Çatışmaların en büyük mağduru çocuklar

29 Ocak 2016
Bölgede 16 Ağustos’tan bu yana 60’tan fazla çocuk yaşamını yitirirdi, 362 bin çocuk eğitim-öğretimden mahrum kaldı. BasHaber‘de yer alan habere göre, 7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan şiddet ve kaos, çocuklarda ciddi bir travmaya yol açıyor. 16 Ağustos tarihinden bu yana bölgede kimi yerleşimlerde meydana gelen çatışmalarda 60’tan fazla çocuk yaşamını yitirirken, yaklaşık 362 bin çocuk […]

Bölgede 16 Ağustos’tan bu yana 60’tan fazla çocuk yaşamını yitirirdi, 362 bin çocuk eğitim-öğretimden mahrum kaldı.

BasHaber‘de yer alan habere göre, 7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan şiddet ve kaos, çocuklarda ciddi bir travmaya yol açıyor. 16 Ağustos tarihinden bu yana bölgede kimi yerleşimlerde meydana gelen çatışmalarda 60’tan fazla çocuk yaşamını yitirirken, yaklaşık 362 bin çocuk eğitim öğretimden mahrum oldu. Verilere göre çocuklar devletin güvenlik güçleri ile PKK arasında çıkan savaşın en büyük mağduru.

TEMEL YAŞAM VE SAĞLIK HAKLARI İHLAL EDİLİYOR

Çocuklar, operasyon ve çatışma sırasında vurularak, bomba patlaması sonucu, hasta olup hastaneye götürülmediği için veya evlere isabet eden kurşunlarla hayatını kaybediyor. Çocuk ölümleriyle ilgili çok sayıda insan hakları örgütü, sendika, meslek örgütü, akademisyen, sanatçı, milletvekili, gazeteci, kadın ve LGBTİ örgütü, öğrenci, sivil inisiyatif, siyasi parti ve platform ortak bir açıklamayla 7 Haziran’dan bugüne devam eden çatışma ortamının acilen son bulmasını talebini dile getiriyor. Ortak açıklamada devletin ve PKK’nin politikalarını eleştirilerek 16 Ağustos’tan günümüze 7 il, 19 ilçede günlerdir süresiz devam eden sokağa çıkma yasaklarının bölgede yaşayan yaklaşık 1 milyon 300 bin kişinin ve bunların içinde yaklaşık 500 bin çocuğun temel yaşam ve sağlık haklarını ihlal ettiği vurguluyor.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği bölgelerde sadece çocukların değil, her yaşta sivil insanın yaşamını yitirdiğine dikkat çekiyor. Sivil ölümlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini söyleyen Fincancı, “Devletin kendisi yaşam hakkı ihlali yapmadığı konusunda dahil, yaşam hakkı ihlallerini önleme yükümlülüğü var. En azından bu önlemi yerine getirmiyor. Bunlar ifade edildiğinde insanları hainlikle suçlamak çözüm değildir; çünkü bugün itibariyle gördüğümüz tablo hem sokağa çıkma yasaklarının insanların temel gereksinimlerine ulaşmasını engellemesi, hem de Türkiye’yi yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıya bırakıyor” dedi.

ÇOCUKLARIN RUH SAĞLIĞI TEHLİKE ALTINDA

Çocuk ölümlerinin insanların vicdanlarına en fazla dokunan taraf olduğunu belirten Fincancı, doğmamış bebeklerin bile öldürüldüğünün altını çizerek şunları dile getirdi: “Biz, ‘çocuklar öldürülmesin’ demeye devam edeceğiz. Eğer bedel ödetmeye çalışıyorlarsa bedelini ödemeye hazırız. Çünkü bu bir gerçektir. Çocuklar ölüyor, insanlar ölüyor; buna karşı çıkmaya devam edeceğiz.” Toplumsal şiddet olaylarının çocuklar üzerinde uzun ve kısa vadeli etkileri bulunduğu belirten Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Özge Şahin, şu ifadeleri kullandı:

“Çocuğun zihninde ortaya çıkardığı ölüm düşüncesi ve tehdit algısı yoğun ve derin korkuya neden olur, çocuğun kendini güvende hissetmesini ve başkalarına güven duymasını zorlaştırır. Bununla birlikte çocukların dünyanın iyi ve adil bir yer olduğu ve yetişkinlerin onları koruyacağına ilişkin temel inançları da derinden sarsılabilir. Toplumsal şiddete ve ölümlere tanık olmak, ortaya çıkardığı kaygı, korku ve güven kaybı nedeniyle çocuğun gündelik yaşamdaki işlevselliğini bozar; duygusal, zihinsel, sosyal ve davranışsal düzeyde olumsuz etkilere yol açarak çocuk ruh sağlığını tehdit eder.” Çocuklarda olabilecek korkular olayın tekrarlanacağına, yaralanmaya ya da ölüme, yalnız ve savunmasız kalmaya, yaptıkları yanlışlar nedeniyle cezalandırılmış olmaya ya da suçlanmaya ilişkin olabileceğini ifade eden Şahin, “Çocuklar olanlara anlam vermekte zorlanabilir, niye kendilerinin ve sevdiklerinin başlarına böyle olaylar geldiğini sorgulayabilir. Huysuzluk, çabuk öfkelenme, saldırgan davranışlar, içe kapanma, hareketliliğin artması ya da tersine çok azalması gibi davranış değişiklikleri ortaya çıkabilir. Ek olarak yaşananlar karşısında çocukların ellerinden hiçbir şey gelmemesi çaresizlik hissi yaratabilmektedir” şeklinde konuştu.

DEHŞET VERİCİ FOTOĞRAFLAR

Eğitimin aksaması, öğretmenlerin okulları terk ederek evine dönmesini değerlendiren Şahin, şunları belirti: “Okullar evlerden sonra çocukların kendilerini güvende hissettikleri, eğitim ve gelişim haklarını kullanabildikleri yerdir. Şu anda birçok çocuğun düzeninin değişmesi, okulundan, öğretmenlerinden ve her gün gördükleri arkadaşlarından uzak kalması çocuğu güvensiz bir hale getirebilir ve bu durum üzüntü ve yas duygularına neden olabilir. Öte yandan öğretmenlerin şehri terk etmesi çocuğun hem okula hem de öğretmene olan güven duygusunu zedeleyebilir. Bunun sonucunda çocuk yalnızlık, çaresizlik ve terk edilmişlik, üzüntü ve öfkeyi daha fazla hissedebilir. Ayrıca sosyal medyada yer alan JÖH ve PÖH’ün okullarda çektikleri fotoğraflar da dehşet vericidir.”

ANCAK BARIŞ ORTAMINDA DESTEK OLUNABİLİR

Çocukların fiziksel güvenliklerinin sağlanması gerektiğini belirten Özge Şahin, “Çocukların yapılacak psiko-sosyal destek çalışmaları öncelikle kaybedilen temel güven duygusunun yeniden kazanılmasını, yaşanılan toplumsal şiddet sonrasında meydana gelebilecek olumsuz etkilerin önüne geçilmesini ve çocukların travmatik yaşantıdan önceki işlevsellik düzeylerinin yeniden sağlanması amaçlanmaktadır” değerlendirmesinde bulundu. Şiddetin sona ermesiyle birlikte çocuklara yönelik çalışmaların nasıl yürütülebileceğini sorduğumuz Şahin, şu yanıtı verdi: “Bulundukları yere yeniden güven sağlayabilmeleri, hayatı öngörebilmeleri için buna gereksinim vardır. Okul öncesi dönemdeki çocuklar olayı anlamlandırma daha büyük güçlük yaşarlar. Bu dönemdeki çocuklara fiziksel ve sözel yakınlık arttırılmalı, bulundukları ortamın sakin olmasına özen gösterilmelidir. Özellikle 2 yaşına kadar bilişsel becerileri yeterince gelişmediğinden, ebeveynlerin ya da temel bakım veren kişilerin durumu ele alış tarzı önemlidir. 3-6 yaş arasındaki çocuklar ise olayı anlamlandırabilmek için yetişkinlere soru yöneltebilirler. Unutulmaması gereken nokta tüm bu önerilerin barış ortamındayken düzenli bir şekilde yürütülebileceğidir.”