Duvarlar Ayırır, Sanat Birleştirir
Duvar sanatı 70’lerden beri hayatımızda. Bu sayede yeryüzünün tüm sokaklarında dil, din, ırk fark etmeksizin, bizi ayıran her şeye inat imgelerde buluşuyoruz. Banksy'nin başını çektiği bu sanat İstanbul sokaklarını da sergi alanlarına döndürüyor. Bazen kendimizi bazen çıkaramadığımız sesi bulduğumuz sergi alanlarına...
Kendi sözleriyle ifade edilecek olursak burası dünyanın en kötü manzaralı oteli. Gerçeklik payı yok değil, otelin odaları İsrail ile Filistin’i ayıran o 700 kilometre uzunluğundaki yüksek, çirkin ve asker elinden çıkmış duvara bakıyor.
Üstelik şaka da değil. Bir otelden beklenebilecek tüm hizmet ve fonksiyonlar bu otelde üst seviyede mevcut. Filistin’in Beytüllahim şehrinde yer alan, Banksy’nin kurduğu ve finanse ettiği The Walled Off Hotel’den bahsediyorum. Varlığıyla tam anlamıyla bir Banksy işi: ironik, politik ve sanatsal.
Eserlerinde kullandığı ismiyle Banksy, İngiltere başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde yaptığı çarpıcı duvar resimleriyle tanınan bir sokak sanatçısı. Benim kendisine en yakın temasım ise Londra’dan sonra Filistin sokaklarında ve bu otelde gerçekleşti. Banksy, kendiliğinden “illegal” bir sanat türü olan duvar sanatçılığının neredeyse en bilindik ismi. Kimliği, nerede yaşadığı ve şu anda dünyada nerede olduğu bilinmiyor. Bu yüzden herhangi bir duvarda, “gerçek bir Banksy”ye rastlamış olmanın iç gıdıklayan bir yanı var. Bu izi sürülemeyen sanatçının geçmiş olduğu bir sokaktan geçme ihtimali bile insana heyecan veriyor. Rastgele bir sokakta onun zihninin ürünü olan bir esere rastlamak ise toprak altında maden bulmayla eşdeğer.
Banksy’nin çalışmalarında savaş karşıtı, çevreci ve kapitalizmi eleştiren bir duruşu var. Geçtiğimiz hafta ise sanat gündemini şanına yakışır bir eylemle meşgul etti. Tanınmış eserlerinden biri olan “Kırmızı Balonlu Kız”, Londra’daki Sotheby’s müzayede evinde 1 milyon sterline satıldıktan hemen sonra içerisine gizlenmiş kâğıt imha makinesi aracılığıyla kendini yok etti. Olayın sorumluluğunu üstlenen Banksy, bu anın videosunu kendi Instagram hesabında, Picasso’nun “Yok etme dürtüsü de yaratıcı bir dürtüdür” alıntısıyla paylaştı.
Banksy’nin başını çektiği duvar sanatı, çoğunlukla “gerilla” bir sanat türü olarak anılıyor. Sokak duvarlarına yazıp çizmenin ise “gerilla eylem” olarak anılmadan çok önceye dayanan, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi var. Duvarların, tarihin ilk çağlarında bir iletişim mecrası olarak kullanıldığı bile biliniyor. Ancak modern hayatta karşılık bulduğu şekliyle duvarlar, kamusal alanlar. Dolayısıyla, duvarları resmetmek, duvarlara işaretler yapmak, yazılar yazmak da kamusal alanları gasp etmenin bir türü olarak yorumlanıyor.
Oysa, duvar sanatının aktivizmi bizzat mecrasından başlıyor. Banksy’nin oteli bile duvar manzaralı! Çünkü politik ve sanatsal bir şekilde boyanan duvarlar direnişin de temsili ve çıkış noktası aslında. Duvar sanatı, eşitsizlik, özgürlük mücadelesi ve ekonomik kriz haberlerinin kendine yeterince yer bulamadığı ana akım medyaya karşı, sokaklardan gelen ve yine sokaklardaki kitleleri hedefleyen bir sanat. Duvar sanatının biçimsel ve tematik açıdan farklılaşan pek çok çeşidi var: tag, bombing, stencil, mural gibi. Ancak türünden bağımsız olarak tüm eserlerin buluşma noktası, duvarları bir ifade aracı olarak kullanması ve hepsinin halka açık sergilemeler olması (Meriç, 2017). Bu anlamıyla duvar sanatı, içinde yaşadığımız şehirlerin sokaklarını da “kendiliğinden illegal sergi alanlarına” dönüştürüyor.
Tıpkı İstanbul sokaklarında olduğu gibi… İstanbul, yüzyıllar boyu süren bir yolculukta değişiyor, dönüşüyor ve her gün yeniden doğuyor. Bu yeniden doğuşların ise duvarlarda muhakkak izi kalıyor. Direnişlere, göçlere, acılara; köklü değişikliklere, yaşanmışlıklara ve komik olana ayna tutan, güldüren, düşündüren İstanbul sokakları, bu kendiliğinden illegal sergilerin iki kıtaya yayılmış ev sahibi. Şehrin büyük semtlerinin görünür duvarlarında organize bir şekilde düzenlenen festival çalışmalarından tutu da, arka sokakların unutulmuş yüzlerinde keşfedilmeyi bekleyen küçük ve bireysel işlere kadar kentin duvarları sanat, isyan, mizah ve ironi dolu. İstanbul’un duvarlarına ruh katan sanatçılar ise çeşitli, yaratıcı ve aramızdalar. Lakormis, Adekan, Turbo, Highero, Ares, Leo, Omeria, Murys, Met, Cins, Hure… ve daha nicesi. Hepsi bu şehrin çocukları. Kimi “24 saat icinde maruz kaldığı her şeyden” ilham alıyor, kimi hayalden ve gerçeklikten, kimi ise yalnızca gıpgri duvarlardan…
Bu isimlerin eserleriyle İstanbul sokaklarında bazen anlatamadıklarımızı buluyoruz, bazen kocaman gülümsüyoruz. Çoğu zaman da aynı duvarlar toplumda çıkaramadığımız ses oluyor. İnsan olmak, bir yolda olma hali… Her gün yürüdüğümüz yoldaki insanlığımız ise yanından geçip geçtiğimiz duvarlarla renkleniyor.
70’lerden beri hayatımızda olan duvar sanatı iyi ki var. Öbür türlü yeryüzünün tüm sokaklarında dil, din, ırk fark etmeksizin, bizi ayıran her şeye inat imgelerde buluşamazdık. Yaşadığımız şehirlerde, evlerimizden farklı kavgalarla çıkıp yolun sonunda duvarlarda kavuşamazdık. Adekan, Ares ve Cin’in dediği gibi insanın yolculuğu dipsiz ve sonu yok. Ama yolda olmaya ve birlikte yürümeye ihtiyacımız var. Çıkmak için yol aramaya da duvarlardan başlıyor insan. Duvarlar bazen bizi ayırıyor gibi görünüyor ama tam bitti dediğimizde aradığımız umut bir duvarda belirebiliyor. Yüzyıllardır sesimizi ve içimizi bulabildiğimiz duvarlarda…
Fotoğraflar: Mural İstanbul, Bigumigu, Başka Bir Yerdeyim
Bizi Takip Edin