Mülteciler ve Hepimiz İçin Kapsayıcı Eğitim- 1

13 Mayıs 2017
Yaklaşık altı yıldan bu yana Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli; kamu politikalarının yeniden yapılandırılmasının gerekliliğini her geçen gün daha da görünür kılıyor. Bunlardan en önemli alanlardan biri de eğitim. Kuruluş yıllarından itibaren ideolojik ve siyasi tartışmaların göbeğinde olan ve sıklıkla değişimlere uğrasa da yapısal sorunlarını çözemeyen eğitim sistemi; şimdi Suriyeliler başta olmak üzere yüz binlerce mülteci […]

Yaklaşık altı yıldan bu yana Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli; kamu politikalarının yeniden yapılandırılmasının gerekliliğini her geçen gün daha da görünür kılıyor. Bunlardan en önemli alanlardan biri de eğitim. Kuruluş yıllarından itibaren ideolojik ve siyasi tartışmaların göbeğinde olan ve sıklıkla değişimlere uğrasa da yapısal sorunlarını çözemeyen eğitim sistemi; şimdi Suriyeliler başta olmak üzere yüz binlerce mülteci çocuk için ‘yeni ve kapsayıcı’ düzenlemelere ihtiyaç duyuyor.

Eğitim Reformu Girişimi’nin “Bir Arada Yaşamı ve Geleceği Kapsayıcı Eğitimle İnşa Etmek” isimli raporda belirttiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim gereksinimleri farklılık gösteren çok yüksek sayıda mülteci çocuğun ihtiyacını karşılayacak sistematik değişiklikler yapma sürecinde. Ve bu bir yandan eğitim alt yapısını zorlarken; bu sistemsel değişikliği farklı özelliklere sahip bütün öğrencileri içerecek şekilde yapmak kemikleşmiş eğitim sorunlarımızı çözmek için bir fırsat sunabilir.

Koç Üniversitesi’nden Çetin Çelik ile kapsayıcı eğitimin önündeki yapısal engelleri konuştuğumuz dosyanın ikinci bölümüne; Türkiye’deki Suriyeli Çocukların Eğitimi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri Projesi’ni hazırlayan Prof. Dr. Ayşegül Komşuoğlu, Doç. Dr. Yeşer Yeşim Özer ve Doktora Öğrencisi Zeynep Özde Ateşok da değerlendirmeleriyle katkı sundu. Eğitim Reformu Girişimi’nin raporundan başlıkların yanı sıra “Öğretmen Destek Programı” çalışmasını yürüten Yurttaşlık Derneği’nden Soner Şimşek ile Hayat Sür Derneği’nden Yasser Dellal’ın konuyla ilgili görüşlerini de dosyanın ikinci bölümünde okuyabilirsiniz.

 

Yrd. Doç. Dr Çetin Çelik: Müfredattan başlayarak çok kültürlülüğü tartışmamız gerekiyor

Kapsayıcı eğitim kavramı ne anlama geliyor? Ülkemizdeki eğitim sistemi için bu kavramı kullanmak mümkün mü?

Yrd. Doç. Dr Çetin Çelik
Yrd. Doç. Dr Çetin Çelik

Kültürden kültüre, bağlamdan bağlama değişen bir şey eğitimde kapsayıcılık nosyonu. İçermecilik, kapsayıcılık, çeşitlilik gibi anlamları var. Örneğin Almanya’da bu tanım; göçmenleri, yoksulları, engellileri birçok geniş kesimi içine alabilecek şekilde kullanılıyor. Ama Türkiye’de genelde sadece engellileri içermek anlamında kullanılıyor. Türkiye’de bu kavram kullanılırken kültürel nosyon hissedilmiyor. Zaten içermeci eğitim çok zorlama bir çeviri. Türkiye’de eğitim milli eğitim başlığı altında yapılıyor. Kültürel, etnik grupları barındıracak şekilde kullanılmıyor. Bu kavram bağlamında Avrupa ülkeleri arasındaki en büyük fark bu.

Eğitim bizde hep ‘makbul vatandaş’ yetiştirme sahası olarak görüldüğü için bunları pek tartışamadık sanki…

Evet. Bir ulus devlet kuruluş sürecinden geçtik.  Bu anlamda toplumun bekası için makbul bir vatandaşın yaratılması gereken kurucu bir dönemden geçtik. Ve dolayısıyla milli müfredat, ulusal değerler normlar gibi kavramlar bu şekilde oluştu. Ve eğitim yoluyla nesilden nesile aktarıldı. Dönüp geriye baktığımızda bunu görebiliyoruz. Daha yakın dönemlerde örneğin Kürt meselesine ilişkin bunu konuşamadık, Ana dilde eğitim meselesiyle ilgili verimli bir tartışma yapamadık. Dolayısıyla içermecilik kavramını farklı etnik kültürel grupları içerecek şekilde nasıl eğitim dizayn edilebilir bunu bir türlü tartışamadık. Çünkü eğitim, klasik bir şey söyleyeceğim, gerçekten her gelen iktidar için en önemli alan olmuş. Tarihsel olarak karşılaştırmalı olarak bakıldığında da bir böyle göğüs göğüse savaş alanı olmuş. Yani farklı ideoloji ve yaklaşımlar arasında. Dolayısıyla her gelen bildiğimiz üzere alanı dizayn etmeye çalıştığı için ve bunu çoklukla tartışamadık.

Peki bu ideolojik tutumların dışında eğitim sistemimizin kapsayıcı olabilmesi için önündeki diğer engeller sizce neler?

Eğitim sisteminde şu anda çok önemli bir yapısal sorun var. O da erken yaşta çocukların ayrıştırılması. TEOG sınavından bahsediyorum. Böyle bir eğitim sistemi göçmen grupları hele de yoksul göçmen grupları içerici bir yapı değil. Biz neden öğrencileri çok küçük yaşta farklı gruplara ayırıyoruz? Model alınan Almanya’da bu sistem çok tartışılıyor zira.  Siz erken yaşta çocuğu ayırdığınızda ailenin sosyo ekonomik kültürel kaynakları çocuğun eğitimini belirliyor. Yani şöyle düşünelim. Diyelim ki ailemde Kürtçe konuşuluyor ya da Arapça konuşuluyor diyelim. Mahallemdeki okula gidiyorum. Okullar sosyo ekonomik olarak ayrışmış durumdalar. Gittiğim okulun yüzde 90’ı benim gibi Arap ya da Kürt. Almanya’dan bahsedersek Türk öğrenci olacak. Erken yaşlarda farklı programlara ayırmak, aile dışındaki kaynaklardan faydalanma imkanını azaltıyor. Siz bu sınavı 13 yaşındaki bir çocuğun önüne koyduğunuzda düşük performans göstereni, eğitim seviyesi düşük okullara yönlendirdiğinizde orada sosyo ekonomik ve etnik segmantasyonun ortaya çıktığını düşünüyorum. Ben inanmıyorum ki, Kürt öğrencilerin büyük bir kısmı avantajlı liselere gitsin. Çünkü sadece Türkçe’yi iyi konuşmaları yetmiyor bir de hızlı olmak zorundalar.

Sadece etnik değil dediğiniz gibi ekonomik olarak da eşitsiz bir durum oluşturuyor bu sistem değil mi?

Erken yaşta farklılaştırma,  sınıfsal konumların yeniden üretilmesini sağlıyor. Orta sınıf grubu bilinçli veya bilinçsiz bundan memnundur. Çünkü bir çocuk orta sınıfta doğduğu zaman belli kültürel kapital sermayenin içine doğuyor. Bu çocuk zaten düzgün okula gidiyor iyi kötü bir eğitim alıyor. TEOG’a geldiğinde kendini kurtaracak puanı alıyor. Yılını tam olarak hatırlamıyorum, Almanya’da Hamburg Mahkemesi çocukların erken yaşta farklı okul programlarına ayrışmasını vatandaşlık ilkesine aykırı bularak iptal etmişti.  Çok sayıda aile buna tepki gösterdi. Çünkü çocuklarının erken yaşta alt gruplardan yoksul Almanlardan ve göçmenlerden ayrılması onların işine geliyor. Türkiye’de de durum böyle. Kapsayıcı, içermeci eğitime dönersek; bu tam da buradan başlıyor. Siz makro yapıyı, eğitim sisteminin yükünü bu şekilde işletirseniz bu hep yoksulu, kaynak yoksunluğu olanları alta iter. Bugün Kürtler itilebilir yarın Suriyeliler itilebilir. Öbür gün başka bir grup. Sürekli altta olanı itme, ezme; erken yaşlarda programlara ayrıştırmanın en önemli sonucu bu. Bu durum varken içermeci eğitimden bahsetmek zor.

“Kişiler yani öğrenciler okula geldiklerinde dillerini, dinlerini değerlerini normlarını sınıfsal, kültürel ve dini değerlerini hepsini kast ediyorum kabul edilmediğini hissettikleri zaman eğitimden çeşitli formlardan geriye doğru çekiliyorlar. Bu mental süreçler de olabilir; agresifleşme, saldırganlık, içe kapanma gibi.  Sadece sosyolojik bir süreç değil, sosyal psikolojik, psikolojik süreçleri var. Sosyolojik olarak da daha somut şeylerden bahsedebileceksek okulda sürekli dersi asmaya başlama, uyuyakalma okula gelmeme isteği. Bu çok normal bir şey, insan itildiği yere gitmek istemez.”

Böyle yapısal bir sorunun olduğu yerde müfredatı, öğretmen kalitesini, çok kültürlülüğü konuşmak da biraz atıl kalıyor. Ana mekanizmanın kendisi bu kadar dışlayıcı iken…

Bizim eğitim sosyolojisinden bildiğimiz belli başlı sayıltılar var. Mesela çocuğun akademik başarısı için aile okul ilişkisinin sağlıklı olması lazım. Yine eğitimle ilgili sosyolojide çok tartışılan bir konu var: Eğitim fırsat veren bir kurum mu yoksa zengin ve yoksul arasındaki eşitsizliği diplomayla meşru kılan bir sistem mi? Daha olumlu tarafından bakarsak eğer biz eşitlikçi bir eğitim ortamından bahsedersek burada şunu dikkate almamız lazım. Anadilde eğitim almayınca, ya da kendi kültürünü değerli kabul etmeyen kurum içinde yılları geçirince çocukluktan itibaren öğrencilere ne oluyor? Ailelere ne oluyor? Okulla iletişimlerine ne oluyor. Çok net bir bilgi var bu konuda.  Kişiler yani öğrenciler okula geldiklerinde dillerini, dinlerini değerlerini normlarını sınıfsal, kültürel ve dini değerlerini hepsini kast ediyorum kabul edilmediğini hissettikleri zaman eğitimden çeşitli formlardan geriye doğru çekiliyorlar. Bu mental süreçler de olabilir; agresifleşme, saldırganlık, içe kapanma gibi.  Sadece sosyolojik bir süreç değil, sosyal psikolojik, psikolojik süreçleri var. Sosyolojik olarak da daha somut şeylerden bahsedebileceksek okulda sürekli dersi asmaya başlama, uyuyakalma okula gelmeme isteği. Bu çok normal bir şey insan itildiği yere gitmek istemez. Öğrenciler bunu ne zamandan beri hissederler. İnanın ilkokuldan itibaren hissediyorlar. Algılamıyor, görmüyor değil çok net hissediyor. Çünkü okul işleyişi ve yapısıyla ailenin içindeki norm değerlerden farklı ve çocuğu iki ayrı dünyaya mahkûm ediyorsunuz.

Bu konuyu ‘kurumsal habitus’ kavramıyla açıklıyorsunuz. Nedir bu kavram, eğitim sistemiyle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Habitus kavramını yani kurumlara uyarlayarak bir tartışma yapmak istiyorum. Eğitim sahasının tümünü bir alan olarak düşünüp kurumları da lokasyonlar olarak düşündüğümüzde her bir kurum bulunduğu lokasyonda tarihsel biyografisinde bir kimlik yatkınlıklar sistemi oluşturuyor. Okulların genelde bir yatkınlıklar sistemi var. Ne tür öğrenci yetiştiriyor ne tür öğretmen profiline sahip ne tür bir müfredatı var. İşte fen lisesine gidince farklı, düz liseye gidince farklı, imam hatiplere gidince farklı. Robert Koleji farklı. Bunları kurumsal bir habitus olarak düşündüğümüzde dönüp baktığımızda bir de bireylerin habitusu var. Aileden sosyalizasyondan. Siz bireyin kuruma uymasını bekleyemezsiniz. Bu haksızlık, böyle bir şey olamaz. Kurumun farklı kökenlerden gelen kişileri aynı derecede içerecek kadar esnemesi lazım. Bunu nasıl yapacak, öğretmenlerini çok kültürlülük nosyonunu bilmesiyle.  İsteyenlerin din dersinden muaf olmasıyla. Öğrenci profilinde sosyo ekonomik olarak elinden geldiğince bir eşitlilik yaratmak koşuluyla. Öğretmenlerin profilini Suriyeliler bağlamında düşünürsek bu kökenden gelen öğretmenlerin o okulda bulunmaları yoluyla karar süreçlerinin daha demokratikleşmesi yoluyla. Bunlar tabi ütopik gelebilir.

“Bu gruplar içe kapandığı zaman ileride çok daha büyük sorunlarla karşılaşılacaktır. İçe kapanma nasıl olur? Eğitimde dilini dışlamakla içe kapatırsınız. İş piyasasında fiili olarak ayrımcılık yaparsanız bunu yaratabilirsiniz. Medyada, televizyonda bir grubun kolektif olarak kültürünü aşağı görürseniz bu olur. Bunlar çok yapılıyor, Suriyeli katiller diye başlıklar atılıyor örneğin. Bu dil böyle giderse ve Suriyeliler kendi içine kapanırsa, kendi hizmetini üretecek hacime ulaşırsa, entegrasyonu konuşurken daha da çok zorlanırız”

 Eğitim mülteci meselinde uyum için çok önemli ama aynı zamanda yukarıda belirttiğiniz gibi eşitsizlik ve ayrımcılık üretme yönüyle de bir yandan da sıkıntıların doğabileceği bir alan. Türkiye’deki binlerce mülteci çocuğu düşünürsek ütopik gelse de içermeci eğitimin önemi burada daha belirginleşiyor diyebilir miyiz?

Eğitimin diğer grupları içerisine alacak şekilde esneyebilme habitusu olmalı. Bu nasıl olur üzerinde konuşalım. Ama önce şunu görmek gerekir, bu esneklik sağlanmazsa sorun çözülmez. Almanya gibi güçlü bir ülke bunu yıllarca yapmadı, şimdi özellikle 2005’ten sonra bu tip okul tipleri açılmaya başladı. Çünkü başka yolu yok. Şunu görmemiz gerekiyor. Göçmen gruplar asimile de edilebilir, entegre de edilebilir ya da çoğunluk grupla birlikte yan yana var olabilir. Fakat sayı üç milyon olunca kendi hizmetlerini yaratacak otonom bir konuma geliyorlar. Bu grupları entegre etmek çok daha zor. Bu gruplar içe kapandığı zaman ileride çok daha büyük sorunlarla karşılaşılacaktır. İçe kapanma nasıl olur? Eğitimde dilini dışlamakla içe kapatırsınız. İş piyasasında fili olarak ayrımcılık yaparsanız bunu yaratabilirsiniz. Medyada, televizyonda bir grubun kolektif olarak kültürünü aşağı görürseniz bu olur. Bunlar çok yapılıyor, Suriyeli katiller diye başlıklar atılıyor örneğin. Bu dil böyle giderse ve Suriyeliler kendi içine kapanırsa, kendi hizmetini üretecek hacime ulaşırsa, entegrasyonu konuşurken daha da çok zorlanırız. Dolayısıyla o zaman Türkiye toplumu başına iş alır. O zaman ön yargılar daha kemikleşmiş olur. O yüzden müfredattan başlayarak, öğretmenlerin eğitim sisteminden içerilmesinden başlayarak, bizim çok kültürlülüğü tartışmamız gerekiyor.

Almanya’daki Türkler örneğini düşünürsek Suriyelilerin durumu daha ağır bir süreci barındırıyor değil mi?

Almanya’da biliyorsunuz iş varken göçmenler gitti. Bu koşullara rağmen, üzerinden 50 yıl geçti sorun çözülebilmiş değil. Suriyelilerin meselesi daha uzun sürer çünkü travmatize olmuş bir göç var. Emek göçü değil. Gidecek ülkesi kalmamış. Bu çok önemli bir şey. Bu insanların kimlik oluşumunda çok travma yaratan bir şeydir. Almanya’daki Türkler, Türkiye’nin burada olduğunu yani isterlerse dönecek bir ülkeleri olduğunu bilerek gittiler. Bu bir referans noktasıdır kimliklerinde. Yani bunun bir rahatlatıcı fonksiyonu vardır. Suriye meselesinde böyle bir şey yok. Amerika’daki siyahların agresifliğini de buna bağlayan araştırmacılar var yani dönecek bir ülkelerinin olmayışının etkisi olarak. Dolayısıyla eğitim meselesi çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Okulun farklı kökenlerden, farklı din, kültür, etnik kökenden gelen kişileri içerecek şekilde esnemesi lazım. Okulun; aileyle, ailenin habitusuyla ve bireyin habitusu ile arasındaki mesafeyi kısaltması lazım. Bu mesafenin kısaltılmasını çocuklardan bekleyemezsiniz.

“Okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık var sadece, sosyal hizmet uzmanı yok. Rehberlik ve psikolojik danışmanlık çocuğun sorununu bireyselleştirerek psikolojizm yapıyor. Çocuğun TEOG sınavı gelmiş tik başlamış. Bu mesela bireysel bir sorun değil, sınıfsal bir ankisiyete  Bu çocuk korkuyor. Burada sosyal hizmet uzmanı kadrosu açılması gerekir. Suriyeliler için de buna çok ihtiyaç var.”

Bizde tam tersi tüm bu sorunların çözümü bireyin yani öğrencilerin sırtına bırakılıyor ya da öğretmenlerin…

Eğitim eşitsizliği sosyolojik yönü çok önemli bir konu. Türkiye’de bunu çalışanlar genelde eğitim bilimciler. Ancak eğitimin içindeki eşitsizliği anlamak için onu toplumsal cinsiyet, iş piyasası, sosyalizasyon, medya, siyaset gibi alanlarla ilişkilendirerek çalışmak gerekiyor.  İşte bu yüzden bu alana daha çok sosyoloğun girmesi lazım. Eğitim, sınıfsal eşitsizliğin yeniden üretildiği en meşru mekanizma. Bu meşruiyet nasıl sağlanıyor? Sertifika sistemi neye göre yapılıyor? Sınıf orada hangi rolü oynuyor? Ya da mezhepler, etnik gruplar kaynaklardan ne kadar pay alıyor? Örneğin kaynaştırma eğitiminde hep öğrenci odaklı ya da aile odaklı olarak bakılıyor. İşin toplumsal boyutu tartışılmıyor. Yine okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık var sadece, sosyal hizmet uzmanı yok. Rehberlik ve psikolojik danışmanlık çocuğun sorununu bireyselleştirerek psikolojizm yapıyor. Çocuğun TEOG sınavı gelmiş tik başlamış. Bu mesela bireysel bir sorun değil, sınıfsal bir ankisiyete. Bu çocuk korkuyor. Burada sosyal hizmet uzmanı kadrosu açılması gerekir. Suriyeliler için de buna çok ihtiyaç var. Aileyle okulun ilişkisini rehberlik ve psikolojik danışmanlık kuramaz. Tanımı gereği o bireyselleştiriyor. Burada psikolojik bir sorun yok burada sosyolojik bir durum var. Aile ziyareti yapılacak bunun sosyal hizmet uzmanının yapması lazım. Bu sosyal hizmet uzmanları Suriyeli öğrencilerin çok olduğu okullarda Suriyeli olmalı. Aileyle okul arasında bağ kurulması lazım. Aileyle okul arasındaki mesafeyi ancak böyle yakınlaştırabiliriz.

Türkçe konuşamayan Kürt öğrencilerin ‘öğrenme zorluğu’ olduğu gerekçesiyle rehabilitasyon merkezlerine gönderilme mevzusu yaşandı daha önce bu Suriyeliler için de geçerli. Bu arada Suriyeli öğrencilerin yoğun olarak devam ettiği Geçici Eğitim Merkezleri’nin (GEM) üç yıl içinde kapanması söz konusu, bu da ana dilde eğitim meselesiyle ilgili problemlere sebep olacak. Bu konuda yapılması gerekenler nelerdir sizce?

Şu anda da Suriyeli ailelerin önemli bir kısmı çocuklarını devlet okullarına göndermek istemiyor. Bunun makrodan mikroya birçok sebebi var. Ayrımcılık, negatif sterotipleştirme mevcut. Burada aile ile okul arasındaki mesafe çok açık. Aile okulda ne oluyor anlamıyor ki. Dili anlamıyor, kültürü anlamıyor, kurumu anlamıyor, çocuğunu nasıl göndersin? Geçici koruma statüsünün konuşulmadığı noktada eğitim tartışması eksik kalır. Ama önce bu konuda hakkı teslim etmek gerekiyor. Mülteci sayısı çok fazla dolayısıyla konu çok zor. Bu kadar çok sayıda mülteci başka bir ülkeye gitse hükümetler yıkılır, ortalık birbirine girer. Türkiye bu konuda çok iyi bir örnek gösteriyor hem kamu hem de toplum açısından. Ama tabi bu her şeyin yolunda olduğu anlamına gelmez. Önce misafirlikten söz edildi şimdi geçici koruma var. Her konuda böyle eğitimde de böyle. Öncelikle eğitim başta olmak üzere göçmenlere bakışın hizmetten hak temelli anlayışa evrilmesi lazım. Kalıcı olmayacağım konumunun belli olmadığı ülkeye niye yatırım yapayım niye dil öğreneyim diye düşünmekte haklılar. Diyelim ki kültürel mirasını önemsemiyor hatta diyelim asimile olmaya karar vermiş bir mülteci bu durumda bile onu yapamaz. Çünkü belli değil ne olacağı. Statü meselesinin açığa kavuşturulması gerekiyor. Bugün Suriyeliler “statüm kalıcı değilse, konumum belli değilse, o ülkeye niye yatırım yapayım, neden dil öğreneyim diye düşünmekte” haklılar. Çünkü belli değil ne olacağı. Statü meselesinin açığa kavuşturulması gerekiyor. Bu belirsizlik aileleri boşlukta bırakıyor ve kimse gelecek planını böyle bir bağlamda yapamaz. Bu insanların burada hakkı var mülteci olarak. Şu an böyle hissetmiyor çünkü Suriyeliler için ihtiyaç sahibi bir grup algısı yaratılmış. Eğitimde de sürekli böyle bir algı var.

Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) raporunda mülteci çocuklarının eğitimin bu anlamda yani kapsayıcı eğitim meselesinin gündeme gelmesi için bir fırsat olabileceği vurgulanıyor. Buna katılıyor musunuz?

Evet bu bir fırsat olabilir. Suriyelileri, yapısal meseleleri, kapsayıcılık ve çok kültürlülük tartışmaları için fırsat olarak görüyorum. Çünkü Kürt meselesinde olduğu kadar devletin sert bir bakışı yok.  Arapça konusunda genel olarak daha yumuşak bir bakış var, GEM’lerde şu an Arapça eğitim yapılması buna örnek. GEM’ler kapandığında ana dilde eğitim meselesi gündeme gelecek. Umarım o zaman tali bir tartışma yerine ana dilin hak olması ekseninde tartışılır.

Peki son olarak eğitim başta olmak üzere sivil toplum veya akademi mültecilerle ilgili çalışmalarını nasıl farklılaştırabilir?

Akademiden başlayayım en önemlisi bu konuştuğumuz hak olarak belirttiğimiz çok kültürlü eğitim, içermeci eğitim olmayınca neler oluyor bunu bir tartışmamız ve göstermemiz lazım. Akademinin böyle bir misyonu olabilir. Haklar tanınmayınca ne oluyor? Başka yerde ne olmuş, karşılaştırmalı durum çalışmaları yapılabilir. Çünkü her şeyi yeniden yazmaya gerek yok. Bunun çok örneği var.  Bizim sivil toplum kuruluşlarıyla çok daha iletişime geçmemiz lazım. Bu bir eksiklik. Sivil toplum kuruluşlarının hareket edebilmesi için bir alan lazım. O alan daralmış durumda. Tabandan tavana en yükseğe geri bildirimli bir sivil siyaset alanı şu an dar.  Dolayısıyla bu en çok STK’ların politika üretimine katkıda bulunma kabiliyetini olumsuz etkiliyor. Bu, içinde bulunduğumuz tarihsel momentumdan çıkıp geneli konuşmak gerekirse tabi ki burada STK’ların akademiyle ve kendi araştırma kuruluşlarıyla sürekli bir geri bildirim mekanizması kurması lazım. Bir de şunu görmek lazım; politika yapıcılarla muhakkak iletişimi elden geldiğince güçlendirmek ve onları gereken reformlara ikna etmek gerekiyor. Mikro alandaki müdahaleler ile de eğitimde değişim yaratılabilir, bunu hiçbir zaman inkâr etmiyorum. Ancak değişim isteniyorsa gücü elinde bulunduranların ikna edilmesi gerekli; örneğin bir okulu konuşuyorsak, öğretmenler yerine okul müdürünü hedeflememiz lazım güç onun elinde. Öğretmen olarak ne kadar kafanız açık olursa olsun, okul müdürü okula yönetme biçim ve anlayışıyla size sınırlarsa, değişim yaratmanız çok zor olur. Aynı şekilde, politika yapıcıları hedeflemek gerekiyor etkili değişimler için; bu anlamda haklar verilmediğinde eğitim alanında ne gibi eşitsizlikler doğuyor, bunu bakanlıklara, politika yapıcılara gösterecek çalışmalara ve bir dile ihtiyaç var. Ancak bu noktada politika yapıcıların ne kadar duymak istediği de önemli bir konu.

Emine Uçak

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
116 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör