Sivil Toplum Teorilerinde Devlet – I
Sivil toplum hareketlerinin henüz çok kısa olan tarihlerinin hızla siyasal iktidar yörüngesine girerek yeni biçimler kazanması, bağımsız failler olarak toplumun ortak çıkarlarını, toplumda var olan güç ilişkilerinde zayıf olanların çıkarlarını savunması ve muhtemel kurumsal-sistematik yıkıcılıklara ya da körlüklere karşı kamudan yana tavır alması gibi geçen yüzyılda kalan sivil toplum niteliklerini aşındırmaktadır. Bu nedenle yakın gelecekte yükselmesi beklenen demokrasi ve siyaset teorisi tartışmalarının başlıklarından birinin sivil toplum teorisi olacağını öne sürmek mümkün.
Demokrasi teorileri içerisinde sivil toplum tartışmalarının kapsadığı yer genellikle devlet – toplum ilişkisinin içerisinde gömülü olan iktidar ilişkilerinin düzenlenme biçimine ilişkin tartışmalardır. Devlet karşısındaki örgütlenmelerin demokrasinin zorunlu gereklerinden biri olarak ortaya çıkması, sivil toplum meselesini siyasal teorinin konusu haline getirir.
Sivil toplum, siyaset teorisinin konularından biri olmakla birlikte yeni toplumsal hareketlerin de bir parçasıdır. Modern dönemde ve reel sosyalizmin gerileme döneminde ortaya çıkan sivil toplum kavrayışı, öncelikle otoriter rejimleri demokratikleştirme mücadelesinin bir parçasıydı. Bu örgütlenme biçiminin demokrasinin kurumsallaşması için dünyanın muhtelif yerlerinde, örneğin Doğu ve Güney Avrupa’da ya da Latin Amerika’da, gerçekleştirdikleri faaliyetlerin bazı paradokslarla iç içe geliştiğini ve siyaset teorisinin bu paradoksal sürecin analizini eksene aldığını hatırlatmak gerek.
Değişen Örgütlenme Yapısı
Sivil toplum örgütlenmesinin XX. yüzyıldaki örgütlenme biçimi, mücadele ve müdahale teknikleri, modern toplumlardaki hukuki, kültürel, siyasal, ekonomik alanların demokratikleştirme ile düzenleneceğini öngören bir perspektife sahipti. Sovyetik rejimlerin yıkılması ve neo-liberal politik ekonominin küreselleşmesi modern toplumların demokratikleşmesini sağlamadığı gibi gittikçe otoriter eğilimlerin ve siyasal yapıların egemen kimlikler etrafında örgütlenmesini ve siyasal iktidarı ele geçirmelerine neden oldu. Böylece demokrasinin kurucu unsuru olarak sunulan “çoğulculuk” ve “refah devleti” gibi yaklaşımlar bir yandan devleti siyasal, sosyal ve ekonomik alanlardan çıkartmayı hedeflerken diğer yandan devleti bu alanların merkezine yerleştiren kuramsal modellere dönüştü.
XXI. yüzyıl devlet merkezli siyaset teorisinin yeniden canlandığı bir dönem ve çoğulculuk paradigmasının çözülmesi, sosyal devlet modelinin çökmesi ile paralel bir seyir izliyor. Burada demokrasinin paradoksal yapısının ve işleyişinin demokrasinin aleyhine kullanıldığı yeni bir sosyo-politik uğraktan bahsedilebilir. Günümüzde tecrübe edilen bu uğrak, sivil toplum örgütlenmesinin de zihinsel inşasını belirleyen maddi koşulların arasında sayılabilir. Günümüzdeki sivil toplum söyleminin devletle kurduğu ilişki biçiminin ve devletle ilgili konumunun eleştirisi, yaklaşık yarım asırdır devam eden bu değişim eğiliminin bir sonucudur. Sivil toplum, toplumun yanında durmak ve yetki-karar gücünü elinde tutmakta olanlara karşı toplumu savunmak idealini toplumu siyasal, sosyal (sivil) ve ekonomik alanlara bölerek yeniden düzenlerken, bu düzenlemelere neden olan zihinsel ve ideolojik dinamikleri gündemine almak konusunda pek istekli değil.
Sivil Toplum Teorisi Siyaset Tartışmalarının Başlıklarından Biri Olacak
Bu gelişmeler, özellikle popülist sağ-ideolojilerin siyasal alanda egemen hale geldikleri bir dönemde, sivil toplum örgütlerinin, devletin gözle görülmeyen aygıtlarından birine dönüşmek ile devletin örgütlediği devlet-dışı örgütlenmeler haline gelmek arasında bir salınıma neden oldu. Bu tartışmaların NGO (Non-governmental organization) ve GONGO (Government organized non-governmental organization) kavramsallaştırılmasıyla yapılan bir boyutu olmakla birlikte, XXI. yüzyılda yaşanan sorunun daha ideolojik-politik bir zeminde gerçekleştiğini vurgulamak gerek.
Sivil toplum hareketlerinin henüz çok kısa olan tarihlerinin hızla siyasal iktidar yörüngesine girerek yeni biçimler kazanması, bağımsız failler olarak toplumun ortak çıkarlarını, toplumda var olan güç ilişkilerinde zayıf olanların çıkarlarını savunması ve muhtemel kurumsal-sistematik yıkıcılıklara ya da körlüklere karşı kamudan yana tavır alması gibi geçen yüzyılda kalan sivil toplum niteliklerini aşındırmaktadır. Bu nedenle yakın gelecekte yükselmesi beklenen demokrasi ve siyaset teorisi tartışmalarının başlıklarından birinin sivil toplum teorisi olacağını öne sürmek mümkün.
Önümüzdeki dönemde işlevleri ve nitelikleri önceki dönemlerden epey farklılaşmış bir cihaz olarak devletin bu tartışmadaki yerini şimdiden kestirmek zor. Bu zorluk, devletin sivil toplumu da kapsamaya başlayan örgütlenme biçiminden kaynaklanıyor. Bu nedenle geçen yüzyıldan farklı olarak bu tartışmanın başlıca faillerinden biri sivil toplum olacaksa diğeri klasik anlamda bir siyasal organizasyon olarak tanımlanan devlet ya da siyasal erk olmayacak.
Yazarın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi Takip Edin