Pervin Çakar’ın En Büyük Hayali: Mem û Zin Operası…
Pervin Çakar dünyaca ünlü bir opera sanatçısı... En büyük hayali Mem û Zin operası yapmak. Pervin Çakar'la başarı hikayesi olan sanat yolculuğunu konuştuk.
Pervin Çakar, Mardinli bir ailenin çocuğu olarak 1981 yılında dünyaya geldi. Babası öğretmendi, çocukluğu Karadeniz Ereğlisi ve Fatsa’nın köylerinde geçti. Ana dili Kürtçeyi sonradan geliştirdi, öğrendi. Çünkü Kürtçe yasaktı ve bu yasak korkusu ailesi içinde de geçerliydi. 11 yaşındayken babasının tayini bu kez Bismil’e çıktı ve Pervin Çakar’ın içindeki müziğe dair cevheri keşfetmesi de ilk olarak Bismil’de oldu. Sesi güzeldi ve müzik öğretmeni onu Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi’ne yönlendirdi. Burada klasik müzikle tanıştı. Ama onun dünyaca tanınan bir opera sanatçısı olarak süren yolculuğu, esas olarak Ankara’da kendisine hediye edilen bir Maria Callas albümüyle başladı. Diyarbakır dönüşü Almanya’ya dönmeden önce buluştuk ve sorularımızı yanıtladı…
Opera ve hem de Kürtçe opera… Operaya yönelmenizin kısa hikayesini anlatır mısınız?
Müziğe küçük yaşlardan beri ilgim vardı. Ama özellikle Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde ortaokuldayken bunu kendimde keşfettim. 90’lı yıllardı ve popüler olan bütün müzik türlerine ilgim vardı, arabesk de dahil. Şarkı, türkü söylemeyi de severdim. Opera, ama öncesinde klasik müziğe ilgim ise, Diyarbakır’daki Güzel Sanatlar Lisesi yıllarımda başladı, klasik müzikle o zaman tanıştım. Liseden sonra Ankara’da Gazi Üniversitesi müzik bölümüne başladım. Geleceğim müziğe dair olacaktı, belliydi bu. Şan, opera diyemem ama koro dersinde çok sesli şarkılar söylüyorduk. O da sizi ister istemez operaya götürüyor. Ama ben farkında değildim. Üniversitede birçok arkadaşım opera, şan dersi alıyordu. Bu, benim de ilgimi çekmişti.
Daha lisede iken bir Ankara’ya gidişiniz var galiba?
Evet. O zaman bir GAP projesi vardı, resim, şiir, kompozisyon yarışmaları yapılıyordu. Oldukça başarılı, revaçta, ilgi gören ürünler ortaya çıkıyordu. Bu yarışmaya okuduğum liseyi temsilen ben de bir kompozisyonumla katıldım. Dicle’yi, Fırat’ı, toprağı anlatan bir hikaye yazmam gerekiyordu; ben de yazdım. Türkiye ikincisi, bölge birincisi seçildim. Dereceye girenleri Ankara’ya götürüyorlardı, beni de götürdüler. Ankara’da düzenlenen gecede GAP Bölge Başkanı Olcay Ünver, Güzel Sanatlar okulu öğrencisi olduğumu öğrenince bir şarkı söylememi istedi. Okulda öğrendiğim çok sesli şarkılarımdan birini söyledim. Bana, “Sende opera sesi var, farkında mısın?” dedi. “Hayır, bilmiyorum” dedim. Bana Pavorotti’den, Maria Callas’dan bahsetti. Ve kendi koleksiyonundan Maria Callas’ın bir CD’sini hediye etti bana. Ben bu CD’yi ancak 4 sene sonra dinleyebildim. Hem bir CD çalar aygıtım olmadığı için hem de doğrusunu isterseniz ilk başlarda çok ilgimi çekmediği için. Ankara’da üniversitede iken operayla ilgilenen, şan dersleri alan, tiyatroya giden arkadaşlarım vardı. O zaman evimdeki CD’yi hatırladım ve “Ben o CD’yi dinlemeliyim” dedim. Bir CD çalar aldım. Ve o CD’yi dinledikten sonra benim operaya ilgim arttı. Tiyatrolara gitmeye başladım. 2000, 2001 yılları idi.
Operaya yönelmeniz çevrenizde, özellikle ailenizde nasıl karşılandı?
Opera sanatçısı olmak konusunda netleştikten sonra bunu babama söylediğimde, afalladı. “Sen müzik eğitimi alıyorsun, müzik öğretmeni olmayacak mısın?” şeklinde oldu tepkisi. Müzik öğretmeni olmak ilgimi çekmiyordu. Bunu ona söylediğimde, kaygılandı; “Nasıl para kazanacaksın? Ne yapacaksın?” dedi. Müzikle uğraşan insanların para kazanamayacağını düşünüyordu. Kaygısı daha çok benim içindi yani. Ama daha sonra, mesela Diyarbakır’da ilk konserimi verdiğimde gelip en ön sırada oturdular, herkesten önce beni kutlayanlar, sarılanlar, destekleyenler annem, babam, ailem oldu.
İtalyanca, Almanca, İngilizce ve daha başka bir çok dilde opera eserleri seslendirdim, tiyatrolarda rollerim vardı. Ama bu diller arasında Kürtçe yoktu. Yurtdışında yaşamakla Türkiye’de yaşamak arasında çok büyük bir fark var. Türkiye’de bir takım şeyleri hissederek yaşıyorsunuz ama Avrupa’da Türkiye’yi hissederek yaşamak daha farklı, yoğun bir duygu
Ailenizin yanı sıra çevreniz nasıl karşıladı opera sanatçısı olmanızı?
O fıkrayı başka kentlere de uyarlıyorlar. Doğru. Operadan, klasik müzikten uzak olmanın en büyük nedeni, öncelikle bizde böyle bir eğitim sistemi olmaması. Avrupa’da ilkokuldan itibaren başlayan ciddi bir eğitim var, klasik müzik eğitimi veriliyor. Bizde okulda veya yaşadığın sosyal çevrede değil de, ilgin varsa CD, albüm satın alarak veya dijital platformlardan takip ederek klasik müzik dinleyebiliyorsun. Avrupa’da ise adeta genlerinde var. Bebek çağlarında çocuklara Mozart dinletiyorlar. Bunu çok doğal olarak yapıyorlar. İlkokulda da eğitimini veriyorlar. Böyle bir tabanı, maddi temeli var. Böyle olunca mesela tiyatroya giden biri kendisini orada yabancı hissetmiyor. Bizde ise “Nedir bu?” diye düşünüyor, kendisini yabancı hissediyor. Tabii konservatuarlar, güzel sanat okulları var. Fakat bunun genel olarak eğitim müfredatında yer alması gerekli diye düşünüyorum. Varsa da bilmiyorum. Olsaydı herkes operayı, klasik müziği bilir ve “zulüm” diye düşünmezdi. Tabii sadece eğitim ve müfredat meselesi de değil. Bununla ilgili projeler üretilmeli, çocuklara yönelik klasik müzik konserleri, dinletiler, festivaller olmalı, çocuk operaları olmalı. Ancak böyle olursa bu kültür gelişir.
“Sesin güzel, opera değil türkü, klam söylesen” diyenler oldu mu hiç?
Babam bağlamayı al, türkü söyle derdi. Onu da yaptım aslında. Lisede iken türkü, bağlama dersleri aldım. Ama ben o alanda kendimi yeterli hissetmiyordum, o tür istekler oldu ama ben o alanda kendimi yetiştirebileceğimi, yükselebileceğimi düşünmedim. Öyle hissetmedim. Fakat halk müziğini, bağlamayı çok severdim, hala da severim.
Kürt müziğinde operanın bir evveliyatı var mı? Kürtçe opera yapan bir sanatçı olmuş mu sizden önce?
Bilmiyorum açıkçası. Duyumlarıma göre Rusya’da, Kazakistan’da yaşayan Kürtler içerisinde bu ekolden etkilenen sanatçılar var. Ama Kürt operası yapan yok bildiğim kadarıyla. Hiç duymadım, karşılaşmadım.
Sonra Avrupa’ya gittiniz…
Benim güzel sanatlar lisesindeki edebiyat öğretmenim çok severdi beni, yeteneğime çok güvenirdi. O zamanlar İtalya’ya gitmek gibi bir isteğim vardı, sponsor arayışındaydım. O zaman edebiyat öğretmenime bu sorunumdan bahsettim. Onunla birlikte o zaman Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi danışmanlarından Şehmus Diken beyin kapısını çalmıştık, o da yardımcı oldu. Osman Kavala ile bizi tanıştırdı. O vesileyle burs imkanı buldum. Osman Baydemir de ben İtalya’ya gitmeden önce Ankara’da düzenlenen bir opera yarışması vardı. Yalnız bu yarışma normalde Avusturya’da yapılıyor ama ön elemeleri Türkiye’de yapılıyordu. Ön elemeleri ben kazanmıştım, Türkiye’yi Avusturya’daki yarışmada temsil etmek üzere. Viyana’ya gidebilmek için maddi bir imkan gerekliydi. O nedenle sevgili Osman Baydemir sağolsun yardımcı oldu, ben bu şekilde Viyana’ya gidebildim.
İtalya’da daha önce Ankara’ya geldiğinde tanıştığım ve sesimi beğenen opera menajeri Giuseppe de Spirito benim İtalya’da olmam gerektiğini söyledi. İtalya’da olmak her şeyden önce maddi imkan gerektiriyordu. Osman Kavala’nın aracılığıyla İtalyan Kültür Merkezi ihtiyaç duyduğum bursu sağladı, bu şekilde İtalya’ya gidebildim. Osimo diye önemli sanatçıların ders verdiği bir akademiyi kazanmıştım. Orada yatacak yerim olmadığı için benim durumumdaki başka öğrencilerle birlikte bir Katolik manastırında kaldım. Akademide bir yıl eğitim gördükten sonra Perugia’da yaşayan bir hocayla tanıştım, onunla birlikte tiyatrolarda şarkı söyledik. Donetella Perfetti adında tanıştığım bir kadına minnetarlığımı belirtmeden geçemem. Bana evini açtı. İtalyancayı da onun sayesinde öğrendim diyebilirim. 10 yıl boyunca İtalya’nın değişik kentlerinde opera salonlarında sahneye çıktım. Almanya, Arnavutluk, İspanya, Rusya’da aryalar söyledim. “Türk opera sanatçısı” olarak tanındım…
Büyük bir kararlılıkla, emekle, çabayla tam da Avrupa’da “Türk opera sanatçısı” olarak tanınmış bir sanatçı olmuşken Kürtçe opera yapmaya neden ihtiyaç duydunuz?
İtalya’da İtalyanca, Almanca, İngilizce ve daha başka bir çok dilde opera eserleri seslendirdim, tiyatrolarda rollerim vardı. Ama bu diller arasında Kürtçe yoktu. Bu nasıl oldu? Tabii ki bir anda olmuyor. Yurtdışında yaşamakla Türkiye’de yaşamak arasında çok büyük bir fark var. Türkiye’de bir takım şeyleri hissederek yaşıyorsunuz ama Avrupa’da Türkiye’yi hissederek yaşamak daha farklı, yoğun bir duygu. 2011 yılının son günlerinde Roboski katliamını öğrenince çok üzülmüştüm. Çoğu çocuk 34 kişinin haksız yere ölümünden çok etkilendim. Bu olaydan önce de zaten bende özüne dönmek, ana dilini öğrenmek isteği, çabası vardı bende. Roboski katliamı ile bu çabam daha da anlam kazandı, devam etti. Kendi halkıma daha yakın olmak, sanatımla kendi halkıma mal olmak istedim. Bunu benimseyebilmeleri için kendi ana dilimde şarkılar söylemem gerektiğini düşündüm. Zaten yaptığım bir işe sadece kendi dilimi ve müziğimi eklemem gerekiyordu. Benim zaten içimde olan bir şeydi bu. Aslında yeni bir şey ortaya çıkarmış mıyım çıkaramamış mıyım, buna insanlar karar verecek.
Kürtçe operaya ne tür tepkiler geldi? Avrupa’da yaşayan çok sayıda Kürt müzisyenler sanatçılar, kurumlar var; nasıl karşıladılar Kürtçe operayı? Sahiplendiler mi, desteklediler mi?
Bilmiyorum, sahiplenme, destekleme diyemem belki ama konserler verdim. Özellikle denemek istedim. Acaba böyle bir şey yaptığımda karşımdaki insanlar ne diyecek? Aslında bu sorunun cevabını biliyordum. Operayı anlamasalar bile insan kendi dilinde müziğini yaptığı zaman farklı bir konseptle, Avrupai bir tavırla, teknikle söylediği zaman mutlaka insanların seveceğini düşünmüştüm. Öyle de oldu. Tepkiler çok güzel ve olumluydu. Avrupalılar da çok olumlu karşıladı. Çünkü bir opera sanatçısının kendi anadilinde söylediği şarkılar onların da ilgisini çekti.
Türkiye’de konserler verdiniz mi?
Türkiye’de Diyarbakır’da ve Nusaybin’de konserler verdim, 3-4 sene önce. Tepkiler çok güzeldi. Mesela Nusaybin’de beyaz tülbentli anneler, teyzeler gelmişti. Kaçarlar giderler diye endişelenmiştim doğrusu ama gerçekten inanamadım, gelip tebrik ettiler, gözlerinden yaşlar geliyordu. “Beni ağlattınız” diyenler vardı. İnsanlar farklı bir dünyaya giriyorlar kendi müziklerini bu seviyede gördüklerinde, gurur duyuyorlar. Farklı bir duygu yaşadıklarını gördüm, bu bana da yansıyor tabii. Müziğimi elimden geldikçe samimi ve dürüstçe söylemeye çalışıyorum. Yapmacık, samimi olmayan bir tavrı insanlar anlar hemen ve sizi dinlemezler. Ama ben hem karakterimle hem müziğimle samimiyetimi, dürüstlüğümü karşıya yansıtıyorum. Yaptığınız işi samimi ve hissederek yaptığınızda bunu karşı taraf mutlaka anlıyor. Karşılığını alıyorsunuz.
En büyük projem 13 senedir tekrar ediyorum, uğraşıyorum, sponsor bulabilmek için, bunu sahneleyebilecek bir yer olacak mı; Mem û Zin Operası yapmak istiyorum. Kürtlerin en büyük destanı. Hayal ediyorum. Hayal ettikçe gerçekleşeceğini düşünüyorum.
Kürtçe söyleyen sanatçıların tepkileri nasıl oldu?
Onların da bana karşı saygılarını sevgilerini görüyorum. Belki de benim fazlasıyla yüksek bir sanat yapmam, Avrupa’da eğitim almam, pek çok yerde akademi, konservatuar, tiyatroda yer almış olmam onları da olumlu manada etkiliyor, gurur duyuyorlar, seviniyorlar, benimle müzik yapmak istiyorlar. Benden tavsiyeler almak isteyenler de oluyor. Ben de seviniyorum, elimden geldikçe gördüğüm ilgiye karşılık vermeye çalışıyorum.
Bundan sonraki hedefleriniz neler?
Şarkı söylemeye devam edeceğim. Kürtçe lehçelerinin tamamında söylemeyi düşünüyorum, istiyorum. Zazaca söylüyorum zaten. Sorancayı repertuarıma katacağım. İran ve Irak Kürdistanı’nda da konserler vermek isterim. Gayet müzikal buluyorum Kürtçeyi. Şiirsel bir dil. Zaten şiirlerin hepsi çok ünlü şairlerimize ait. Müzik deseniz zaten sanki topraktan çıkmış ruhunuza yansımış gibi. Kürt müziğini çok farklı bir yere koyuyorum. Büyük bir zenginliğimiz var. Bunu nasıl kullandığınız da önemli tabii. Çok iyi kullanan, yükselten, değer katan müzisyenler de var, çok kötü kullanan da var. Konserler vermek var hedeflerim arasında, Türkiye’de ve yurt dışında. Sonbahardan itibaren konserlerim olacak, hazırlıklarını yapıyorum. En büyük projem 13 senedir tekrar ediyorum, uğraşıyorum, sponsor bulabilmek için, bunu sahneleyebilecek bir yer olacak mı; Mem û Zin Operası yapmak istiyorum. Kürtlerin en büyük destanı. Hayal ediyorum. Hayal ettikçe gerçekleşeceğini düşünüyorum. Ben biraz hayalperest biriyim aslında. Yaşadığımız sokaklara, geçtiğimiz yollara, caddelere, oturduğumuz, dinlendiğimiz parklara şairlerin, müzisyenlerin, sanatçıların adlarının verilmesi taraftarıyım. Onları ve emeklerini anmak, yaşatmak için. İnsanın büyük hedeflere, başarılara ulaşmak için önce büyük hayalleri olması gerektiğine inanıyorum. Hayallerim hiçbir zaman küçük olmadı. Olur veya olmaz. Bunu zaman gösterecek.
Siyasetten uzak durduğunuzu biliyorum ama yine de Türkiye’deki Kürt sorunun varlığı size ne hissettirir, ne düşündürür diye soracağım…
Bütün vatandaşların eşit olması gerektiğine inanıyorum. Hangi etnik kökenden olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun. Hepimiz birer “kuluz” sonuçta, hepimize bir yer var bu dünyada, Türkiye’de de her birimizin bir yeri vardır. Birbirimizi ötekileştirerek, ayrıştırarak, hiçbir yere varamayacağımızı düşünüyorum. Barışın ve kardeşliğin hepimize yardımcı olacağını düşünüyorum. Aslında bu da bir evrenselliktir. Türkiye’deki çeşitlilik bizim için çok güzel bir şey ve bu bizim sanatımıza, kültürümüze de zenginlik olarak yansıyor. Hepimiz birbirimizden etkileniyoruz. Bunlar güzel şeyler. Birbirimizi itmektense kucaklaşmak daha iyidir, güzeldir…
Bizi Takip Edin