‘Yargısal ve İdari Tacizlerin Yıkıcı Etkisine Karşı Örgütlenmeli!’
'Sivil toplum, değişikliklerin yıkıcı etkilerini uzun vadede görecek.' Bu tespitleri yapan KAOS-GL Hukuk Koordinatörü Kerem Dikmen, Gezi Davası ve diğer davalarda sivil toplumun darboğazdan çıkmaya çalıştığını ve bunun da tüm kısıtlara rağmen örgütlenmekle mümkün olabileceğini belirtiyor.
Kitle imha silahlarına yönelik düzenleme de dâhil olmak üzere, son birkaç yılda sivil toplumu ilgilendiren mevzuat değişikliklerinin, STK’lar üzerinde nasıl bir etkisi oldu? İçinde olduğunuz kurumların deneyimleri ve diğer STK’lara dair gözlemleriniz neler?
Buradaki temel problemlerden biri bu konudaki mevzuatın sınırlılıkları: bir derneğin faaliyetini yürütürken bakması gereken beş farklı kanun maddesi var. Ayrıca, Dernekler Kanunu’nun içerisindeki bazı maddeler, Ceza Kanunu’na ve dolaylı olarak terörle mücadele mevzuatına atıf yapıyor. Her şeyden önce bunun daha saf hale getirilmesi gerekir. Kitle İmha Silahlarının Finansmanının Önlenmesi Kanunu’nun içeriğindeki maddelerin büyük bir kısmı Dernekler Kanunu’nu değiştirdi.
Bu değişikliklerle, temel olarak derneklerin “risk odakları” olarak algılandığı bir metni gördük. Dernekleri “risk sınıflandırması yapılması gereken topluluklar” olarak görürseniz buna göre onların düzenini tesis edersiniz. “Bu neyi değiştirdi?” diye bakarsak, biz çok mikro düzeyde bir resmin küçük boyutuna odaklanmış oluruz. Türkiye’de sivil toplumla ilgili mevzuatın gittiği yer de böyle bir yer. Biz aslında sivil alanda iklimin değiştiğini görüyoruz. Bir norm yürürlüğe girdiği zaman, bunun hemen yarın etkisini göremeyiz. Türkiye’de sivil toplum bunun yıkıcı etkilerini uzun vadede görecek.
Sivil alanda denetim fırtınası esiyor!
Pratikte ne oldu? Dernekler bundan nasıl etkilendi?
Biz daha çok başındayız: normların hayattaki etkilerini görmek biraz daha uzun vadeli gözlem yapmayı gerektiriyor. Aktif olan derneklere baktığımızda, bir denetim rüzgârı, denetim fırtınasının estiğini görüyoruz. Dernekler denetlenecek tabii ama dernekleri “riskli yapı” olarak görmek Dernekleri senelik aralıklarla herhangi bir gerekçe olmaksızın senede bir denetlenmesinden bahsediyorsunuz. Bir derneğin denetlenmesi demek o derneğin çalışanlarının, o derneğin, gönüllülerin, o denetimden önceki ve denetim süresinde ve denetim süreci bittikten sonra denetçilerin hazırladığı raporlarla ilgili yazışmalar ya bu aslında derneklerin emeklerinden ve vesairelerinden çalınan bir zaman anlamına geliyor.
Örneğin dernekler zaten DERBİS sistemi üzerinden ya da periyodik beyannamelerle zaten kendilerinden istenilen bilgileri devlete veriyor. Yabancı kuruluşlardan aldıkları fon destekleriyle ilgili kullanmadan önce bu paraları devlete zaten bilgi veriyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bu bilgilerin hepsini tekrar bir denetim sürecine sokmak, bu aslında onları asli işlerinden alıkoymak.
Hastaneye diyorsunuz ki “sizi denetleyeceğim. Üç gün, beş gün bir hafta hizmet verme” diyorsunuz. Bu böyle bir şey çünkü sivil toplum da toplumsal hayatta bir ihtiyaca gidermeye çalışıyor. Siz bu denetim şeyiyle birlikte fırtınasıyla birlikte onu çalışamaz hale getiriyorsunuz. Bir diğer diğer yön de şu: uzun vadede insanlar dernekleri kriminal bir yapı olarak gördüğü için üye olmaktan kaçınacaklar. Bu da örgütsüz bir toplum ve ifade özgürlüğünün kullanılamaması demek.
Gezi Davası ile topluma sınırlarını göstermek, ona sınırlarını çizmek ve o sınırların dışına çıkıldığında ne tür bir sonuçla karşı karşıya kalacağını somut olarak göstermek…
Gezi Davası’nda alınan kararın sivil toplum üzerindeki etkisi ve önemini, hukuki boyutuyla nasıl değerlendirirsiniz?
Siz bir eylemi cezalandırdığınızda artık toplumun o eylemi gerçekleştirmemesi gerektiği konusunda bir bilinç oluşturmaya çalışırsınız. Gezi Davası olarak bildiğimiz davada da bu yönü ağır basan bir cezalandırma var. Toplumun toplu olarak ses vermesiyle ilgili olarak, bu dava sonucunda verilen karar geçmişe dönük değil, geleceğe dönük bir mesaj. Topluma sınırlarını göstermek, ona sınırlarını çizmek ve o sınırların dışına çıkıldığında ne tür bir sonuçla karşı karşıya kalacağını somut olarak göstermekle ilgili bir anlamı var diye düşünüyorum.
Sivil Toplum Bilincine Açılmış, Tahrip Etkisi Yüksek Davalar!
Tarlabaşı Toplum Merkezi ve KCDP hakkında devam eden yargı süreci, “münferit” olarak değerlendirilebilir mi? Söz konusu davalar, hukuki boyutuyla sivil alanı nasıl etkiliyor?
Toplumun örgütlülüğüne, sivil toplumun varlığına dönük bu tür davaları, “münferit”, sadece nokta atışı yapılan yerlerde tahribata yol açacağını düşünmemeliyiz. Bunlar sivil toplumun bilincine açılmış davalar. Son gelen değişikliklerden sonra, bahsettiğim iklim değişikliğinin sonuçlarından biri de bu davalar oldu. Çok tahrip etkisi yüksek bu davalar açıldıktan sonra artık derneklerin Anayasadaki ya da Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerdeki örgütlenme özgürlüğünü gerçekleştirmesinin birer araçları olma ihtimalleri ortadan kalkıyor.
Burada topluma verilen mesaj “tek tek bireyler olarak varlığınız tamam ama örgütlenmeniz durumunda bir takım baskılarla yüz yüze kalacaksınız”. Bu kadar kaygılarla yüklü bir bünyenin, bu tür yargısal ve idari tacizlerle sürdürülen bir sivil hayattan dernekleşme özgürlüğünü kullanması ya da vakıflar veya diğer güzel kişilikler aracılığıyla örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasını beklemek saflık olur.
Sivil Toplumun Darboğazdan Çıkma Çabası
“Sivil alanın daraldığı” tespitleri, mevzuat değişiklikleri ve denetimler karşısında, sivil aktörlerin güçlü bir dayanışma sergilediği ve karar alıcılar üzerinde etki yaratacak şekilde savunuculuk faaliyeti yürüttükleri söylenebilir mi? Sivil toplum kendine özeleştiri yapmalı mı?
Özeleştirileri verebilmek için vermek için öncelikle çevresel faktörlerin neler olduğunu kararını vermiyor. Birtakım düzenlemeler, bir takım yargı kararları oluyor üzerine bu teşhisi yapıyoruz. Bir de şunu söylemek lazım: Türkiye özellikle 2000’li yıllarda Avrupa Birliği’yle yakın ilişkili olduğu dönemde bir takım reform süreçlerini hayata geçirdi. Orada
özgürlük alanını gerçekten genişleten adımlar atıldı ki bu düzenlemelerin böyle bir etkisi var iken, şimdi de yeni düzenlemelerin sivil alanı daraltan etkisini görüyoruz.
İkincisi, daralma içsel faktörlerden mi kaynaklanıyor? Yanıtını iyi vermek lazım. Gördüğüm kadarıyla bir dayanışma davranışı var ama şu da var : bu son kanuni değişikliklerle birlikte, zehirli yapılar olarak görüldü dernekler ve derneklerin işbirlikleri ağlar dahil oldukları ağlar ve platformlar üzerinden “toksik etkinin” diğerlerine de yansıması ihtimali var.
Mesela Dernekler Kanunu’ndaki son değişiklik, denetlenen derneğin ilişkide olduğu derneklerden istenilen belgelerin de karşı konulmaksızın denetçilere ibrazı hatta bankaların duruma göre kamu kurumları tarafından istenildiğinde denetçilerin ibrazına ilişkin zorunlu düzenlemeler var. Dolayısıyla, A sivil aktörüyle B sivil aktörü arasında iş birliği, ileride bir gün B sivil aktörünün uğradığı bir denetimden ötürü, A isimli sivil aktörün denetleneceği bir noktaya vardırılabilir.
Yaşadık bunları, geçmişte oldu bu Türkiye’de. “Neden şununla iş birliği yaptın?” “Neden şuradan fon kullandın?” Bu tartışmalar geçmişte nasıl bir etki yarattı? Dolayısıyla, o dayanışma kanallarının da aslında, adı konularak değil ama dolaylı olarak engellendiğini görüyoruz. Bu konudaki dayanışmacı motivasyonun kırıldığını da görüyoruz maalesef.
Bence sivil toplum bu darboğazdan gerçekten çıkmaya çalışıyor. Ancak sivil toplum karar alıcılara ulaşamıyor. Karar alıcılara ulaşamadığınız noktada, karar alıcılara ulaşabilen diğer öznelerle, bir savunuculuk tekniği olarak. Ama karar alıcılara ulaşabilen diğer sivil öznelere de ulaşamıyorsunuz. Çünkü siz kriminalize edildiğinizde, karar alıcılara ulaşabilen sivil aktörler nezdinde de “uzak durulması gereken kriminaller” olarak yani potansiyel suçlular olarak görüyorsunuz. Bu da nihai olarak sivil alandaki dayanışmayı engelliyor, savunuculuk kararlarını etkiliyor.
Bir de şu boyutu var: finansal boyutu da var meselenin. Zaten bir ekonomik krizi de yaşıyoruz. Türkiye’de sivil toplumun durumunun pek iyiye gittiğini söyleyemeyiz ama ben bir çıkış noktası olacağını da düşünüyorum. Türkiye tarihine baktığınızda ya da dünyada Türkiye’ye benzeyen diğer ülkelerin tarihine baktığınızda da zaman zaman bu tür geri çekilmeler oluyor. Sivil toplumun devlet kurumları tarafından takip edildiği idari ya da yargısal tacizlerle tahrip edildiği, işlemez hale getirildiği, daraltıldığı, kriminalize edildiği dönemler oluyor.
Ama bir yandan da sivil toplum biriktiriyor ve eminim genişleme dönemi olacak. Bu genişleme dönemi de elbette Türkiye toplumunun daha refah içerisinde, daha huzur içerisinde, daha barış içerisinde yaşadığı bir dönem olacak.
‘Tüm Kısıtlara Rağmen Örgütlenelim’
Hukuki konularda desteğe ulaşamayan sivil aktörler, kendilerini etkileyen düzenleme ve uygulamalara karşı ne(ler) yapabilir? Ne önerirsiniz?
Bu ihtiyacın artması tek başına bir tespit zaten çünkü hukuki destek, sivil alanda bu kadar ihtiyaç değildi, son yıllarda arttı. Bu konuda baroların adli yardım servisleri, küçük ölçekli yerellerde faaliyet gösteren STK’lar tarafından bunu bir uyuşmazlık haline getirtilebilirler.
Ayrıca, hukuk koordinatörlüğünü yürüttüğüm LGBTİ+ hakları alanında çalışan derneklere, bilgi be lge üretiyor ve bunu da kamusallaştırıyor. Hukuki desteğe ulaşamayanlar, bu yayınları takip edebilirler. Ek olarak, küçük illerdeki dernekleri özel olarak merceği alıp onların faaliyetlerinde karşılaştıkları sorunlar nelerdir diye bir araştırma ve bunu raporlaştırmak bile, onlar açısından nefes aldıracak bazı çözümleri ulaştırmaya vesile olabilir. Özellikle mesela küçük illerdeki kamu kurumlarının derneklerle kurduğu iletişim ve denetim ilişkisinde oldukça hukuk dışı uygulamaları da duyuyoruz. Belki bu durumların röntgenini çekmek, küçük yerlerdeki sivil toplumun karşılaştığı sorunların görünürlüğü için iyi olabilir.
Sivil toplum “kamunun bekçi köpeği” olarak ifade edilir. Kamuyu uyarmak, sivil toplum olarak bizim temel işlevimiz.
Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Mümkün olduğunca örgütlenelim. Tüm kısıtlara rağmen örgütlenelim. Örgütlülük iyi bir şey çünkü örgütlü dayanışma sizin gibi düşünen hem kendinizin hem toplumun hem bir bütün olarak insanların daha iyi olması için yapılan bir iş. Bu sadece profesyonel anlamda düşünülmesin. Gönüllü örgütlülükler de buna dâhil.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, İngilizce tabirle, sivil toplum “kamunun bekçi köpeği” olarak ifade edilir. Kamuyu uyarmak, sivil toplum olarak bizim temel işlevimiz. Biz alarm zilini erkenden çalarsak, büyük felaketleri yaşamadan önce önlem alabiliriz. Umarım, sivil toplumu “kriminal- toksik yapılar” olarak gören bakış açısı bir an evvel devlet tarafından da terk edilir.
Bizi Takip Edin