Sadece Parkları Değil Şehrin Her Alanını Çocuklara Açmak…
“Şehir, çocuk ve oyun” gündelik hayatta bu üç kavramı birbiriyle buluşturmak giderek güçleşiyor. Şehirler sadece çocuklar için değil büyükler için de giderek yaşanmaz hale geliyor. Hızla betonlaşan ve plastikleşen kentlerde ‘oyun’ ise ancak belirli sınırların içine hapsedilmiş olarak var olabiliyor çocuğun dünyasında. Bu döngüyü kırabilmek; şehri çocuk ve dolayısıyla oyunla buluşturmak için yola çıkan bazı girişim ve çalışmalara değinmek istedik bu dosyamızda. Mimar Beyhan Gültaşlar, Kent ve Çocuk’un kurucularından Gizem Kıygı ve ‘Oyun Sözü’ projesiyle geleneksel oyunların canlandırılması için çalışmalar yapan Erol Erdoğan şehir ve çocukla ilgili sorularımızı cevaplandırdılar...
“Oynamak çocuk için bir ödül değil, onun en önemli işidir, zihinsel ve bilişsel gelişimi için çok önemli bir ihtiyaçtır.” bu sözler Forbes’in dünyaca ünlü En İyi 30 Sosyal Girişimci’den biri seçtiği Darell Hammond’a ait. İstanbul’a üç yaşında sağlıklı bir çocuğun boyu olan 95 cm’den bakmanın, kentin planlanmasının, kamu hizmetleri ve altyapıları açısından yaratacağı farkları, kentle ilgili karar vericilerle tartışmayı ve bu yönde yatırımlar yapılmasını teşvik etmeyi planlamak amacıyla başlatılan İstanbul95 Projesi kapsamında Stüdyo X’te düzenlenen konferansta konuşan Darell Hammond yerel yönetimleri, şehir planlamacıları, mimarlar ve girişimcileri kente 3 yaşındaki bir çocuğun gözünden bakma refleksini edinmeye çağırdı. Kentler tasarlanırken toplumun yapı taşı olan 0-3 yaş arası çocuklar ile onların ebeveynlerinin ihtiyaçları çoğunlukla dikkate alınmadığını belirten, Hammond, “Güvenli oyun alanlarına erişimdeki zorluklar, oyuna ayrılan zamanın azalması ve teknolojinin de etkisiyle oturarak oynanan oyunların artması nedeniyle günümüzde çocuklar bir önceki nesle oranla yüzde 40 daha fazla kapalı alanda zaman geçiriyor. Oysa çocuklar doğal ortamlarda oyun oynayarak hayatı deneyimler ve öğrenir. Oynamak çocuk için bir ödül değil, onun en önemli işidir, zihinsel ve bilişsel gelişimi için çok önemli bir ihtiyaçtır.” tespitinde bulunuyor. Oyun parklarının çoğunlukla erken çocukluğun ihtiyaçlarına yönelik bir planlama yapılmadan, kullanılacak oyun materyallerinin satın alınarak kurulduğuna da dikkat çeken Hammond, “Oyun alanlarının çocukların hayal güçlerini harekete geçiren, meraklarını tetikleyen, diğer çocuklarla oynamasına imkan veren, fiziksel aktivitelerini destekleyen güvenli alanlar olarak tasarlanması büyük önem taşıyor. Tasarım sırasında 0-3 yaş çocuklara eşlik eden anne-babaları da unutmamak lazım. Bu nedenle mimarlara, kent tasarımcılarına büyük görevler düşüyor” diye konuştu.
Beyoğlu, Maltepe, Sarıyer ve Sultanbeyli Belediyeleri’nin yürütmekte oldukları çocuk ve ebeveynleri destekleyici program ve projelere ilave olarak, çocuklar ve ebeveynlerine yönelik ebeveyn rehberliği, 0-3 yaş çocukla uyumlu park ve yeşil alan tasarımı, erken çocukluktaki gelişimin önemine dikkat çeken saha etkinlikleri, seminer ve atölye çalışmaları, sergi ve konferansların düzenleneceği İstanbul 95 Projesi, Boğaziçi ve Kadir Has üniversitelerinin desteğiyle yapılıyor. Proje kapsamında veriye dayalı araştırmalar yapacak olan TESEV’in hazırladığı ilk rapor ise; İstanbul İlçe Belediyelerinde Çocuğa ve Aileye Yönelik Hizmetlerin İncelenmesi ve Haritalanması oldu. İlçe belediyelerinin çocuğa ve aileye yönelik sosyal hizmetlerinin kapsamlı bir envanterini çıkaran rapor, bu hizmetlerin coğrafi dağılım ve niteliklerinin iyileştirilmesi için politika önerileri geliştirmeyi hedefliyor.
“Çocuk Çevresi Kadar Büyür”
Çocuk, oyun ve şehir dendiğinde akla sadece parklar geliyor. Oysa tüm kent mekanlarının çocuklara göre tasarlanması, onların algılama ve kullanımlarına açık olmasının sağlanması lazım. Çocuk ve şehir ilişkisini sadece çocuk parkları üzerinden kurgulamak; onların müzeler başta olmak üzere şehir mekanlarından etkileşim ve öğrenme süreçlerini olumsuz etkiliyor. Mimar Beyhan Gültaşlar; çocukların bilgi ve becerilerinin içinde bulundukları çevreyle biçimlenip geliştiğinin kanıtlarını toplamaya çalışırken sık sık aklına ‘çocuk çevresi kadar büyür’ sözünün geldiğini belirterek, “Görüyorum ki, meraklarını takip etme fırsatı tanınıp bunu destekleyecek çevre sağlandığında çocuk sağlıklı büyüyor, yaparak öğreniyor, eğleniyor.”diyor. Şehirlerin büyürken, çocukların sağlıklı büyümesine imkan sağlayacak ortamları büyütmediğine dikkat çeken Gültaşlar, “Çocuğun kentte görünür olduğu, özgür bir çocuk olarak var olabildiği mekanların büyümesi şehirlerin büyümesi ile ters orantılı gerçekleşiyor denilebilir. Şehir büyüdükçe çocuk için ayrılan alan küçülüyor. Bu sorunun temeli çocuğun ihtiyaçlarını doğalında karşılayan bir bakış açısı geliştirmek yerine “çocuğa uygun alan” sınırına hapsedilmesi olduğu çok açık olsa da, şartların zorladığı da bir gerçek. Oyun ihtiyacını geçiyorum, aramızdaki mesafenin santimlerden öteye geçmediği yürüyüşler yapmak durumda kalıyorum zaman zaman oğlumla. Ne yazık ki çocuğun önce “hayatta kalma hakkını” kollamaya çalıştığımız yer haline geldi şehirler. Güvenlik en büyük kaygımız haline gelince özgürlük, oyun, niteliğinden kaybetmiş çocukların ihtiyacından bağımsız ama “çocuk için” tasarlanmış bir takım alanlarda giderilmeye çalışılıyor.” diye anlatıyor.
Şehirlerde, kamusal alanda genellikle “kaba motor” gelişimi alanında desteklemeye yönelik çevreler gördüğümüzü belirten Gültaşlar, “Bu tür çocuk oyun alanlarında çocuk atlar, zıplar, tırmanır. Fiziksel efor sağlayan ve genelde çocuğun bireysel olarak ve bedeniyle iletişime geçtiği bir çevredir. Önemlidir, gereklidir fakat tek başına yeterli değildir. Çocuğun Sosyal Duygusal gelişimi de en az kaba motor kadar önemli olduğu halde şehir mekanında bu alanı destekleyen mekan bulmak özellikle açık alanda bunu bulabilmek pek mümkün değil. Oysa sadece doğal bir çevre ve küçük oyun grubu denilen ve 3-5 çocuklu bir topluluğa mekan hissi sağlayacak ölçekte alan yeterli. Kum, toprak, su. Hiçbir çocuk duyularına ziyafet çekecek bu üç malzemeye karşı koyamaz.” değerlendirmesinde bulunuyor.
“Çocuğa Göre Şehir”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Gençdes desteğiyle Trakya ve Batı Trakya’daki çocuk oyunlarında kullanılan tekerleme, mani ve sayışmacaları “Oyun Sözü Projesi” başlığıyla derleyen yazar Erol Erdoğan da, oyunun sokak ve hayattan eksilmesiyle eğitimin didaktik hale geldiğini belirtiyor. Oyunun sokak ve hayatta eksilmesiyle, anne-baba ile çocuk arasındaki iletişim, tekdüze ve soğuk bir ilişkiye dönüştüğünü belirten Erdoğan, “ Oyunun çekilmesi aynı zamanda kent mimarisini de çocuğu önemsemeyen, esnek unsurları azalan, sert bir tarza dönüştürdü. Eğitimi de çok didaktik ve buyurgan yaptı. Bunun için, oyunun hayatımızdan çekilmesini, kültürel yozlaşma olarak tanımlıyorum ve bu yozlaşmayı medeniyet krizimizin çok önemli bir unsuru olarak görüyorum.” Diyor.
Çocukların sokakta oynayabildiği şehirlerde güvenlikle ilgili endişelerin azalacağını savunan Erdoğan, “çocuk dostu şehir” ifadesine de itirazı olduğunu belirterek, “Çocuk dostu site ya da çocuk dostu kent şu anlama geliyor. Site ya da kent aslında çocuk için güvenli değil. Ancak, çocuğun kendini güvenli hissedebileceği bazı lokasyonlar oluşturulmuş. Mesela, bir kentin yüzde birlik yerine bir çocuk parkı yaparak o kent çocuk dostu ilan ediliyor. Oysa kent bir bütün olarak çocuğa uzak, çocuğa yabancı, çocuğu önemsemiyor. Buna itiraz ediyorum.”
Bu konudaki prensibini “Çocuğa Göre Şehir” olarak adlandıran Erol Erdoğan bunu şöyle açıklıyor: “Edebiyatın ‘çocuğa görelik’ ilkesinden uyarlanan ‘Şehirleşmede Çocuğa Görelik’ anlayışında, bazı mekânların değil şehrin en başta ruhunun ve genelinin çocuğa uygun olması gerekiyor. Çünkü çocuğa göre ürettiğiniz bir edebiyat ürünü başarılı ise ondan büyükler de zevk alır. Bu mimaride, oyunda, lezzette de böyledir. Dondurma mesela…Dondurma çocuklar için üretilmiştir ama başarılı olduğu için ondan büyükler de zevk alır. Şehir de böyledir. Çocuğa göre planlanmış bir şehir, diğer tüm insanlar için de yaşanabilir güvenlik ve konfor sağlar. Diğer tüm insanlardan kasıt ise, kadın-erkek, genç-yaşlı, engelli-engelsiz yani herkes, hepimiz.”
Dosyamızı Kent Ve Çocuk Girişimi’nden Gizem Kıygı ile yaptığımız röportaj ile sonlandıralım.
Çocukların kentsel deneyimleri neden önemli?
Kenti yaşayanların deneyimleriyle sürekli yeniden örülen bir mekansal örgütlenmeler bütünü olarak anlamlandırabiliriz. Bu deneyimleri hep birlikte üretiyoruz. Öncelikle yetişkinler kentsel yaşam örüntüsünün içerisinde çocukların da var olduğunun farkında olmalılar! Bunu özellikle belirtme gereği duyuyorum, çünkü mekansal karar mekanizmalarında çocuklar ne yazık ki dikkate alınmıyorlar. Bu; karar vericiler nezdinde de, kenti sahiplenen çalışmalar yürüten topluluklar nezdinde de bu şekilde. Oysa kentte yaşanan her değişim ve dönüşüm, tüm kesimleri olduğu gibi çocukları da etkiliyor. Şehircilik alanında önemli çalışmaları olan ve yüzlerce park tasarlamış Aldo Van Eyck, “Şehir çocuklar düşünülmeden yapıldıysa vatandaşlar için de uygun değildir, o zaman zaten iyi bir şehir değildir,” der. Gerçekten de öyle çünkü birlikte yaşıyoruz.
Bunun yanında, çocukluk, mekan kavramını geliştirdiğimiz, anı oluşturmaya başladığımız başka bir deyişle kendi belleğimize kenti, kentin belleğine deneyimlerimizi yoğun bir şekilde kattığımız özel bir dönem. Dikkat ederseniz, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir kentsel mekanı çoğu kişi çocukluk anılarını paylaşarak korumaya çalışıyor. Kentsel mekan dediğimizde, yapılı çevre-doğal çevre ile birlikte deneyim üretebilme ve karşılaşma imkanlarını da bir bütün olarak düşünüyoruz. Bu anlamda, kent hem çocuklar için bir oyun alanı hem de gelişimlerini ve yurttaşlık tanımlarını kurabilecekleri bir alan. Kentin sürekliliğini sağlayabilmesi için çocuklara, çocukların karşılaşmaları ve karşılaşmaların yarattığı sürprizleri deneyimleyebilmek için nitelikli kentsel mekanlara ihtiyacı var.
Türkiye’deki kentsel düzenlemeleri uluslararası standartlar açısından kısaca değerlendirir misiniz?
Türkiye bağlamında kentsel düzenlemeleri tek standart başlığı altında değerlendirmek çok mümkün değil. Çünkü kentleşme pratikleri, kentten kente farklılık gösteriyor. Metropoliten alanlarda gündelik hayatımızı meşgul eden birçok konu, daha küçük kentlerde gündem dahi olmayabiliyor çünkü öyle bir sorunları olmuyor.
Soruyu yasal düzenlemeler bağlamında değerlendirecek olursak, bu konudaki uluslararası alandaki en kapsamlı düzenleme Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin mekana yansıması olarak tarifleyebileceğimiz Çocuk Dostu Şehirler hükümleri. Bu hükümler, özet olarak ayrımsız bütün çocukların karar mekanizmalarına katılımlarını, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama, barınma, erişim hakkını ve özgürce dolaşım ve oyun haklarını içeriyor. Bu hükümler kapsamında Türkiye’deki bütün kentler bağlamında çocukların karar mekanizmalarına katılımının sağlanamadığını söyleyebiliriz. Çocuk meclisleri kuran yerel yönetimler var. Ancak işlerlik kazandığını söylemek biraz zor. İmar mevzuatımızda da çocukların kente erişimini bütüncül bir şekilde kapsayan bir düzenleme yok.
Standartlar daha sağlıklı ve güvenli kentler kurulmasında ve hak takibinde oldukça önemli Ancak daha önemlisi, çocukların mekandaki varlığını toplumun bütün kesimlerince özümseyecek bir yaklaşım bütünlüğüne ihtiyacımız var. Yazılı olanın mekansallaşması ancak katılımla mümkün olabilir. Daha en temelinde katılım söz konusu olamadığı için yaşadığımız kentler, farklı düzlemlerde çocukların ihtiyaçlarına cevap veremiyor.
Mevcut olan şartlarda çocukların kentte oyunla öğrenme, kamusal alanları deneyimleme imkanları nasıl artırılabilir, ne gibi alternatif çalışmalar yapılabilir?
Öncelikle çocukların oyun oynayabileceği, katılabileceği sağlıklı ve güvenli mekanları ancak çocuklarla birlikte oluşturabileceğimize dair bir anlayışa sahip olmalıyız. Yukarıdan dikte edilmiş, meslek insanlarının ya da politikacıların inisiyatifine bırakılmış bir “mükemmel kent” kurgusunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Güzelliklerle birlikte sorunları da birlikte deneyimliyoruz. Bu sorunların bazıları çocukların mekansal kararlara katılımında potansiyel olarak görülebilir. Fiziksel güvenlik konusu oldukça önemli bir konu. Okulların, sokakların ve parkların, çocukların bedensel ve ruhsal sağlığını tehdit etmeyecek şekilde, her yaştan çocuğun ve engelli çocukların erişimi düşünülerek tasarlanması gerekiyor. Bu alanlara ilişkin sorun görüldüğünde genel refleks o mekandan çekilmek şeklinde oluyor. Oysa gördüğümüz sorunu çocuklarımızla birlikte konuşup, birlikte bir dilekçe yazıp ilgili kamu kurumuna iletmek ve takibini yapmak, çocuğun oyunla birlikte güven oluşturma, karar verme ve mekana katılma anlamında gelişimini sağlayabilir.
Yerel yönetimlerce hazırlanan planlar, çocukların ihtiyaçları düşünülerek takip edilebilir, gerekli görülen noktalarda itiraz edilebilir. Sivil toplum örgütleri, çocuk haklarıyla ilgili çocuklarla birlikte oldukça umut verici çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmaların uygulamada (planlama ve tasarım anlamında) yer bulabilmesi için yerel yönetimlerle aileleri ve çocukları buluşturacak yeni çalışmalar yapılabilir. Çocukların yoğun olarak kullandığı mekanların çocukların katılımıyla birlikte tasarlanabilmesi için çalışmalar yapılabilir. Özellikle doğal alanların düzenlenmesi, temizlenmesi ve tasarlanması gibi çalışmalarda çocukların uygulamalara katılmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Kentlerin tarihi alanları, simgeleri onların karakterini belirleyen özel mekanlar. Ancak bu mekanlara biraz “sergi objesi” muamelesi yapıyoruz. Çocuklar da bu mekanlarla bir okul gezisinde önünden geçmek dışında çok derin bir bağ kuramıyorlar. Atölyelerimizde bu durumun etkisini çok görüyoruz. Çocukların belleklerinde önemsediğimiz simgesel mekanların yeri çok az. Çocukların bu mekanlarla daha çok bağ kurabileceği programlar yine onlarla birlikte geliştirilmeli. Son olarak, çocuk ve kent dediğimizde aklımıza refleks olarak parklar geliyor. Parklar elbette çocuklar için çok önemli ancak kentsel mekan parktan ibaret değil. Çocuğun kenti bütün bir şekilde deneyimleyebilmesi için kamu düzeyinde eğitim programları oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Burada ailelere de iş düşüyor. Alışveriş merkezlerinde daha az, kentsel mekanlarda daha çok zaman!
Kent ve çocuk bu alanda neler yapıyor?
Kent ve Çocuk katılımcı planlama ilkeleri çerçevesinde kurulmuş bir şehircilik girişimi. Amacımız çocuklarla birlikte, sağlıklı ve güvenli mekanlar yaratmak. Ancak “birlikte yapmak” süreç gerektiriyor. Bunun için öncelikle çocukları anlamaya çalışıyoruz. Birlikte bir mekansal dil oluşturmaya çalışıyoruz. Çocukların kenti deneyimleme biçimlerini anlamak ve karşılıklı etkileşmek çok önemli. Bu nedenle en önemsediğimiz çalışmalar atölye çalışmalarımız. Atölyede çocuklar kentlere ilişkin değerli buldukları şeyleri, gördükleri sorunları ifade ediyorlar ve çözüm üretiyorlar. Haritalama atölyeleri yapıyoruz, bu atölyelerde çocuklar kendi mahallelerini anlatıyorlar ve dışarıdan bir gözün asla farkedemeyeceği mekanların onlar nezdinde ne kadar önemli alanlar olduğunu görüyoruz. Atölyelerden edindiğimiz deneyimle çocukların mekansal kararlara katılımını artıracak yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz, bu alanda açık kurumlara danışmanlık yapıyoruz. Hem iyi örneklerden beslenebilmek hem de kentte çocuk varlığını daha çok gündem edebilmek için online bir yayın başlattık: kentvecocuk.net. Burada da konuyu biraz daha bütünsel ele alabilmek adına aylık odak konuları oluşturuyoruz ve deneyim paylaşımını çoğaltmak için açık çağrıya çıkıyoruz. Bu ay temamız “sokak”. Bu konuda katkı koymak isteyenleri de bu vesileyle davet edelim.
Yakın zamanda hayata geçireceğimiz Park Dedektifleri isimli bir projemiz var. Bu proje kapsamında, kentlilerin sorunlu gördükleri parkları görsel olarak belgelemeleri, bizimle ve yerel yönetimlerle paylaşmaları, takip etmeleri için sosyal medya üzerinden bir kampanya oluşturacağız. Diğer önemsediğimiz bir başka projemiz de, Çocuklar için Kent Sözlüğü kitabı. Hem atölyelerden edindiğimiz deneyimi paylaşabileceğimiz, hem de kentte kullanılan bütün alanların çocuklar gözünden anlamını ortaya koyacak/derinleştirecek bir anlatım kurgulamaya çalışıyoruz.
Not: Kapak fotoğrafı Beyhan Gültaşlar
Bizi Takip Edin