Erkeklikten ve Rekabetten Arındıran Etkinlik: Süslü Kadınlar Bisiklet Turu

Sema Gür, sosyal medyadaki adıyla “Uçuşan Teker” 38 yaşında bisiklete binmeyi öğrendi. Katıldığı bisiklet etkinliklerinde formalarıyla, sembolleriyle, ritüelleri ile bisikleti özgürlükten ve demokratiklikten, otoriterliğe taşıdığını gördüğü “erkek ve spor egemen” söylemlere ve davranışlara tepki duymaya başladı. Tepkisi yeni ve son derece özgün bir etkinliğe dönüştü: Süslü Kadınlar Bisiklet Turu.  Türkiye bisiklet dünyasına yönelik gerçekleşen en ilginç müdahalelerden biri […]
Sema Gür, sosyal medyadaki adıyla “Uçuşan Teker” 38 yaşında bisiklete binmeyi öğrendi. Katıldığı bisiklet etkinliklerinde formalarıyla, sembolleriyle, ritüelleri ile bisikleti özgürlükten ve demokratiklikten, otoriterliğe taşıdığını gördüğü “erkek ve spor egemen” söylemlere ve davranışlara tepki duymaya başladı. Tepkisi yeni ve son derece özgün bir etkinliğe dönüştü: Süslü Kadınlar Bisiklet Turu.  Türkiye bisiklet dünyasına yönelik gerçekleşen en ilginç müdahalelerden biri olan Süslü Kadınlar Bisiklet Turunu, kişisel gözlemleri ve çabasıyla başlayan ‘etkinliğin’ 50 şehre yayılışını, kendi hikayesini ve bundan sonraki planlarını Sema Gür (Uçuşan Teker) ile konuştuk.    
Süslü Kadınlar Bisiklet Turu artık iyice popüler olmuş bir etkinlik. Her yıl bu kadar insanın katıldığı, üstelik artık 50 şehre yayılmış bir iş herhalde etkinlikten fazla bir şeydir. Peki Süslü Kadınlar bir nedir? Dernek midir? Vakıf mıdır? Tur mudur? İnisiyatif midir? Yani nedir süslü kadınlar? 

Sema Gür (Uçuşan Teker)

Eğer seçenek sunarsan inisiyatife daha yakın hissediyorum. Kesinlikle bir grup değil. Dernek değil, vakıf hiç değil. Aslında ben bunu yılda bir yapılan bir karnaval, etkinlik gibi hissediyorum. Ben o amaçla başladım. Ben bir grup kurayım, bir dernekleşeyim, insanlar bağlı kalsın gibi istemedim. Tam tersi hiç kimse bağlı kalmasın, sadece yılda bir gelsinler, birbirini hiç tanımayan bambaşka insanlar bir araya gelsin ve sonra gitsinler ve oradan aldıkları bir şeyi devam ettirsinler. Beni devam ettirmesinler. Benim düşüncemi de devam ettirmek zorunda değiller. Yılda bir bir araya gelen aslında bir etkinlik bu. Karnaval gibi düşündüm. 

50 şehirde yapılan bir etkinliğe dönüşeceğini düşünmüş müydün? 

Şöyle söyleyeyim sana, beş yıl önce bana bunu söyleselerdi, özellikle bisiklete yeni başladığım an bir falcı gelseydi ve ‘Gel evladım şimdi sana bazı şeyler anlatacağım’ ve ‘Sen bu bisikleti çok güzel öğreneceksin ve bunu farkındalık etkinliğine dönüştüreceksin’ deseydi, ‘ha ha‘ gülerdim ben. Çünkü ben bisikleti öğreneceğimden de emin değildim. Ondan sonra yok turlara gideceğim de… 

Kaç yaşındaydın bisikleti öğrendiğinde? 

38 yaşında öğrendim ve hiç umurumda değildi, hayatımın hiçbir alanında da yoktu. Hatta bana ondan 1 yıl önce söyleselerdi, sen ileride böyle yapacaksın şöyle yapacaksın, ‘Saçmalama ne bisikleti bu yaştan sonra’ derdim. Hani o kadar havada bir şey bu benim için. Hala da tam oturmasa da bu bir etkinlik olarak başladı hep etkinlik olarak devam etsin hissindeyim. Ama hiç inanmadığım şeylerdi bunlar. Yani hiç kimse inandıramazdı beni buna. 

İlk tur ne zaman oldu? 

2012’de ben bisiklete binmeyi öğrendim. İlk tur ise 2013 senesinde. 

O bir yılda Türkiye bisiklet dünyasında ne gördün de Süslü Kadınlar bisiklet turu yapayım dedin? Bisiklet dünyasına dair bir yorum yapmış olmalısın ki, bu çıkış oldu...

Aslında bu geçmiş gözlemlerimle birleşen ve örtüşen bir şey. Çünkü Türkiye’de zaten böyle bir durum var. Erkek egemen bir fotoğraf zaten görüyorum. Bunun devamı gibi algılayabiliriz bunu. Şöyle ki, bisiklete ilk başladığım zamanlarda ben bunu erkeklerden öğrendim en çok. Kadınlar da vardı yanımda ama işte şöyle binmelisin, frene böyle basmalısın, vites demek şu demek. Tamam çok güzel, harika, yavaş yavaş bende şöyle bir huy vardır. Mesela bir otel odasına gittiğimde de tak tak tak her yeri benim yaparım. Siğerim kedi gibi. Benim olur orası. Bisiklete de aldıktan sonra hemen eklemeler yapmaya başladım. Ne bileyim bir çiçek taktım, bir kurdele taktım. Orada ilk hislerim oluşmaya başladı. “Mountain Bike’da kurdelenin ne işi var”, ondan sonra “Sen forma almayacak mısın daha” diye sorular gelmeye başladı. Direk ama. Yani bodoslama. “Nasıl yani sen etekle mi bineceksin bisiklete” gibi böyle tepkiler gelmeye başladı. Ben de böyle dalga geçer gibi cevaplar veririm. “O benim canım bisikletim, işte ben ona çiçek takarım ne olacak ki”. İşte MTB’ye çiçek takılmaz. İlk sorgulamalarım da katıldığım gruplarda oldu. Aslında bana çok da yardımcı oldular. Ama orada da mesela işte formasız mı geleceksin? Böyle şey havası sezmeye başladım. O naylonumsu kumaşlarla 5 km 10 km yol gidiyor insanlar. Üstlerinde o formalarla başka bir şeye dönüşüyorlar. Statü atlıyorlar gibi. Eldivenler takılıyor. Bir ritüel gibi yapıyorlardı bunu. Şimdi gözümün önünde canlanıyor. Kasklar takılıyor falan. Bana da taktırıyorlar. Takacaksın kaskı işte ben kaska çiçek taktığımda bu ne böyle diyenler de var, teşvik edenler de var. Yavaş yavaş şeyi fark etmeye başladım. İşte böyle uzun turlara gitmeye başlayınca erkeklerin geride kaldığım için, “Sen yine mi geride kaldın, sen bu tura neden geldin ki, süpürgeden inmiyorsun”. Süpürge dedikleri şey de arkadan yavaş gelenleri toplayan araç. Tabi nefesim yetmiyor, kaslarım yetmiyor. Ve ben sürekli yoruluyorum, tıkanıyorum süpürgeye biniyorum. Onlar da “Niye geldin ki tura?” diyorlar. Şimdi bunlar çok naif ve masum cümleler gibi görünebilir. Bunları biriktirdiğinizde ortaya bir profil çıkıyor. Bisiklete binen kadın güçlü olmalı, forma giymeli, pedli tayt giymeli, öyle çiçek böcek olmaz gibi bir hisse kapılmaya başladım. Sonra yakın bir dostum bisiklet turu düzenliyor. Sohbetlerde “Ya bak çok zor yapıyorsunuz turları, çok af edersin sidik yarışına çevirdiniz, en zorlu parkurdu, süperdi, şu kadar km’ye tırmandık, bu kadar tırmandık, yani turlar böyle mi olmalı, kuralı bu mu, sefil olacağız” demeye başladım. “Pansiyonda kalacağım” diyorum kıyamet kopuyor. “Ne pansiyon mu?”. ‘Sanki sarayda kalacağım’ dedim. ‘Alt tarafı pansiyon’ dedim. Uyumak istiyorum. Tuvalete gitmek istiyorum. Duş. Bireysel duş yapmak istiyorum. Olmaz.  İlla çadırda yatacaksın. Sanki böyle hani kendini zorlayacaksın. Güzel. Bunun da yapısı bu olabilir. Ben bir alternatif sundum. Arkadaşıma dedim ki şöyle yapabilirsin: “Yürüyüş grupları gibi A ve B grupları yaparsın. Biz kadınlar da daha çok tura geliriz” dedim. O da şey olarak algıladı bir rahatsız oldu bu tavrımdan “Gelebilen gelsin kardeşim” dedi. Aaa dedim öyle mi, gelebilen gelsin. “Kızlar” dedim, “Biz de tur yapalım. Urla’ya 5 günde gidelim” dedim. İlk öyle başladı muhabbet. Arkadaşlarım “Güzel fikir” dediler. Hastalıklılar turu yapalım dedim. Hatta yaptık biz bu turu. 

Gerçekten mi? 

Evet, astımlılar ve kalp hastaları turu diye. Baya etkinlik açtık. 5 km hızla gitme falan. Yavaş tur aslında. Yaptık biz bunu. Bayağı da arkadaşımız geldi. Çok mutlu oldular. Oh be nihayet bize göre. Ben orada potansiyel fark ettim. İnsanlar bu formalı abilerden gerçekten çekiniyorlar. Özellikle kadınlar. Bunu hissettim ben. Çünkü ben kendim de korkuyorum. O tura gideceğim utanıyorum. Yine geride kalacağım. Çekiniyorum yani. Bacak kaslarım yetmeyecek. Yine mi süpürgeye bindin sen. Niye geldin bu tura diyenler de olacak. O yüzden arkadaşıma, bir geyiğe sardık biz 5-6 arkadaş. İşte hatta Urla’ya giderken alışveriş merkezlerine de uğrayalım, Alsancak’tan başlayalım, çok kıyafet alalım, onları da kamyonete yükleriz, süpürgemiz de o olur ha ha ha gülmeye başladık biz. Sonra o sohbet sırasında ya dedim ben böyle şey gibi, Hollanda’daki kadınlar gibi giyinelim, süslenelim, Urla’ya öyle gidelim 5 günde dedim. Otellerde kala kala gidelim dedim. Tam tersine, o erkek egemen turun tam tersini hayal etmeye başladık dostlarımla. Ya benim gördüğüm resim, erkek egemen, çoğu zaman bunun doğal karşılandığı ve grup içerisindeki kadınların da doğal karşıladığı ve tepki göstermediği gruplar olarak görmeye başladım. Ama ben de onların içindeyim. Hala onların içindeyim. Ama artık kendi duruşumu sergiliyorum. 

Sadece erkek değil de spor egemen aynı zamanda galiba? 

Spor egemen bir de evet. Ulaşım aracı olarak kullanan arkadaşlar da o ritüeli uyguluyorlar. Onu fark ettim. Ve ben sonra Göztepe’den Alsancak’a “‘Hayır’ ya ben normal tişörtümü kotumu giyip öyle gideceğim” dedim. Lastikli kot tabii ki. Anladım ben eldivenin ne işe yaradığını, kaskın ne işe yaradığını. Aldım amirlerimden terbiye. Ama bir yerde dedim ki yani bunu bütün dünya böyle yapmıyor. Ben Belçika’ya gittim, Hollanda’ya gittim. Avrupa’yı gezmişliğim var. Oradaki insanlardan bir farkım yok ki. Yavaş sürersem, bisiklet yolundan gidersem zaten eldivenli, tam tekmil naylon kumaşlı kıyafetti gerek yok diye düşündüm ve kendim altına tayt giyerek etek giydim, ondan sonra hafif topuklu ayakkabı ile bara gittim. Baya bara bisikletle gitmeye başladım zaman içerisinde ve insanlar da buna alışmaya başladılar aslında. Normal hayatın bir parçası. Ben bunu gördüm aslında küçüklüğümde. Benim babam Bigalı. Biga’da daha çok göçmen kökenliler vardır. Ve göçmenlerin olduğu mahallelerde bisiklet vardır bilmem fark ettiniz mi? Mesela İzmir’de Çamdibi’nde vardır. Çamdibi’nde göçmen çoktur ve bisiklet kültürü de çoktur. Benim babam da Boşnak. Ben mesela Biga’da küçüklüğümde hatırlıyorum amcalar şalvarlarıyla, günlük kıyafetleriyle kahveye bisikletle gidiyorlardı. Yani şimdi Türkiye’de birçok yerde var bu. Hani şehirlerde biz bunu başka bir ritüele dönüştürmüşüz. Ben bunu sorgulamaya başladım aslında. Bir mesafe oluşmuş ve özellikle de kadınlar, yeni başlayan kadınlar. Ben de yeni başladım ya o dönem. Yeni başlayan kadınların bu ritüelden bazıları çok hoşlanıyor evet. O gruba dahil olmuş oluyorsunuz. Onu takınca sizden olarak görüyorlar sizi. Risk de bu aynı zamanda. Yani siz o ritüele uymadığınız zaman bu sefer hafif bir dışlanma da hissetmeye başladım. Herkes bir şey söylüyor. Öyle binilmez böyle binilir. Şöyle binilmez. Kurallara tabi ki uyarım. Onu anlarım ama bırak istediğimi takayım, istediğimi giyeyim. İstediğim km’de bırak ben nefes alayım. Haydi, hızlı! Ne hızlısı ya. Hızlı olmak istesem arabaya binerim zaten. Motor alırım yani. İlk başta sorduğunuz soruya geri döneyim. O çerçeveyi çizersek, en son gittiğim turlardan birinde böyle büyük gruplar geliyor. Böyle aynı formaları giyip, böyle jandarma gibi rap rap rap rap. 15 km’yi kimse geçmeyecek! Bilmem ne grubu yürü! Haldır haldır yanımızdan geçiyorlar. Yokuşu tırmanıyorlar. Asla biri diğerinden kopmuyor. Mola yerlerinde kimse ile konuşmuyorlar. Kendi grupları içerisinde sohbet ediyorlar. Bir çadır kuruluyor, bayraklar dikiliyor. Tak tak tak tak. Hepsi bir arada. Bir gün şey dedim. Arkadaşım çok özür diliyorum ama siz niye geldiniz ki bu 100 kişilik tura. Siz grup halinde takılın dağlarda. ‘Çekilin bilmem ne grubu geliyor! Çekilin!’ diye böyle bizi kenara atmaya çalışıyorlar. Ben de kuş sesleri dinliyorum. Yani onların tabiri ile salak salak etrafa bakarak bisikletin tadını çıkarmaya çalışıyorum. Yavaş gidiyorum evet! 

Bayraklar, semboller, formalar… Bu grupların bu davranışları bisikleti nasıl etkiliyor, geliştiriyor mu güçlendiriyor mu, katılımları artırıyor mu bisiklet dünyasına? 

Aslında Türkiye’nin yapısına bakarsak evet Türkiye’nin ruhuna uygun bir davranış şekli bu. Biz hep bir kurtarıcı bekleriz zaten. Bir grup bekleriz bir kurtarıcı bekleriz. Herkes de o kurtarıcıyı ya da güçlü lideri bulduğunda, o güçlü lider ne yaparsa onu yapmaya çalışırlar. O yüzden de evet yapımıza uygun bir davranış şekli. Ben aslında yapıdan biraz farklı davranıyorum ve acısını çekiyorum. Zorlanıyorum. 

Bisiklet grupları pek demokratik değiller mi yani? 

Belki. Bu da ilginç bir tespit ama biraz öyle hissediyorum. Yani mesela iki gün önce bir paylaşım gördüm. Bir arkadaşımın grubu, forması olmayan buraya gelemez ünlem işareti. Kanım dondu. Yani bisiklet özgürlüktür, bisiklet bireyselliktir nerede kaldı! Mesela benim kasım ona yetiyor ben o kadar gidiyorum. Ama gelmeyecek miyim şimdi ben yani? 

Son zamanlarda sosyal medyadaki yorumlarda ve konuştuğum insanlarda gördüğüm, Süslü Kadınlar Bisiklet Turu sanki Türkiye’nin bisiklet dünyasının erkek tutumuna ya da tavrına bir tepki değil de İslami kesimlere karşı laik bir tepki gibi yorumlanıyor. Ne dersin, turun böyle bir özelliği de var mı? 

Aslında ben hiç öyle bir fotoğraf vermek istememiştim. Ama evet, böyle yorumlanıyor. Yani bu bazen gerçekten elinizde olmayan nedenlerle oluyor. Öncelikle şunu söyleyeyim. Süslü Kadınlar Bisiklet Turunun kuralları nedir sorusu beni en fazla oyalayan sorulardan biri oldu. Kural yok, kayıt yok, buyurun gelin dediğinizde insanlar bir duruyor. Şimdi bir alışkanlık var. Nasıl yani? Kayıt yok mu? Yok. ‘E’ gelin işte. Bin bisikletine gel. Hani kural? Yok. Bu insanları çok şaşırtıyor bir. İkincisi en yakın dostlarım dahil bazı dostlarım, bu bombalı saldırı olaylarının ortasında yapıldığında, “Sema bak çok büyük tepki alacaksın, söyle kadınlara herkes siyah giyinsin” gibi önerilerde bulunuyor. Ama hani biz baştan söylemiştik bunu. Bireysellik, nasıl istiyorlarsa öyle gelsinler. İsteyen istediği gibi gelebilir demiştik. Şimdi bu buna karşı bir şey olmayacak mı? O zaman sapmış olacağız. Yok yok olmaz yapalım, öyle kuralsız olmaz. Söyle herkes bayrak taksın. Hani bir yere sapmayacaktık biz. İsteyen istediği gibi gelecekti. Bayraklaştırmayacaktık hani bu turu! Yani çok mücadele verdiğim şey var. Bunlardan bir tanesi de şuydu. Lütfen hayat görüşüne bakılmaksızın nasıl yaşıyorsan öyle gel. Yeter ki sen kendini orada ifade et. Bisikletin üstünde herkes bireydir ve özgürdür. Biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Yani sen başörtülü de olsan gel, ne bileyim başka bir kıyafete sahip olsan da kıyafetini giy gel. Benim temel amacım her zaman için erkek egemen dünyaya karşı ben nasıl istiyorsam öyle giyinip gelmek istiyorum ve sokakta olmak istiyorum demekti. Aslında benim anlatmaya çalıştığım bütün görüşteki kadınların toplanıp, bir arada karşı durması gereken nokta da bu. Biz zaten bunu 5 yıldır yapıyoruz. Ben istediğim gibi istediğim saatte sokağa çıkma özgürlüğünde olmalıyım. Aslında bunu anlatmaya çalıştım. O yüzden mesela sokakta durdurup başı kapalı kadınlara lütfen turumuza gelir misiniz diyorum. Çünkü görüyorum belediyenin bisiklet kiralama hizmetinden yararlanıyorlar, mutlu mutlu bisikletlerine binip sahilde geziyorlar. Bu onların özgürlük alanı bence. Bence buna da vurgu yapmalıyız. Ve tabi ki bu çıkış İzmir’den olduğu için İzmir’de biraz zor oluyor bu tür şeyler. Bir yere mutlaka seni çekiyorlar. Oysa ki kıyafetime karışma eyleminde başı kapalı ve açık kadınlar birlikteydi. Çünkü onlar da ‘hey ben de böyle olacağım, sana ne, artık karışmayın bize’. Bu noktada evet. Bu bir duruş aynı zamanda. Benim derdim kılık kıyafet değil. Aslında benim derdim süslenmek de değil. Sadece dikkat çekme cümlesi kuruyorsanız eğer, dikkat çekme etkinliği derseniz, dikkat çekmek zorundasınız. O yüzden bu süslü kelimesi var. Yoksa herkes istediği gibi gelebilir. 

Başka bir konuya geçmek istiyorum. Sen Süslü Kadınlar Bisiklet Turunun isim hakkını aldın, değil mi? 

Söke söke aldım. 

Şimdi bu hikâyeye gelelim. Bunun şöyle ilginç boyutu var. Bir etkinliğin sivil toplum hareketi olarak tarifi yapılırken, “bir grup yurttaşın bir amaç etrafında buluşması ve ortak bir irade oluşturmasından söz edilir. Sense tek başına Süslü Kadınlar Bisiklet Turu diye bir şey çıkarttın, çıkarttığın gibi bunun ismini de kişisel olarak tescil ettirdin. Amacın nedir, neden yaptın bunu? 

İlk başladığımda ve ilk hayallerimde isteyen gelsin hep beraber mutlu mutlu Heidi gibi dağlarda mutlu pozisyonundaydım. İlk yıl yaptıktan sonra fikirler değişmeye başladı. Ve beni buna zorlayan arkadaşlarımdır. Çok kazık yemiş arkadaşlarım. Çok ısrar ettiler. İsim hakkını almazsan başına geleceklerden sen sorumlu olamayabilirsin dediler bana. Neydi bunlar? İlk başta ben çok rahattım. Facebook üzerinde etkinlik açtım. Hiç anlamıyorum. Etkinliği de yanlış açmışım zaten. Hiç beceremiyorum. Açtım kapattım bir daha açtım falan. Öğrenilecek çok şey varmış. Ne Twitter biliyorum ne Instagram’ım var. Öylesine yani. Ve biz öylesine başladık. 2. yıl biz de yapalım mı soruları gelmeye başladı. Hatta Adana yapmış galiba ya da başka bir şehir yapmış kendi kendine. Ben çok mutlu oldum. Ah dedim, işte topluma yayılıyor. Bu çok güzel bir şey. Çok gurur duydum. Ve hiç öyle düşünmedim. Ay bana mı sordular, kime sordular diye düşünmemiştim. Öyle bir hissim yoktu. Böyle 3. yıl falan artmaya başladı. 1000 kişi gelmeye başladı tura. Ondan sonra arkadaşımın başlattığı bir turun isim hakları komple çalındı ve onun fikirlerinin dışında bambaşka bir şeye dönüştü tur. Ve o arkadaşım bana dedi ki: “Sema başıma bunlar bunlar geldi”. Bir de o turdan atmışlar arkadaşımı da. Kişisel kavgalar, egolar. “Sema” dedi “bu iş çok pis bir yere gidebilir, isim de ilk sen başlattın onun için senin başına bela olabilir, siyasileşebilir, ticarileşebilir, mesela büyük çok büyük bir firma bu ismi komple alır veya belediye onu bambaşka bir şeye dönüştürülür, zorunlu formalı, sen delirirsin, bilmem ne şapkası takılan bilmem ne bayrağı asılan bir tura dönüşür. Geliştirmeye çalıştığın felsefeyi yayamazsın. O zaman senin önüne engel olarak senin yaptığın tur çıkar. O zaman çok kahrolursun” dediler. Son 2 yıl Süslü Kadınlar Bisiklet Turu adı altında güzellik yarışması yapıldığını, bir şehirde bir erkek gazetecinin ‘biz gazetemiz olarak en güzel kadını seçeceğiz bilmem ne vereceğiz’ demeye başladıklarını duydum. Bana da yazdı hatta o gazete. Bunun gibi garip garip başka yerlere gittiğini hissedince ve arkadaşlarımın da tecrübelerini duyunca turun felsefesini korumak ve topluma yaymak adına patentini aldım. 

Fikri koruma altına aldın aslında… 

Fikri koruma altına aldım. Çünkü bu güzellik yarışması çok cinsiyetçi ve benim karşı çıktığım bir şey. Ne demek, ne haddinize. Güzellik yarışması ne demek. Yani bana tamamen ters bir şey. İstedim ki tur bende olursa ‘hayır’ kardeşim sen git başka isimle yap. Güzel Kadınlar Bisiklet Turu yap. Beni ilgilendirmiyor. O zaman beni bağlamıyor, o kadını bağlıyor. O yüzden ben buna turu toplumdan alıp kendime mal ettim diye değil, tam tersi benim fikrimden başladı ama bize dönüştü diye bakıyorum. Böylece diğer şehirlere de evet izin veriyormuş gibi oldum. Şöyle havalı koltukta oturabilirim, emrediyor gibi görünebilirim ama tam tersi. 

Anladığım kadarıyla senden çıkmış bir fikrin, 50 şehre yayılması, oradaki kadınlarla büyümesi fikrin artık tek başına taşınmasını zorlaştırıyor. Peki buradan nasıl çıkacaksın. Bir yandan senin için bir yüke dönüşmüş ama öbür taraftan da çok önemli bir ateşi yakmışsın ve senin söndürebilme imkânın da ortadan kalkmış durumda. 

Yok. Ben çekiliyorum sıkıldım yoruldum desem bile diğer 49 şehir beni boğar zaten. 

Bu liderlik haline muhtaç bırakmayacak formül ne olacak? Çünkü sen de liderleşiyorsun böyle olunca. 

Tabii ki. Hani tamam yayıyorum, ediyorum ama beni şey de rahatsız etmeye başladı. Sema Hanım bunu nasıl yapalım telefon edip. Nasıl edelim? Anlattık ya hani işte. Felsefemiz belli. Yapın kendinize göre. Yapın bir şeyler dediğimde, tamam sağ olun. Ben orada kendimden rahatsız olmaya başladım. Sanki ben otoriteyim ve izin veriyorum havası da doğmaya başladı. Ben açıkçası bu noktada ikilemdeyim. Ne yapmam gerektiğini tam olarak bilmiyorum. Bunun uzmanları var. Hani size sormam lazım gibi. Sosyologlara sormam lazım, psikologlara sormam lazım. Vakıf yöneticilerine sormam lazım. Yani benim akıl almam lazım artık. Şimdi benim bunu bir tabana, benim kafa yapımda olan kadınlara ulaşmam lazım. 

 

Mehmet Ali Çalışkan

Üyelik Tarihi: 16 Şubat 2016
17 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör