiyle birlikte ortaya çıkan muhafazakar modelin, sivil toplumu bir fonksiyon olarak işlevsel hale getirmesinin neden olduğu gerileme, sosyal düzenlemeler içerisinde de karşılığını bulan bir gerilemedir. Muhafazakar modelin devlet – toplum ilişkisinde devleti merkeze koyan ve toplumu devletin bir türevi, uzantısı, kimi zaman sosyal alandaki tecessümü ve temsili olarak sunmasına yönelik girişimlerine karşı sivil toplumun politik irade geliştirememesi, toplumun giderek içe çökmesine neden olmaktadır.
Sivil toplum, temsillerin katılım yoluyla ortadan kalktığı modern toplum idealinin karşılığıdır. Ancak 21. yüzyılda tecrübe edilen ve sivil toplumun gerilemesine neden olan gelişmeler, 19. yüzyılda monarşi ve benzeri otoriter rejimlerle mücadele halindeki serbest pazar ekonomisinin dayandığı zeminin yer değiştirmesinden kaynaklanıyor. Bu dönemde egemen devlet karşısında kendini bir politik irade olarak dayatmak isteyen liberal müdahalenin elde ettiği politik özerklikle inşa ettiği dönüşüm, yaklaşık yüzyıl içinde devletin yeniden ve devletçilik ile restore ettiği sosyal düzenlemeleri beraberinde getirdi. Karl Polanyi’den ilhamla ifade edilen bu dönüşüm, yeni devlet seçkinlerinin ve onların dayandığı sınıfın bir yandan modern devletin amaçlarıyla örtüşüp onun mantığına bürünürken diğer yandan liberal ekonominin yıkıcılığına karşı direnç geliştiren çıkar gruplarının örgütlenmesini de mümkün hale getiren bir dönüşümdü.
Burada birçok belirsizliğin katmanlar halinde örüldüğü tarihsel tecrübenin yeni bir uğrağından söz edilebilir. Bugün sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkinin siyaset teorisini aşan bir ivmeye sahip olduğu ve sosyal kurumlar içerisinde yapısal olduğu kadar işlevsel değişimlerin gerçekleştiği bir aşamaya erişildiği görülmektedir. Kurumların içerdiği belirsizlikler, toplumsal hareketler açısından da değerlendirilmesi gereken bir uğrak olarak kabul edilebilir.
Yeni toplumsal hareketler sivil toplumun var olduğunu, hala hayatiyet emaresine sahip olduğunu gösteren bir işareti olarak yorumlanabilir. Bu hareketlerin küresel ölçekte yoğunlaşmasının dinamikleri, sosyal kurumlardaki belirsizliklerin yoğunlaşmasıyla paraleldir. Toplumu sivil, siyasal ve ekonomik olarak parçalara ayırarak her birini kendi özgül koşulları altında tasarımlayan siyaset teorisinin aksine, sosyal alanın bütünselliği ve ilişkiselliği sivil toplumun politik iradesindeki çözülmeye rağmen onu müdahil olmanın etkili pratiği olarak gündemde tutmaktadır.
Bizi Takip Edin