”Türkiye ‘Doğal Afet’ ile ‘Sivil Afeti’ Birlikte Yaşıyor”

Kahramanmaraş merkezli depremin neden olduğu büyük yıkıma karşın, umudumuzu yeşerten muazzam bir dayanışma da var. Öte yandan siyasi kutuplaşma ve ayrışma, kaçınılmaz olarak sivil alana da yansıyor. Sivil toplumun duayen isimlerinden Sunay Demircan, 1999 depremlerinden farklı olarak Türkiye’nin bugün iki farklı depremi birlikte yaşadığını söylüyor: “Biri doğal afet, diğeri ise toplumsal gerilimlere bağlı, derin kırılmalarla yaşanan sivil afet.” Demircan, AFAD- Ahbap ayrışmasında ise; ''Sorun kamu otoritesinin işlevsizliği ve yarattığı güven algı” diyor.

Biz toplum olarak şu an ne yaşıyoruz? 1999 depreminden farklı olan ne? Benzerlikler var mı?  

Sunay Demircan1999 yılında, kamu otoritesi ve kurumların (ordu hariç) geç uyanmasına karşılık, seri hareket ederek, olağanüstü bir toplumsal dayanışma sergileyen, eşgüdümlü sayılabilecek yurttaş hareketi vardı. Bugün de yurttaş hareketi var, dayanışma da var ama ortada gözümüze ve gönlümüze saplanmış, sürekli büyüyen kocaman bir başka fay hattı var. Bence mesele de burada. 

Ne kast ediyorsunuz bu ‘başka’ fay hattından?

Türkiye’nin şu anda iki farklı depremi birlikte yaşadığını düşünüyorum. Biri, yer kabuğunun hareketlerine bağlı olan doğal afet; diğeri ise toplumsal gerilimlere bağlı, derin kırılmalarla yaşanan sivil afet. 

Deprem gibi ortaklaşa yaşanan acıların sivil toplumun kendi içinde ve devletle ilişkisinde, dayanışma temelli iş birliğini güçlendirmesi beklenir; böyle zamanlarda halkın moral desteğine çok ihtiyacı olur ve bu morali oluşturan da tüm tarafların dayanışma temelli bir araya gelmeleridir. 

‘Kriz İçinden Kriz Doğuran Kriz Halimiz’

Bir araya gelmiyorlar mı?

Bu depremde gözlediğim üç önemli nokta var. Birincisi, canını dişine takmış, gece gündüz tükenmeyen bir umutla çalışan gönüllülerin de içinde olduğu bir arama kurtarma, dayanışma seferberliği. Evet, bu açıdan bakınca bir araya gelen büyük bir halk kitlesi var.  

İkincisi, bir türlü beceremediğimiz yerel ve ulusal ölçekteki koordinasyon meselemiz. Olmuyor işte, hala ‘Sistematik nedir, plan ne işe yarar?’ sorularının zihnimizde karşılığı yok. 

Üçüncüsü ise, kriz içinden kriz doğuran kriz halimiz. Nasıl anlatayım, matruşka gibi. Tarafların keskinliklerinden zerre ödün vermedikleri, parçalayıcı dil ve dışlayıcı tavırla, öfke nöbetlerini dalga dalga toplumun üzerine sererek huzur duydukları, nevrotik bir hal bu.  

Son yıllarda artan siyasi, ekonomik fay hatlarındaki çatlaklar bu felaketle de birleşince, zaten süreç oluşturup yönetme kapasitesinin düştüğü bir dönemde, gidiş ciddi ve kalıcı kayıplara neden olabilir ki söz konusu vatandır; aklımızı başımıza almamız lazım.

Devlet Kurumlarına Güvensizlik, İktidarın Siyasi ve Beşeri Uzantısı  ‘Sivil’ Yapılar

 “Sivil afet” tespitinizi hangi faktörlerle açıklarsınız? 

Bu şimdinin meselesi değil ki tarihi, kültürel, ideolojik temelleri, geçmişten birikimi olan bir meseleyi, şurada şıpınişi cümle içine sıkıştırıp, ‘ahan da budur’ demek sadece spekülasyon olur. Ortada ciddi bir güven sorunu var. Yurttaşların önemli bölümü devletin kurumlarına, yetkililerine güvenmiyor

Kızılay gibi bu işin zirvesinde olması gereken kuruluşlar da ne yazık ki son yıllarda kendilerine olan güveni sarsmak için epey çaba harcadılar. Bu güvensizlik, kutuplaşmayla el ele vererek, sivil alanda da kendine yer edindi. Hal böyle olunca da her taraf kendi kurtarıcı kahramanını seçmeye başladı.

Bu sivil alandaki fay hatlarının derinleşmesinde, kamu otoritesinin geçmişe göre çok daha etkili rolü olduğunu düşünüyorum. Daha yeni AFAD’ın ‘tek yürek STK’lar’ diyerek, Anadolu Ajansı üzerinden duyurduğu infografikte gördük bunu. Sadece iktidarın siyasi ve beşeri uzantısı olarak kurgulanmış ‘sivil’ yapılardan bir ‘tek yürek’ oluşturulmuş. 

Hiç olmazsa şu günlerde, bunu bağırarak duyurmayaydınız. Duyurmalarının da bir sebebi var tabii, kazanamazsa kaybedeceğinden korkuyor. Mesele var oluş, yok oluş ikilemine gelip dayandı, çok tehlikeli, bu nedenle de duramıyorlar. 

Mesela, bu katılaşma halini 1999 depreminde görmemiştik mesela

‘Faylar İçine Sıkışmış Haldeyiz’

Sivil toplum deprem bölgesinde ne yapıyor şu an?

Sivil toplum dediğimiz aslında halk, güruh değil ama, halk. Yani kültür bağlarıyla, ortak değerleriyle bir arada durarak, ortaklaşa medeniyet teşkil etmiş insan grubu. Bu bağlar sivil alanın bin bir emek inşa ettiği ritüelik bağlarıdır, düğündür, bayramdır, sofradır, yastır…

Daha durun, sivil toplum olarak acımızı yaşamadık ki, şu telaş bitsin gidenleri uğurlayalım, yasımızı yaşayalım, kalanlarla kucaklaşalım, el birliği yıkılanı inşa edelim… Değil mi? Anadolu’da böyle bir sivil medeniyet oluşturmuştuk. Her türlü iktidar zorbalığına rağmen ayakta kalabilen bir halk medeniyetiydi bu. Ne oldu şimdi? 

Nihayetinde meselenin cereyan ettiği mekân sivil alandır; artık ya el birliği ile batacağız açtığımız çukurda, ya da el birliği ile çıkacağız.

Ne oldu?

Deprem işte;  faylar içine sıkışmış haldeyiz. Yarığı derinleştirip, bizi birbirimize bağlayan bağları kopartırcasına çekiştiriyoruz, hele de onlara şiddetle ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde. Bu gerilimde elbette iktidarın rolü var ama şuracıkta birilerini suçlu ilan edip, infaza durmak gibi bir niyetimiz de yok, nihayetinde meselenin cereyan ettiği mekân sivil alandır; artık ya el birliği ile batacağız açtığımız çukurda ya da el birliği ile çıkacağız.

Soruya dönecek olursam, Türkiye’de özellikle son on yıldır, Suriye ağırlıklı mülteci sorunları nedeniyle, insani yardım konularında ciddi bir sivil deneyim oluştu. Bu deneyime sahip kuruluşlar da zaten şu anda sahada var güçleriyle çalışıyorlar.  Onun dışında da teker teker saymayayım ama pek çok kurum sahada, aktifler, tüm güçleriyle çalışıyorlar, ama dediğim gibi mesele tepeden başlayarak ülke sathına yayılmış olan şu ayrışma meselesi.  

Manzaraya bak, yardım yapacağın kurumu, sahadaki becerisi ve deneyimine göre değil, siyasi duruşu ve popülerliğine göre seçiyoruz. Daha dur, bunun orta ve uzun vadede yapılacak işleri var, milyonlarca insan, yeni bir hayatın inşası… Hiç kolay değil, daha ilk günde ayrışarak işe başlayacaksak, vah halimize! 

Unutmadan şunu da söyleyeyim, 1999 depreminde olmayan bir şey de sosyal medyaydı; sosyal medyanın oluşturduğu bir habitat ve onunla gelenler var. 

‘En Küçük Hata Sadece Ahbap’a Değil Sivil Alana Zarar Verir’

Ahbap-AFAD tartışmalarını nasıl değerlendirirsiniz? Spesifik olarak Ahbap’ı ve Haluk Levent’i sivil toplum içinde nasıl konumlandırırsınız? Ahbap Türkiye’de sivil toplum aktörlerinin yapamadığı neyi yapıyor? Başarısı, sivil toplum aktörlerine nasıl yansımalı?  

Ahbap’ın bir sivil toplum örgütü olup olmadığını tartışmıyorum. Haluk Levent’in popüler ve sevilen kimliğinde vücut bulmuş, kişisel / kitlesel yardım ihtiyaçlarında, çağrılara koşarak yardım götüren, dernek statüsünde, işlevsel bir mekanizmadır. Üyelerinin özgür iradesiyle seçilen bir yönetim yapıları var mıdır? Olmak zorunda. Sivil alanda faaliyet yürütüp, etki oluşturuyor mu? Evet, o halde konu kapanmıştır. İlle tartışılacaksa, burada Ahbap üzerinden asıl tartışılması gereken konu başkadır. 

Güvensizlik o boyuta gelmiş ki, Haluk Levent’in kişiliğinde, bir tür güven vorteksi oluştu, çekime kapılıp, hep birlikte gidiyoruz.

Nedir?

Sorun Ahbap değil, Ahbap’ı bugün, bu kadar ön plana çıkmasını sağlayan durumun kendisidir. Yani, bir kuş havada kanadı kırılmış, düşüyor, düşerken de konacak, güvenebileceği bir dal arıyor. Mesele budur, anlatabiliyor muyum?

İnsanlar bu çöküş halinde, güvenip, tutunacakları dala muhtaçlar. Sormuyorlar ki Ahbap bu boyutta kaç tane kamp alanı kurdu? Kaç kere bu kadar karmaşık insani yardım programı kurgulayıp yürüttü? Bu kadar büyük bütçeyi yönetebilecek kapasitesi var mı? Güvensizlik o boyuta gelmiş ki, Haluk Levent’in kişiliğinde, bir tür güven vorteksi oluştu, çekime kapılıp, hep birlikte gidiyoruz

Sorunlu durum budur, insanların güvenecekleri dalı olmaması. Kamu otoritesinin işlevsizliği ve yarattığı güven algısıdır. Bu güvensizlik sivil örgütlere yönelik de var tabii, sadece kamu otoritesi değil. Maalesef, ülkenin uluslararası görünüm itibarıyla da durum böyle. Kişiler ve kurumlar yapacakları yardımın akıbetinden o kadar kuşkulular ki, “bunlar ne yapacaklarını bilmeseler de hiç değilse dürüstler” deniyor. 

Ahbap bu durumda ne yapmalı? 

Ahbap’ın kısa vadede yönetmesi gereken riskleri var. Tahmininin üzerinde kaynak akışı oluyor, buna uygun süreç planlayıp yönetebilmesi ve bu sırada da hiçbir suistimal olmadan, her kuruşunun hesabını vererek bunu yapabilmesi önemli. Şimdi Haluk Levent açıklama yaptı, dernek bütçesinin bağımsız denetçiler tarafından denetlenerek, raporlanacağını söyledi, önemli bu.   

Gelen saldırılardaki dile dikkat ederseniz, “Bunlara bu parayı yedirmemek lazım” diyen bir dili kıpırdatan akıldan konuşuyoruz. Meselenin yemek / yiyememek meselesine kadar indirgendiği politik zeminde, Ahbap’ın titiz ötesi titiz olması gerekiyor

Aksi halde, bu ayrışma ortamında olabilecekleri tahmin edebiliyorum. Olabilecek en küçük bir istismar ya da hata sadece Ahbap’a değil, Türkiye’de sivil alanda bunca yıldır inşa edilmiş olan ilişkilere ve güvene de tesir eder. 

Ahbap olarak iki kapılı bir odaya girdiler şu an; diğer kapıdan ‘A’ olarak çıkmayacakları kesin, ne halde çıkmak istediklerini şimdiden tasarlayıp, ona göre bir yol çizmeleri gerek.

Kapasite derken, neyi kast ediyorsunuz? 

Kurumsal kapasite tabii, konunun kişiyi aşmış olması lazım artık, kurumun teknik, finansal ve idari olarak bu işi yönetecek kapasiteye ulaşmış olması önemli. Diyebilirsin ki, “Nereden biliyorsun o kapasitede olmadığını?” Benimki sadece deneyimlerden hareketle üretilmiş temenni cümleleri; bir haftada yağan bu kadar büyük kaynak ve iş yükünü yönetmek hiç kolay değil, umarım vardır, söyledikleri gibi de işleri yoluna koyarlar.   

Sadece finans yönetimi ile bitmiyor ki iş. Yapılanları izleme ve değerlendirme, denetleme başka kapasite istiyor; bunları kamuoyu ve destekçilere raporlama başka kapasite… Acil bir iletişim planı lazım, bunu hazırlayıp yürütmek de kapasite. 

İşleri zor, morallerini bozmak istemem ama dilerim bu durumun onlar da farkındadırlar.  İki kapılı bir odaya girdiler şu an; diğer kapıdan ‘A’ olarak çıkmayacakları kesin, ne halde çıkmak istediklerini şimdiden tasarlayıp, ona göre bir yol çizmeleri gerek, bak bu da kapasite. Ne diyeyim işleri zor, bu gibi durumlarda yardım edenin umulandan öteye yardım ihtiyacı olabiliyor, anlamaya çalışmalıyız. 

‘Çok Kritik Bir Andayız ’

“Muhafazakâr STK’lar sahada değiller” çıkışına ve tespitlerine yorumunuz olur mu?

Kim diyor bunu? Bal gibi sahadalar, İHH başta, hepsi sahada! Benim bildiğim bu ama yanılıyor da olabilirim, yorum yapmam doğru değil.

Bu koşullarda ve bu iklimde, sivil toplum aktörleri ne yapabilirler? 

Esas iş bundan sonra başlıyor. Sivil toplum için uzun ve zor bir yol var önümüzde, restorasyon, rehabilitasyon, yeni yerleşimlerin kurulması, değişen demografiler, tüm bunlar olurken seçim ve ekonomik krizin etkileri, dibimizde ne olacağı belli olmayan savaş gerilimi… Soğukkanlı olmalıyız, zor günleri ancak dayanışmayla atlatabiliriz. Kritik, çok kritik bir anda olduğumuzu idrak ederek adım atalım lütfen.