“Büyük Çaresizliğimizin En Güzel Dayanışması”

23 Temmuz 2024
Adıyaman Sivil Toplum Dayanışma Grubu’nun 6 Şubat depremleri sonrası edindiği zengin deneyimi bir kitaba dönüştü: Adıyaman Sivil Toplumu Anlatıyor. Kitabın sürekli “daralmasından” şikâyet ettiğimiz sivil alandaki aktörlere mesajı net: Adıyaman Sivil Toplum Dayanışma Grubu “Türkiye’deki en iyi afet sonrası sivil koordinasyon örneklerinden biri” çünkü “...var olan gücümüzü etkin kullanabildik, süreci rekabetçi değil dayanışmacı şekilde yürüttük.” Kitap aynı zamanda Türkiye’de taban örgütlerinin neden güçlenmesi gerektiğine sahadan yanıt veriyor.

6 Şubat depremlerinin ardından bölgeye “yoğun şekilde yönelen” sivil toplum projeleri ve gönüllülerin sayıları, nispeten azaldı. Kamuoyunun da bölgeye olan ilgisi ekonomik krizin de etkisiyle düştü.  STK’lar gönüllülerin ve kaynakların yetersizliğinden dem vurmaya başladı.

Adıyaman, kentin afet öncesi ve sonrası sivil alana bakışı yönünden özgün bir örnek olabilir.  Depremin hemen ardından Hamit Levent Evci gibi bazı sivil toplum profesyonelleri Adıyaman’da sahada idi. Sürecin birebir tanığı ve afet sonrası sivil toplum faaliyetlerine dair biriken söz ve deneyimleri o kadar yoğundu ki bunları çoklu krizle çağında yaşayacağımız yeni krizler için paylaşma sorumluluğu hissettiler ve neredeyse tüm hak alanlarındaki içgörüleriyle Adıyaman Sivil Toplumu Anlatıyor kitabında bir araya getirdiler.

Kitabın yazarlarından Hamit Levent Evci, Gülfer Kırbaş ve Asuman Şahin sorularımızı yanıtladı.

Neden bir kitap yazmayı düşündünüz? Hedefiniz kime ulaşmak? Nasıl bir etki yaratmak?

Hamit Levent Evci: Deprem sahasında çalışıyorsanız, hele ki Adıyaman gibi “unutulan” bir yerde çalışıyorsanız, birçok şeyi düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Burada çalışan çoğu kişi kendisini çok yalnız hissetti ama bir yandan da bir sürü deneyim vardı burada. Bu kitabı, birçok sebeple kaleme aldık ama en çok şu 3 sebeple sanıyoruz:

Adıyaman’da depremden bu yana bir buçuk sene geçti. Bir buçuk senenin sonunda halen onlarca sorun yaşanıyor. Bu sorunlara yönelik hizmetler ise her geçen gün azalıyor. Dolayısıyla bu kitabı tüm aktörlere “deprem sonrası toparlanma bitmedi, hatta neredeyse yeni başlıyor” demek için kaleme aldık.

Türkiye krizler ülkesi. Birçok kriz oluyor ve ne yazık ki olmaya da devam edecek. Zaten doğal afetlerden kaçmak da mümkün değil, önemli olan krizlere dönmemesi için önlemler almak ve karşılaştığımızda en az hasarla bu süreci geçirmek. Adıyaman’da sivil toplum aktörleri olarak birçok deneyim kazandık. Bu deneyimleri gelecekteki krizlere hazırlanan tüm öznelere anlatmanın önemli sorumluluklarımızdan biri olduğunu düşünüyorduk.

Adıyaman Sivil Toplum Dayanışma Grubu Türkiye’deki, hatta belki de dünyadaki en iyi ve en işlevsel afet sonrası sivil koordinasyon modeli örneklerinden biri. Kitapta da okuyacağınız üzere hacminin çok ötesinde işler başardı ve halen ASTDG koordinasyona ve de kolektif üretime devam ediyor. Hem bu modeli hem de bu koordinasyon etrafında bir araya gelen kişi/kurumların deneyimlerini bir araya getirmenin de bu modeli güçlendirmek için önemli bir adım olduğunu düşündük. Ve gerçekten de öyle oldu.

Kitabın yazarları olarak kitabı ilk gördüğümüzde ne yapacağımızı, birbirimize nasıl teşekkür edeceğimizi bilemedik. Çünkü bu deneyim, uzun süredir söylediğimiz gibi “bizim büyük çaresizliğimizin en güzel dayanışması” ve bu kitap da bu dayanışmanın en güzel üretimlerinden biri.

Rekabetçi Değil Dayanışmacı!

Kitap pek çok hak alanını içeriyor, kentte en verimli çalıştığınız alanlar  ve hala çok sıkıntılar var dediğiniz alanlar hangileri?

Gülfer Kırbaş: Adıyaman afet sonrası müdahalede çok yalnız bırakılmış bir şehir oldu. Burada çalışmaya gelen sivil toplum kuruluşları, insani yardım örgütleri de afetin büyüklüğü karşısında yalnız hissetti ve devam edebilmenin tek yolu olarak dayanışmayı buldu. Bu dayanışma temelli koordinasyon ile aslında sınırlı kaynağı etkin şekilde kullanabildi. Dolayısıyla en verimli çalıştığımız alan dayanışabildiğimiz her alan oldu.

Afet sonrası oluşan bu dayanışma halinin kente çok daha geniş bir yansıması olduğunu da gördük. Bir yandan sivil toplum kuruluşlarında çalışmaya başlayan Adıyaman’lı gençler için yeni bir alan açıldı, çok şey öğrenip hızla bu alanda yetişmeye başladılar. Bir yandan da Adıyaman halkı hak temelli çalışmalarla tanıştı ve bu çalışmalara alan açtı.

Örneğin kadın çalışması konusunda Adıyaman’da zorlanacağını düşünebilir pek çok örgüt. Ama afet sonrası süreçte 3 yılda alacağımız yolu 3 ayda aldık, kadınlar için farklılaşan akut ihtiyaçları karşılarken ve bunları gündem ederken çok kısa sürede toplumsal cinsiyet eşitliği konuşur olduk. Sivil alanın varlığı kadınları sivil alana katılımı konusunda da güçlendirdi. Gençlik çalışmaları çok etkili bir şekilde gelişti. Mülteciler özelinde hizmet verilmesinin ötesinde hak savunuculuğu yaptı burada örgütler. Aslında her alanda var olan gücümüzü etkin kullanabildik çünkü bu süreci rekabetçi değil dayanışmacı bir şekilde yürüttük.

 Bugün hala devam eden sorun alanları var. Geçici yerleşim alanlarına ne olacağı, yeni yerleşim alanlarının ne zaman biteceği, buraların kent kültürüne, özel ihtiyaçlara uygunluğu, kentin kadınlar ve çocuklar için destekleyici mekanizmalarının güçlendirilmesi, deprem sonrası kent hafızasının yok oluşu, mültecilerin yaşam alanları…

Ama en büyük sorun bu çalışmaların devamlılığı. Başta kontrolsüzce yığılan destekleri en etkin şekilde kullanmaya çalıştık ama şimdi bu destekler hızla çekiliyor. Henüz sonuçlarını yeni alacağımız merkezler kapanıyor çünkü özel sektör ilk zamanlara kıyasla desteğini çekmiş/veya oldukça azaltmış ve de büyük fon verenlerin gündemi değişmiş. Örneğin, psikolojik destek almaya başlarda hiç hazır değildik ama asıl şimdi buna ihtiyacımız var diyor insanlar. Ama ruh sağlığı ve psiko-sosyal destek alanında çalışan kurumların sayısı bugün oldukça az.

Adıyaman’da Tek Sivil Aktör Gibi Çalışmak!

Adıyaman’dan ve mevcut sivil toplumundan siz ne umdunuz? Ne buldunuz? Ne gözlemlediniz?

Asuman Şahin : Adıyaman’da deprem öncesinde geniş ve güçlü bir sivil toplum ağından bahsedemiyoruz ne yazık ki. Afetten önce dernekler odasına kayıtlı yüzlerce dernek olsa da çoğu hemşehri dernekleri veya meslek odaları, sahada uluslararası partnerlerle insani yardım alanında çalışan bir dernek ve yeni kurulmuş birkaç gençlik sivil toplum örgütü vardı.

Dolayısıyla sivil toplumdan bir beklentimizin olması çok mümkün değildi.

Hem fon sağlayıcı kurumlar hem de dernekler Adıyaman’ı bilmedikleri için çalışma yapmaya da çekindiler ve Adıyaman’da ya hiç çalışmadılar ya da sahada çalışmaya başlamaları çok uzun zaman aldı, bahsettiğimiz yalnızlık hissini böyle bir yerden de yaşadık.

Depremden sonra ulusal ve bölgesel sivil toplum kuruluşları Adıyaman’a ihtiyaç analizi için gelmeye başladı ve o sırada Adıyaman Sivil Toplum Dayanışma Grubu ile tanıştılar, sağlıklı veriye ulaşabilecekleri, sahada nerede nasıl bir çalışma yürüteceklerine dair öngörü paylaşabilen bir grupla tanıştığı için pek çok kurum Adıyaman’da çalışma yapmaya cesaret edebildi.

Şunu söyleyebiliriz ki öncesinde sivil toplum hareketliliği bulunmayan bir şehirde depremle birlikte yüzlerce kurum çalışma yürüttü, kimisi projesi bittiği için gitti ancak geri dönmenin ve tekrar sahada çalışmanın yollarını arıyor. İnsani yardım ve hak temelli çalışan sivil örgütleri aynı paydada buluşturabildik mesela, iki grup da birbirinin dilini anlamazken kavramlarda uzlaştılar, birbirlerini ve çalışma alanlarını tanıdılar, birbirlerine yönlendirme yaptılar. Adıyaman’da kurum isimleriyle çalışılmadı aslında, tek bir sivil hareket gibi çalışıldı ve herkes ihtiyacı tutabildiği ucundan tutup karşılamak için çabaladı. Bu hepimiz için şaşırtıcı ve oldukça etkileyici oldu, hep “bir şehrin kaderini değiştirmeye niyetliyiz” derdik, çok iyi bir sivil örgütlenme ve koordinasyon örneğini sivil alana katma şansımız oldu. Adıyaman’da tahminlerimizden daha ötesini bulduk diyebiliriz.

Yerel düzeyde STK çalışmasına dair, özellikle deprem sonrası pek çok projenin yönelmesi, nasıl bir etki yarattı? Eleştirel bir değerlendirme yapar mısınız?

Asuman Şahin: Bu soruyu birkaç ana başlık üstünden düşünmek anlamlı olacaktır :

Deprem sonrasında hem fon kuruluşları hem özel sektör hem de bireysel bağışçılar deprem bölgelerine çok fazla destek sağladı, alana çok fazla proje geldi. Çok fazla fon sağlanmış olsa da bu fonlar illerin depremden etkilenmişlik düzeyleriyle doğru orantılı olarak sahaya dağıtılmadı.

Saha çalışmaları sırasında ihtiyaçlar çok hızlı değişiyordu ve bildiğimiz/alışık olduğumuz proje yönetme sistemleri, prosedürler ve kurum içi uygulamalar ihtiyaca yetişmeyi zorlaştırıyordu. Sahada tespit edilen ihtiyaca uygun bütçeler veya aktiviteler olmadığında veya kurum içi prosedürlere takılıp ihtiyaçların satın alma süresi uzadığında ne yazık ki ihtiyaca cevap verilemiyordu.

Pek çok bağışçı, özel sektör fonu ve büyük fon sağlayıcı kurum afetin başında bu konuda sağlayabileceği bütçenin çok büyük bir kısmını sahaya sundu ve yavaş yavaş sahadan çekilmeye başladılar. Örneğin bugün ilk günlerdekine göre çok daha fazla ruh sağlığı ve psikososyal destek çalışması ihtiyacı var ve hatta tam da bu dönemde bu çalışmalara başlanması gerekirdi ama fon bulunamadığı için bu bağlamda çalışan aktör sayısı çok azaldı.

Fonların da koordinasyonunun sağlanması ve ihtiyaca göre kademeli olarak sahaya yönlendirilmesi gerekirdi. Örneğin şu anda kalkınma ve yeniden kurulum konuşulması gerekiyor ancak sahada bu işler için çalışılabilecek uygun fonlar/projeler yok. İlk zamanlarda ihtiyacın çok üstünde, birbirine çok benzeyen pek çok proje yürütüldü ve bu mükerrer desteklerin verilmesine sebep oldu.

İnsani yardım aktörleri fon sağlayıcıların ajandaları gereği birinci yılın sonunda tamamen mülteci odaklı çalışmalar yürütmek durumunda kaldı ve afet gündeminin dışına çıkıldı, şu anda afet sahalarında kurulmuş operasyonlarda pek çok kurum mülteci koruma programı yürütüyor ve afet programlarını kapattı mesela.

Yerelin İhtiyacına Uyumlanan Sivil Aktörlerin Farkı

Hamit Levent Evci :  Bu depremlerde sivil toplum çok önemli işler yaptı. Ama sivil toplumu bir bütün olarak da değerlendirmemek lazım. Yerelin ihtiyacını fark edebilen, yereldeki kaynaklarla birlikte hareket eden ve yerel dinamiklerine uyumlananlar fark yarattı. Merkezi bir yerden “ben çok iyi bilirim bu işi” diyen kurumlar ise çuvalladı. Birçok kurumun elindeki fonları “hedef odaklı” kullandıklarını ve etkisinin oldukça sınırlı olduğunu gördük. Bu noktada bir diğer eleştirimiz ise, küresel insani yardım sektörüne olabilir. Türkiye’deki müdahale süreçleri, deprem için ayrılan fonların çok düşük bir miktarının depremzedeye ulaşması ve yereldeki kurumları çok zor durumda bırakan onlarca prosedür vardı. Bu da hareketi oldukça kısıtladı.

Sivil toplumda afet, nasıl bir etki yaratıyor? Adıyaman’ın diğer depremi yaşayan kentlerden farkı var mı? Benzerlikler ne olabilir?

Gülfer Kırbaş: Aslında hem sivil toplum hem insani yardım örgütleri ülkenin geri kalanında olduğu gibi afetlere hazırlıklı değil. Bu yaşanan hepimiz için bir krizdi. Buradan öğrenilen dersleri aktarmak kitabı yazmakta en önemli motivasyonlarımızdandı. Bu dersleri gerçekten içselleştirmemiz ve olası afetler/krizler için en çok koordine olmaya hazırlıklı olmamız lazım.

Adıyaman’a sizin ilk adım attığınızdan bu yana ne değişti? Kendi sosyal etkinizi, sivil toplumun yaptıkları, yapamadıkları, eksik kaldıkları neler olabilir?

Gülfer Kırbaş: Deprem öncesi Adıyaman’da sivil toplum örgütlerinin azlığı bir yana sivil katılım yaklaşımının zayıf olduğunu gördük. Deprem bir kriz yaratarak aslında dönüşmesi belki de çok zor bir tutumu değiştirmeye yönelik etki alanı açtı.

Sivil toplum kuruluşları, bağımsız yüzlerce gönüllü depremle beraber Adıyaman’a geldi. İnsanlar başlarda kendilerine uzanan eli can havliyle sormadan tuttular. Sonraları yavaş yavaş “siz neden buradasınız” demeye başladılar. “Sıcak yataklarınızı bırakıp nasıl geliyorsunuz?” dediler. Hatta daha da sonraları biz evlerimize gidip geri dönüyorduk, bunu görenler de “Hadi bir kere geldiniz, bu rezilliği gördükten sonra tekrar nasıl geliyorsunuz onu hiç anlamıyoruz.” dediler.

Bu sorular, yorumlar aslında bir çıkarımız olmadan sırf toplumsal bir soruna birey olarak, sivil toplum örgütleri olarak el uzatabileceğimizi gören zihinlerin düşünme şekliydi. Üstelik bu işleri “hak temelli” yapıyorduk. Yani insanlar “Allah razı olsun” dediğinde “olsun tabi ama bu ekmek, su, çamaşır senin hakkın” diyorduk. Doğalında gelişen bu süreçte dernekler, vakıflar ne iş yapar, neden ve nasıl gelir buralara diye çok sorup düşündü insanlar. Şehir dışından desteğe gelen herkes bir güç kattı Adıyamanlıya ve onlar da kendileri için ne yapabileceklerini düşünmeye başladılar. Bu zaten başlı başına çok büyük bir etki.

Daha önce neredeyse hiç STK çalışmasının olmaması aslında pek çok yerde olan STK yorgunluğunun da olmaması demekti. Yani yereli gözetmeyen, hedef odaklı ve mükerrer işlerle karşılaşmaktan insanlar yorulabiliyor. Defalarca kapısı çalınan, soru sorulan insanlar buna karşılık anlamlı bir destek bulamayabiliyor. Adıyaman’da bu yoktu. Bunun olmaması için de iyi bir koordinasyon yürütmeye çalıştık. Umarız bundan sonra da Adıyaman bu konuda iyi bir örnek olmaya devam eder.

Sivil Alanda ‘Dayanışmacı Birliktelik’ Elzem !

 Türkiye’de genel olarak sivil alana dair bir tespitiniz ya da bir mesajınız var mı?

Gülfer Kırbaş: Hem deprem bölgesinde hem ülkenin diğer her ilinde çalışan sivil toplum örgütleri arasında ne yazık ki bu bahsettiğimiz gibi dayanışmacı bir birliktelik bulunmuyor. Evet sivil toplum bir sektöre dönüştü ama bu arasında rekabet olan, yerelin ihtiyaçlarını ve gücünü görmeyen bir yapıya dönüştü.

Biz, buna karşı iyi bir örnek oluşturduk Adıyaman’da. Bu örnekle aslında yerelleşme savunuculuğu yapıyoruz. Yereli iyi bilmek, yereli güçlendirmek yaklaşımıyla hareket edersek anlamlı işler yapabiliyoruz.

Hamit Levent Evci: Merkezi yönetimleri ve yaklaşımları genellikle eleştiriyoruz. Sivil toplum içinde de bunu eleştirmeliyiz ve de değiştirmeliyiz. Türkiye sivil toplumu denilince birkaç şehirdeki güçlü yapılanmalar geliyor akla. Birçok yerel örgüt var ve bu yerel örgütlerin güçlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla bence Türkiye sivil toplumunun büyümesi/gelişmesi gereken taraf taban örgütlerinin güçlenmesidir. Büyük STÖ’lerin de en temel görevlerinden biri yerelde, kendileriyle benzer konularda çalışan STÖ’lerle işbirliklerini artırması ve karşılıklı öğrenme ortamlarını güçlendirmesi.

 

Yayının tamamına bu linkten ve Sivil Sayfalar raporlar bölümünden ulaşabilirsiniz.