“Etki Ajanı Yasası” mecliste gündeme geliyor
Ancak bu süreci sadece Türkiye’ye özgü bir durum olarak düşünmemek gerekiyor. Gürcistan gibi örneklerin yanı sıra başka ülkelerde de “yabancılık”, “ihanet” gibi söylemleri sık sık kullanan popülist partilerin ve devlet zihniyetinin varlığı göz önünde tutulursa, çok daha büyük bir operasyonun tezahürlerini gördüğümüzü söyleyebiliriz.
24 Ekim’de sivil toplumun çağrısıyla başlayan imza kampanyasının haberini yapmıştık.
Sivil toplumun farklı kesimlerinden bu düzenlemeye yönelik tepkiler büyüyor. Kadın hakları ve yasanın kesişiminde olası senaryoya dair Jin Dergi’de yayınlanan kapsayıcı içeriği linkte bulabilirsiniz.
Biz de Sivil Sayfalar olarak etki alanında çalışan uzmanlara konuya ilişkin fikirlerini sorduk. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Itır Erhart, sosyolog Ferhat Kentel, YADA Vakfı Araştırma Direktörü Rümeysa Çamdereli sorularımızı yanıtladı:
Ferhat Kentel: Türkiye’nin “modernleşme” tarihinde devletin makbul vatandaş yapma niyeti hiç bitmedi. Türkiye’de toplumsal değişimin aldığı istikameti az veya çok takip etmek yerine, devlet eliyle topluma yön vermek çok daha başat bir yöntem oldu. Bunda kendine ve kendi dışındakilere karşı güvensiz, cemaatleşerek var olabilen geniş toplumsal kesimler üzerinde yükselen bir devlet mantığı hâkim oldu. Devlet, travmalarıyla var olan bir toplumun güvensizliği üzerinde kendini yeniden üretirken, aynı devlet aygıtının çeşitli mekanizmalarına dâhil olan ve kendi sınıfsal-kültürel çıkarlarını hem güvence almayı hem de maksimize etmeyi arzulayan “güce aç” kesimler de kendi rejimlerini sağlamlaştırmak için sürekli bir çaba içinde oldular.Şimdiki dönemde iktidardan pay alan kesimler de kabaca “devrim” olarak gördükleri bir süreçte, bir türlü kontrol altına alamadıkları muhalif güçler karşısında, garantili görmedikleri iktidarlarını korumak için yeni çabalara girişiyorlar. “Etki ajanı yasası” da “yerlilik ve millilik” görünümü altında, tüm toplumu kontrol altına almanın, ikna ederek sağlanamayan “total” bir toplumu, “yasal” görünüm altında baskı altına almanın bir çabası olarak değerlendirilebilir.
Ancak bu süreci sadece Türkiye’ye özgü bir durum olarak düşünmemek gerekiyor. Gürcistan gibi örneklerin yanı sıra başka ülkelerde de “yabancılık”, “ihanet” gibi söylemleri sık sık kullanan popülist partilerin ve devlet zihniyetinin varlığı göz önünde tutulursa, çok daha büyük bir operasyonun tezahürlerini gördüğümüzü söyleyebiliriz. Çok kabaca söylersek, sermaye hareketlerinin özgür olduğu (Türk şirketlerinin İsrail’e yaptıkları ihracat gibi) ya da ulusal çıkarlar adı altında devletlerin ve şirketlerin her türlü “uluslararası işi” yapabildiği bir dünyadayız. Buna karşılık, bu tür yasalar, demokrasiden çıkarı olan yerli toplumsal kesimlerin uluslararası dayanışma yapma imkânlarını baltalamayı amaçlıyor. Sonuç olarak bu tür yasalar sadece tekil “milliyetçi” bir devletin yaptığı iş değil; tam tersine bu devletlerin de taşeronluk yaptığı neo-liberal kapitalist yapıların dikensiz bir uluslararası piyasa yaratma çabalarının bir uzantısıdır.
Ferhat Kentel: Bu yasanın geçmesi durumunda, kuşkusuz, şimdikine kıyasla daha da kısıtlanmış, yukarıdan aşağı tanımlanmış bir “yasal çerçeve” bizi bekliyor. Muhtemelen, devletin görünen kumandasındaki aktörler, “yabancılık,” “ihanet”, “dış güçler”, “ajanlar” gibi ideolojik dağarcıklarında zaten bulunan manipülasyon araçlarını bol bol kullanacaklar. Şimdiye kadar “terör” ile özdeşleştirilen bütün hareketler ve aktörler bundan sonra, bu yasanın sağladığı kolaylık sayesinde, bir de “ajanlık” mertebesine çıkacaklar. Bu yasa geçtiği takdirde, Türkiye’nin iyileşmeyen yaraları muhtemelen daha da acımaya devam eder. Ancak toplumsal hayat, toplumsal hareketler ve toplumsal değişim yasalarla ortaya çıkmaz. Yasalar, toplumun hareketini tabii ki eğip, bükebilir. Beklenmeyen yönlere itebilir ama sona erdiremez. Öte yandan, Türkiye toplumu bütün sorunlarına, kutuplaşmalarına, cemaatleşmelerine rağmen, hayatta kalma konusunda son derecede direngen bir yapıya sahip görünüyor. Bu da muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan çok önceye giden Anadolu tarihinde biriken korkular, güvensizlikler, sürgünler, isyanlar, itaatler, saklanmalar ve mücadelelerle oluşan bir tecrübeye dayanıyor. Bir teorinin reçetesine sokulamayacak kadar karmaşık olan bu süreçte toplum kendisine dayatılan “teorik” ya da “ideolojik” kalıpları tersyüz etmenin, çarpıtmanın yollarını üretebiliyor.Böyle bir toplumsal altyapıda sivil toplumun ise etkili yaratıcı yöntemler düşünmesi gerekiyor. Bu yöntemleri bir reçeteye sokmak mümkün değildir, ancak en azından mizahı ve sivil itaatsizliği akılda tutmak ve söz konusu yasayı çıkaranların bizzat kendi “etki ajanlıklarının” altını çok iyi çizmek gerekiyor kanımca.
Rümeysa Çamdereli: Türkiye’de sivil toplum tüm koşullarda varlığını devam ettirme konusunda inanılmaz sınavlar verdi. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması sonrasında örneğin kadın hareketi hiç hız kesmeden faaliyetlerine devam etti. Hayvan hakları aktivistleri yine yürürlüğe giren “katliam yasası” sonrasında faaliyetlerine hiç ara vermeden devam ediyor. Ancak bu yasa özelinde sivil toplumun geneline konuşan, sivil toplumun sadece sivil toplum olduğu için yaşadığı zorlukları işaret eden ve kapsayıcı bir dil üreten kurumların sayısı oldukça sınırlı. Bu konunun “sahipsiz” kalma riski var. “Özgür Sivil Toplum” imza kampanyası bu anlamda çok özgün bir adım oldu. Bundan sonrası için de eğer değişiklik bahsedildiği şekilde gerçekleşirse ortak hareket etmeye ihtiyaç var. Burada da sivil toplumu herhangi bir tematik alan, arka plan, coğrafya gözetmeksizin kapsayıcı bir şekilde ele alan bir süreç için emek vermek gerekecek. Umarım biz de, özellikle YADA Vakfı olarak böyle bir sürecin etkin bir parçası olmayı başarabiliriz.
Bizi Takip Edin