Diyarbakır STK’ları çatışmasızlık ve tarafların uzlaşısını talep ediyor

Geçen haftalarda darbe girişimi sonrası Kürt meselesini konuşmak için stklarla röportaj yapmıştık. Son günlerde yaşanan birkaç gelişme sonucu yeni olaylar ışığında Kürt meselesinde neler olduğunu ve neler olacağını anlamak için Mazlumder Diyarbakır üyesi Reha Ruhavioğlu ve Özgürder Diyarbakır Şube Başkanı Süleyman Nazlıcan’la konuştuk. “İlan edilmemiş çatışmasızlık hali ciddi bir fırsattı ve bunun süreklilik arz edeceği […]

Geçen haftalarda darbe girişimi sonrası Kürt meselesini konuşmak için stklarla röportaj yapmıştık. Son günlerde yaşanan birkaç gelişme sonucu yeni olaylar ışığında Kürt meselesinde neler olduğunu ve neler olacağını anlamak için Mazlumder Diyarbakır üyesi Reha Ruhavioğlu ve Özgürder Diyarbakır Şube Başkanı Süleyman Nazlıcan’la konuştuk.

“İlan edilmemiş çatışmasızlık hali ciddi bir fırsattı ve bunun süreklilik arz edeceği bir kanal açılabilirdi, maalesef değerlendirilmedi”

Şu an içinde bulunduğumuz durumu Kürt meselesi özelinde nasıl yorumluyorsunuz?

Reha Ruhavioğlu: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında PKK, bir hafta kadar ilan edilmemiş bir eylemsizlik pozisyonuna çekilmiş ve bu doğrusu bir parça ümit de vermişti. Hakeza devlet kanadının da bütün enerjisini darbenin bastırılması ve darbecilerin tasfiyesine harcaması, askeri operasyonların durmaya yakın bir noktada olduğunu göstermekteydi. Bu ilan edilmemiş çatışmasızlık hali ciddi bir fırsattı ve bunun süreklilik arz edeceği bir kanal açılabilirdi, maalesef değerlendirilmedi.

reha_ruhavioğlu

Devlet düzeyinde HDP’yi de içine alan uzlaşma ve bütünleşme mesajları üçüncü günde HDP’yi çok belirgin bir şekilde süreçten dışlayan bir pozisyona evrildi ve o pozisyon devletin muhkem pozisyonuna dönüştü. Yenikapı mitinginde görülen manzara, darbe girişiminin ortaya çıkardığı reorganizasyon fırsatının Kürtlerin siyasal görünürlüğe davet edilmediği bir manzara oldu. Her ne kadar HDP’nin mitinge davet edilmemiş olması Kürtlerin davet edilmemişliği olarak okunmak istenmese de bu anlamda Diyarbekir’de ve Kürdistan’ın genelinde baskın hissiyatın “dışlanmışlık” olduğunu söyleyebiliriz. Devletin geleneksel aktörleri ve geleneksel yapısı ile sınırlı bir reorganizasyon süreci esaslı bir reorganizasyon değildir. 10-15 yılda bir çeşitli vesilelerle böyle bir değişim yaşayan devletin Kürtleri, aktif bir aktör olarak içine alacak bir yeniden yapılanmayı en az 10 yıl ötelediği görülüyor. Bu da görüşme ve müzakereler istisna, ama Kürt meselesinin nihai çözümünün en az 10 yıl ötelendiği şeklinde yorumlanabilir.

Çatışmanın nasıl sonlanacağı bir kritik eşikti ve 15 Temmuz sonrasındaki çatışmasızlık hali bu eşiği kolay geçilebilir kılmıştı ancak aktörler bu fırsatı değerlendirmedi ya da değerlendirmek istemediler. Geldiğimiz noktada PKK “ilan edilmemiş eylemsizlik” pozisyonunu bırakıp saldırılara yoğunlaşmış, devlet de operasyonlara dönmüş durumda. Şehir savaşlarının bittiği ancak şiddetin meskun mahalde sürdüğü bir gündelik hayatın endişe ve baskısı altındayız. PKK’nin sivil yerleşim yerlerinde gerçekleştirdiği bombalı saldırılar sivillere de zarar veriyor, son üç bombalı saldırıda yanılmıyorsam 6 polis ve 10 sivil yaşamını yitirdi, toplamda 50’den fazla insan yaralandı. Bu manzara bize nasıl bir kördüğüm içinde olduğumuzu gösteriyor.

Şehirdeki çatışmalardan rahatsız ancak buna karşı çıkacak güç ve imkandan yoksun bölge halkı, bir şekilde bir neticelenmesini bekliyordu. Çatışmanın şehir çatışmalarından şehirde saldırılara dönüşmüş olması bir yenişememe durumunda kilitlenmiş ve giderek büyüyen bir öğrenilmiş çaresizlik hissiyatı oluşturmaktadır. Kürt meselesinin sivil enstrümanları olan HDP’ye baskınlar, belediyelere kayyum atama niyetleri ve Özgür Gündem’in kapatılması, OHAL sebep gösterilerek basın açıklaması ve eylemlerin yasaklanması gibi uygulamalar 30 yıllık tekrarın bir kere daha tecrübe edilmesinden başka bir şey değildir ve silahsız her alana baskı, Kürt meselesinde silahlı alanı büyütmektedir.

“Çatışmaların devam etmesi hem devlet açısından, hem Pkk açısından büyük riskler taşımaktadır”

süleyman_nazlıcan

Süleyman Nazlıcan: Son yıllarda yaşadıklarımız Kürtlerin siyasal mücadelesinde çok farklı tecrübeler üretti. Bu tecrübeler üzerinden bugünü okuduğumuzda daha gerçekçi mülahazalar yapmamız mümkün. Kürt meselesi şimdi eskisi gibi ürkek ya da ütopik talepler etrafında yapılan totolojik (kendi kendini tekrarlayan) önermeleri, çözümleri aşıp çeşitlilik gösteren siyasal okumalara konu olmaya başlamıştır.

Öncelikle sistemin çözüme kapı aralayan tavrı (çözüm süreci) Türkiye’nin yüzyıllık siyasal paradigmasını değişime uğrattı. Bu değişim Kürt sorununun terör sorunu olarak okunmaktan ziyade anlamaya yönelik bir motivasyonla ele alınmasıydı ve Kemalist Ulusçu sistemin kodlarıyla pek de uyuşmayan bir açılımdı. Bu bağlamda ret, inkâr ve asimilasyon politikaları ortadan kalktı ve sorunun çözüme kavuşması için iyi niyet göstergeleri olarak Kürtçe tv, radyo, Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması, üniversitelerde Kürt dili bölümlerinin açılması, Kürtçe hutbe, propaganda yapılması gibi adımlar atıldı.

Bütün bu açılımlarla beraber Pkk’nin de Kürt sorununun bir sonucu olarak ikna edilmesi ve şiddetin tasfiyesi projesi tedavüle sokuldu. Ancak sorunun bir parçası ve aktörü haline gelen Pkk’nin maksimalist talepleri bu işi çıkmaza sürükledi ve 2015 yılı yaz aylarından itibaren çözüm süreci donduruldu. Elbette mesele sadece Pkk’nin talepleri etrafında düğümlenmedi. Ortadoğu siyasetinde meydana gelen gelişmeler taraflar arasında farklı hesaplar yapılmasına neden oldu. Devlet Kürt sorununu çözmekle Ortadoğu’da yeni bir oyun kurucu konumuna geleceğini düşündü. Pkk ise Kürtlerin tarih sahnesine yeniden çıkma ihtimali üzerinden Irak ve Suriye’deki konjonktürden yararlanma hesapları yaptı.

Kanaatimce burada hem devlet, hem de Pkk büyük bir yanılgı içine düştü. Çünkü Ortadoğu’daki konjonktür her iki aktörü aşacak düzeyde büyük hesapların ve büyük aktörlerin işe müdahil olmasıyla beraber bambaşka bir yöne doğru evirildi. Zaten bu işin evveliyatında Afganistan’ın işgali, Irak’ın işgali vardı. Bildiğimiz gibi ABD’ nin küresel bir güç olarak bu bölge üzerindeki hesapları hiçbir zaman ne Türkiye’nin siyasetiyle uyuşur, ne de Pkk nin hesaplarıyla uyuşur. ABD’nin duruma vaziyet etme biçimi her zaman ayrılık, çatışma, istikrarsızlık ekseninde olmuştur. Bu yönüyle düşününce sorunlarından kurtulmuş bir Ortadoğu’nun Amerika’nın menfaatiyle uyuşmadığı ortadadır.

Türkiye’nin son yıllarda istikrarlı bir yola girmesiyle Kürt sorununu çözmek istemesi de bu yönüyle ele alınmalıdır. Türklerin Ortadoğu’da Kürtlerle güç birliği yapması ve güçlenmesi uluslar arası reel politik dengelerle pek de uyuşmayan bir projedir ve başarıya ulaşmaması için her yola başvurulacağını bilmemiz gerekir. Zaten 15 Temmuz darbe girişimi de bahse konu olan bu siyasal sürecin devam etmemesi için tasarlanmış bir projeydi. Yani iç içe geçmiş sorunlar yumağından Kürt sorununu ayırıp müstakil bir konum üzerinden okumak şu aşamada pek mümkün gözükmüyor. Şu anda PYD Suriye’de ABD’nin bir numaralı müttefiki konumuna gelmiş vaziyette. Bu ilişkiyi görmeden Kürt sorunu hakkında yapacağımız siyasal analizler eksik kalacaktır diye düşünüyorum.

Diğer taraftan Pkk şu an Türkiye’de yaptığı bombalı eylemlerle devleti yeniden müzakere sürecine dönmeye zorluyor. Elbette bu çatışmalı süreç ilelebet devam etmeyecektir. Çatışmaların devam etmesi hem devlet açısından, hem Pkk açısından büyük riskler taşımaktadır. Devlet için olası riskler içinde en büyüğü; Türkiye’nin olağanüstü hal yasalarıyla uzun sürecek istikrarsız bir ortamla yönetilmesi olacak ve bu da hem ekonomik, hem de siyasal anlamda gerilemenin devam etmesi anlamına gelecektir.

Pkk için riskler ise Kürtler arasında kazandığı siyasal gücü ve otoriteyi kaybetmek ve marjinal bir konuma sürüklenmek olacaktır. Tabi bununla beraber Kürtler içinde alternatif siyasal aktörlerin sahneye çıkması da mümkündür. Bu işin siyasal ayağında olan Hdp’ nin bu süreçte maalesef sivil siyaseti işletemediği aşikâr. Pkk’nin vesayetinden kurtulamayan Hdp kendisini bu süreçte zor durumda bırakacak kadar basiretsiz bir konuma itti. Oysaki Hdp sivil konumunu korumalıydı ve siyaset kanallarını tıkayan eylemlere karşı durmalıydı. Fakat şimdilik bu kapasitede olmadığı kesinleşti.

“Çatışmalar devam ederse tükenmeye yüz tutmuş umutlar hepten sönebilir”

Bundan sonra olacaklara dair fikirleriniz nelerdir?

Reha Ruhavioğlu: Önümüzde yakın zamanda bir seçim olmadığından devletin geleneksel aktörleri arasında kısa vadede bir çatışma beklemiyorum, yani HDP’nin muhalefet seçeneği olarak daha görünür olabileceği bir süreç yaşayabiliriz ve bu da Türkiye siyasetinde Kürt meselesinin muhalefet zemininde kapladığı yerin daha aşikar görünmesi açısından öğretici olabilir. Ancak HDP üzerinde PKK vesayeti ve devlet baskısı rolünü oynamayı engellemekte, HDP de buradan sivil alanı heyecanlandıracak bir siyasetle çıkamamaktadır. Böyle devam ederse sivil alana dair tükenmeye yüz tutmuş ümitler hepten sönebilir, epeydir “daha fazla sürdürülemez” denilmesine rağmen süren çatışmalar da böyle devam ederse bir sihirli el beklemek zorunda kalabiliriz.

Oysa her çatışmanın bir çözümü olmak zorundadır, bu Kolombiya’daki gibi 50 yıl ve 220bin ölümden sonra olabileceği gibi Kürdistan ve Türkiye’de 30 yıl ve 60bin ölümden sonra da olabilir. Yıkımın derinleşmemesi, ölüm tarlasının daha çok kanlanmaması için tarafların atabilecekleri adımlar vardır, bunları atmalıdırlar. Örneğin; Taraflar kendi hata ve yanlışları yanında Roboskî’den 6-8 Ekim olaylarına, oradan bugüne çatışmasızlığı bitirmek isteyen bir üçüncü elin provokasyonlarını masaya yatırarak yeni bir yolun eşiğine gelebilirler. Bu eşik; PKK’nin devlet içi aktörler netleşene kadar çatışmasızlık ilan etmesi, hükümetin de bunu bir iyi niyet adımı olarak görerek görüşmelerin kapısını yeniden aralaması ile aşılabilir, oradan daha sağlam ve daha şeffaf bir sürece başlanabilir. Sonrası Allah kerim…

“Sorunlarımızı şiddet sarmalından çıkarak aklıselimle çözmekten başka yolumuz yok”

Süleyman Nazlıcan: Şimdi denenmiş ve sonuç alınmamış politikalardan yavaş yavaş vazgeçip bölgede tansiyonu düşürecek adımlar atılmaya başlanacaktır diye düşünüyorum. Çünkü güçlerin birbirini sınama aşamaları tek tek aşıldı. Bunun emarelerini Türkiye’nin dış politikasında yaptığı değişimlerle görebiliyoruz. İsrail ve Rusya krizlerinin aşılması ve ardından Suriye politikasına dair ılımlı mesajlar bu işin şahin politikalarla devam edilmeyeceğinin göstergesidir. Bu Kürt sorunu ve Pkk sorunu bağlamında da benzer adımların atılabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Devlet yapabileceği kadar operasyon yaptı. Pkk da yapabileceği kadar saldırı yaptı. Her iki tarafta bu haliyle bir sonuca ulaşamadı. Dolayısıyla yeniden müzakerelerin başlama ihtimali yüksek. Kandilin bu süreçte stratejik davranarak tekrar Öcalan üzerinden müzakere talep etmesi de bunun göstergesidir diye düşünüyorum. Şayet böyle bir yola girilmezse Pkk açısından siyasal ve sosyal desteğin azalma ihtimali çok yüksek ve bu da pragmatik siyaseti iyi tasarlayan Pkk’nin işine gelmeyecektir. En azından tekrar gücünü toparlayana kadar böyle bir sürece girilmesi Pkk’nin menfaatine olacaktır. Çünkü Türkiye’nin darbeyi püskürtmesi küresel güçlerin de yeni politik hamleler yapma ihtimalini güçlendiriyor. Bu hamleler arasında Türkiye ile ilişkilerin normale döndürülmesi büyük bir olasılıktır. Bundan dolayı Pkk’nin de küresel güç odakları tarafından yalnız bırakılma ihtimali yüksektir. Bunu gören Pkk kendince bir denge politikası gütmek zorunda kalacaktır.

Unutmamamız gereken şey şu ki; yüzyıllarca kader birliği ettiğimiz bu coğrafyada istesek de istemesek de beraber yaşamaya mecburuz. Tarihte farklılıklarımızla, etnik ve dinsel kimliklerimizle beraber yaşama kültürünü oluşturduk. Bundan sonra da bu kültürün doğal mirasçıları olarak siyasal ve sosyal sorunlarımızı çözme iradesi göstermek zorundayız ve bunun da yolu şiddet değil; kardeşliğimizi pekiştirecek empati yollarını zorlamaktır. Yani kendimiz için istediğimiz (siyasal, sosyal ve insani haklar) şeyi kardeşimiz için de istemektir. Umarım sorunlarımızı şiddet sarmalından çıkarak aklıselimle çözme yoluna gideriz. Çünkü bundan başka yolumuz yok.