Kadın+’ların 8 Mart’ı: ‘Farklı Kadınlık Deneyimleri ve Kadın Kimliğimizle Mücadelenin İçindeyiz’
‘8 Mart, tüm kadın ve kadın+’ların kendilerine biçilen kadere karşı verdikleri topyekûn mücadeleyi simgeliyor. Biz, kadın+’lar olarak mücadelenin içindeyiz.’ 8 Mart'ta kadınlar arasında sıfat, ırk, dil ve din farklılığının bir önemi olmadığını söyleyen ‘kadın +’ avukat Evrim Demirtaş, her kadın gibi kadın+ların da farklı kadınlık deneyimleri ve 'kadın' kimlikleri ile Kadınlar Günü’nde yerini aldığını vurguluyor.
8 Mart Kadınlar Günü’nde farklı bir kadınlık deneyimine sahip, sivil toplum deneyimi olan bir hukukçu kadını dinledik. Kırmızı Şemsiye Derneği’nin eski koordinatörü olan ve serbest avukat olarak kariyerine devam eden Evrim Demirtaş ile 8 Mart’ta kendini “kadın” hisseden ve “kadın” olarak tanımlayan kadın+’ları ve kadın hareketi içindeki yerlerini, transfeminzmi, TERF’leri, İstanbul Sözleşmesi’ni ve dahasını konuştuk.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bir kadın olarak tanımlıyorum ama ikili cinsiyet sisteminde yaşadığımız için öncelikle bir kadın olarak tanımlıyorum. İkili cinsiyet sistemini hem değiştirebilmek için hem günlük hayatta bizim de devletten ve insanlardan birtakım beklentilerimiz var. Dolayısıyla bu cinsiyet kimliğim: ben bir “trans kadınım”, uyum sürecindeyim. Uyum sürecim bittikten sonra ise “kadınım”. Bu şekilde tanımlıyorum aslında. Türk Medeni Kanunu’nun madde 40 çerçevesinde bakarsak, “trans uyum süreci içerisinde bir kadınım”.
Türkiye’de kadınların neler yaşadığını bilen bir insan, her şeye rağmen “ben kadınım” diyorsa, bunun tartışılacak bir tarafı yok.
Kendinizi “kadın” olarak tanımladıktan sonra, başkası size “kadın değilsiniz” diyebilir mi?
Kesinlikle diyemez, ben bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Biz ergenlik çağındaki insanlar değiliz, aklımız başımızda ve ne istediğimizi biliyoruz. Bir de şöyle düşünmek lazım: Türkiye’de ne yazık ki kadınların neler yaşadığını bilen bir insan, her şeye rağmen “ben kadınım” diyorsa “kadın hissediyorum” diyorsa, bugün bunun çok da tartışılacak bir tarafı yok bence. Çünkü kadın olmak Türkiye’de başlı başına birçok problemin devamında getiriyor.
Toplumsal cinsiyet açısından kadın olmanın bir sürü dezavantajı var. Tüm bunlara rağmen bir insan açık kimliğiyle “ben kadınım” diyorsa, bunun üzerine söylem üretmeye ne gerek var? Süslü terimlere bence gerek yok.
Feminizm içinde translar hem var hem yok.
Feminist misiniz Evrim?
Transfeministim. Aslında ben hep kendimi feminist olarak tanımladım ama şunu fark ettim, feminizm içinde translar hem var hem yok; yani translar hem var ama aynı zamanda dışlanıyorlar. Translar biyolojik cinsiyetlerinden kaynaklı olarak birçok problemlerle karşılaşıyorlar. En basiti tuvalet. Cinsiyetlere yüklenmiş olan birtakım ölçüler var bizim inanmadığımız. Dolayısıyla ben transfeminizmin çok kapsayıcı olduğunu düşünüyorum. Kadınları, trans kadınları, çok daha fazla kapsadığına inanıyorum ve feminizmi dönüştüreceğine inanıyorum.
Çünkü biz şunu diyoruz: biz iki cinsiyete de karşıyız. İkili cinsiyete karşıyken, zaten “kadınların kadın olmasından kaynaklı yaşadığı problemleri de durdurun” diyoruz. Feministler toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin onlara dayatmış olduğu problemler üzerinden teori kuruyorlar. Evet bunlara ben de katılıyorum ama 2022 yılındayız, hala kimin çayı demlediğini, kimin ev işi yaptığının ne önemi var? O da bir emek biçimi aslında. Tweetlerde ya da çok önemli kurumların paylaşımlarına bakıyorum, diyor ki ev işi bölünmeli. E biz bunu aştık zaten. Artık şu noktadayız; bu bölünsün diye ne yapabileceğiz? O kadın o ev işini yapmak istemiyorsa, zorla yapıyorsa, o olmasın diye biz neler üretebileceğiz?
Transfeminizmin diğer kadınları da özgürleştireceğine inanıyorum.
Bana da kurtuluş transfeminizm gibi geliyor açıkçası. Çok muhafazakâr translar da liberal, Marksist, Müslüman translar da var. Trans kadınlar, kadınlıklarını anneden ya da aileden öğrenmiyor. Kendi kadınlık deneyimlerini kendileri ortaya döküyorlar. Kendileri üretiyorlar. Ben transfeminizmin, diğer kadınları da özgürleştireceğine inanıyorum. Özgürlükten kastım, “ne istiyorsa, neyi diliyorsa yapsın” değil. Ev işini yapmak istiyorsa, o onun özgürlüğü, dilerse yapsın.
‘8 Mart, Tüm Kadın ve Kadın+’Ların Onlara Biçilen Kadere Karşı Verdikleri Topyekun Bir Mücadele’
8 Mart sizin için ne ifade ediyor?
8 Mart, tüm kadın ve kadın+’ların onlara biçilen kadere karşı verilen topyekun bir mücadele. Bir mücadeleyi simgeliyor benim için. Burada tabii ki erkeklere şu an için yer yok. Belki yüz yıl sonra tamam deriz ama yüz yıl sonra, zaten biz kadınlar bunu halletmiş olmalıyız bence. Benim için topyekûn bir mücadele. Çünkü kadın dediğimiz olgu da aslında toplumda ezilen gruplardan bir tanesi.
Mesele sadece biyolojik olarak yaşadıkları şeyler değil. Daha bir sürü şey var, erken yaşta evlilikler, pedlerin bu kadar pahalı olması, zorunlu seks işçiliği, insanın ticareti var. Erkekler savaş çıkarıyor, mağdur grupların başında yine kadınlar var.
Kadınlar dezavantajlı bir grupsa, tüm dezavantajlı kadın gruplarla bununla topyekün mücadele etmek gerekiyor. Çünkü 8 Mart’ta ırkımız yok, dilimiz yok, dinimiz yok. 8 Mart’ta nereden geldiğimiz, nerede olduğumuz, ne iş yaptığımız, zengin olduğumuz, olmadığımız? Bunların hiçbir önemi yok. Biz 8 Mart’ta kadın+’lar olarak oradayız. Yani sıfatların bir önemi yok. Orada önemli olan şey kadın olmamız.
Seks işleri çok kırılgan bir grup, insanların tahmin edemeyeceği kadar kırılgan. Medyada hem onlara hem translara küfürler ediliyor. Zannediyoruz ki çok cesur kadınlar. Translar da öyle sanılıyor ama öyle değil.
8 Mart aslında kapsayıcı ancak muhafazakarlaşan bir büyük bir kadın kitlesi de var. Bu nedenle, seks işçileri kendilerini onların yanında hissetmiyor ve o kitle “beyazlar”. Aynı şey LGBTİ+ hareketi içinde de var, orada da “bembeyazlar” var. Mesela seks işçilerinin ne yaşadığını ne hissettiğini bilmiyor. Kayıtsız seks işçisinin yaşadığı eril şiddeti, fiziksel şiddetin hiçbirini bilmiyor. Mesela biz bunu konuştuğumuz anda diyor ki “zaten seks işçiliği bir insana ticareti” ama yüzyıllardır seks işçiliği var olan bir şey. Yine seks işçileri olacak. Onlar da kadın ve toplumun bir parçası: kadın+ onlar. Böyle herkesi kapsayıcı bir çağrı yapıp, o yaptığın çağrıya, “seks işçilerini dahil etmezsen, “cinsel sömürüdür” dediğin an zaten onu o alandan uzaklaştırırsın. Oysa seks işleri çok kırılgan bir grup, insanların tahmin edemeyeceği kadar kırılgan. Medyada hem onlara hem translara küfürler ediliyor. Zannediyoruz ki, çok cesur kadınlar. Translar da öyle sanılıyor ama öyle değil. Onlar, en basit temel ihtiyacını karşılarken bile anksiyete yaşayan bir grup.
8 Mart trans kadınlar için ne ifade ediyor?
Trans kadınlar da kadın+’lar arasında. Kendini “kadın” olarak tanımlıyorsa 8 Mart’ın o da bir öznesi çünkü uyum süreci içerisinde, hormonlar kullanıyor istiyorsa ve ekonomik gücü varsa uyum sürecini tamamlayacak. Uyum süreci tamamladıktan sonra ameliyat olacak. Dolayısıyla bir kadınlık deneyimi yaşıyor ve alanı güçlendiriyor. Aslında alışılmışın dışında çünkü anneler ya kız çocuklarına “şunu şöyle yap, bunu böyle yap” der; transların kadınlık deneyimi süreçleri bunu bile özgürleştiriyor kadın hareketinde kadın hareketinde. Çünkü bir perspektif sunuyor.
‘TERF’ dediğimiz kişiler kim? Nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben hiçbirini tanımıyorum. Hiç vaktimi harcamam onlarla. Benim için terf’ler, nefret söylemi üreten ve hedef gösteren bir grup. Onlarla ilgili daha fazla konuşup, feminizmin kapsayıcılığını bence etkilememeliyiz. Alan açmamalıyız onlara.
Translara karşı insanların ön yargılı olduğunu biz biliyoruz ama “terf” dediğimiz kitle o kadar tehlikeli bir kitle ki; Twitter’da bazen paylaşımlarını görüyorum. Diyorum ki kendi kendime “bunlar ya trans kadınları tanımıyor ya da bir nefret körüklemeye çalışıyorlar.”
Translar için uyum süreci gerçekten zor. Hem sosyolojik olarak hem psikolojik olarak hem de ekonomik gerçekten zor bir süreç. Binlerce lira harcanan bir süreç. Dolayısıyla terf’ler, nefret söylemi yayarken, feminizme zarar verme amaçları var mı bilmiyorum ama gün sonunda feminizme zarar veriyorlar. Çünkü, doğrudan transları hedef gösteriyorlar ama kadın hareketine zarar verdiklerini düşünüyorum.
Feminist Hareketin Hem İçinde Hem Dışında Olmak!
Kadın+’lar, feminist hareket ve kadın örgütleri içinde ne kadar yer bulabiliyor? Dayanışma ne seviyede? Geçmişe göre bir değişim var mı?
Tabii ki olumlu anlamda değişim var. En azından masaya oturtup kadın hareketiyle ilgili karar veren gruplarda yer alabiliyoruz ama şu çok sıkıntılı bir şey; bizi ya pamuklara sarıyorlar ya da ortaya atıyorlar ama biz bütün olmak istiyoruz. Dayanışmanın aslında tam içinde olmak nedir biliyor musun? Bütünleşmektir onunla. Aynı şekilde topyekun hareket etmektir.
Aslında onların da aşması gereken ön yargıları var. Çünkü onlar için “trans” olmak, destek olunması gereken, yardım edilmesi gereken bir grup. Tamam evet öyle. Gerçekten öyle ama böyle yaklaşınca, o tırtıl kozayı açamıyor ve uçamıyor ve hayatı boyunca o desteğe muhtaç bir şekilde yaşıyor.
Bir avukat olarak bir dernekte çalıştım, profesyonel de çalıştım, yöneticilik de yaptım orada. Feminist hareketin de tam içerisindeydim, kadın hareketinin, derneklerin, sivil toplumun. Tabii hem içerisindeyim hem dışındaydım. Bir grup var gerçekten çok destekliyor. Pamuklara sarıyor, bırakmıyor seni. Başka bir grup var, o da seni içine almıyor. Bunun ortası yok.
Benim çok farklı gruplardan kadın arkadaşlarım var. Ben gerçekten hiç kadınlığımın tartışıldığını hatırlamıyorum onlarla. Bir kere bile benim “kadın” olmam tartışılmadı.
Mesela, “ben de çalışabilirim seninle ya da ben de senin gibi düşünebiliyorum. Bu konuda mağdur değilim bak destek olabilirim” diyorsun. Seni bir şekilde özneleştiriyor orada, mağdurlaştırıyor aslında. Bu hem güzel bir şey, hem kötü bir şey. Abartmamak gerekiyor. Yani sürekli biri bana para verirse, ben nasıl öğreneceğim işimi? Ben nasıl avukatlık yapacağım? Ben gideceğim o karakola. Ben staj yaparken, bir ay çalıştığım kurum beni çok koruma refleksiyle kolladı. Ben dedim ki “bak bunu böyle yapma. Bu şekilde işi asla öğrenemeyeceğim. Söz sahibi olamayacağım.” Bir de transların sadece trans olmakla ilgili söylem üretebilme kabiliyeti var gibi geliyor ya da ben öyle hissediyor olabilirim ama benim gözlemlerim hep bu yönde oldu.
Aslında trans kadınlar tahmin ettiklerinden çok daha güçlü. Dolayısıyla aslında onlara çok fazla şey öğretecekler. Öğretebilirler, dönüştürebilirler çünkü biz her şeyi kendimiz öğreniyoruz .
Kadın +’lar homojen bir kitle mi? Mülteci kadın+lar gibi gruplar göz ardı ediliyor mu? Hak ihlalleri ve toplumsal farkındalık açısından farklı gruplar ne durumda?
Kadın+lar içinde gri ve siyah kısımlarını da görebilmek gerekiyor. En basiti ana diline ulaşamayan kadın+lar var. Mülteciler ya da Türkçe bilmeyen diğer kadın+lar. Buradan da bir ayrımcılık yaşanıyor. Mülteci kadınlar gerçekten insan ticareti mağduru olabiliyorlar. Onlara hitap edip onların da ihtiyaçlarını görebilecek bir feminist bir çalışma yok ya da yetersiz.
Seks işçisi ile insan ticareti mağdurlarının ayırt edilmesi gerekiyor. Beyanları esas almak lazım. İnsan ticaretinde mağduru tespit etmek çok zor ama ona göre zaten terapi odaları kuracaksın. Onu yaşadığı alana uzaklaştıracaksın. Belki üç ay, dört ay, beş ay sonra zaten sana o insan ticaret mağduru olduğunu anlatacak ya da sen anlayacaksın.
Trans uyum süreci başlı başına problemli. Mesela biz “kadınların kullandığı pedlerin ücreti şu kadar oluyor bir ömür boyunca” diyoruz ama trans bir kadının da uyum süreci çok daha fazla maliyetli.
“Kadın+sın” dediğimiz zaman o grupta olan transların da çok temel ihtiyaçları var. Her kesimi kapsayarak düşünmek lazım. Evet, farklı farklı kadınlarız, farklı farklı özelliklerimiz var. Buna uygun olarak o deneyimi yaşayan insanları dinleyeceksin, o insanlardan beyan alacaksın. Temel ihtiyaçlarını liste edeceksin. Ona göre çözümler üreteceksin ve politika geliştireceksin. Aslında çok da zor bir şey değil.
Biz, Afgan kadınlarının, Suriyeli kadınların sorunları nelerdir? Biliyor muyuz? Ben biliyorum; zorunlu seks işçiliği yapıyorlar. Birçok Afgan kadın özellikle bunu yapıyor ama biz de o kadınlar da bunu söyleyemiyor ya da dillendirmiyor. Çünkü Yabancılar Uluslararası Koruma Kanunu’na göre, seks işçiliği yaptığı tespit edilirse sınır dışı edilecek. Bunlar için de çözüm üretmek ve dayanışmayı güçlendirmek gerekiyor.
Pandemi süreci, kadın+’ları nasıl etkiledi? Hem sahadan bir avukat hem bir sivil toplum çalışanı ve bir gönüllü olarak baktığında, kadın+lar nasıl etkilendi? Son 2 senede ne oldu?
Ekonomik şiddet arttı. Kadın+lar Ekonomik olarak şiddete maruz kaldılar ve ekonomik açıdan çok zor günler geçirdiler. Ev içi şiddet arttı. Çünkü çıkamadı, sığınamadı, anlatamadı ya da çaresiz kaldı. Trans kadın öğrenciler ailenin yanına dönmek zorunda kaldı. Daha önce ekonomik açıdan herkesi çok olumsuz etkileyen bir süreç geçirdik. Sağlık hakkına ulaşamadık, erişemedik.
Mesela seks işleri para kazanamadı pandemide, bulaş riski yüzünden. Sosyal devletin sunmuş olduğu bir takım desteklere erişemediler. Bu konuda da ayrımcılık yaşandığını biliyoruz, duyuyoruz. Aileler destek aldı ama yalnız yaşayan bekar bir kadın ya da bekar bir kadın + destek alamadı. Trans kadınların uyum süreçleri durdu çünkü hastaneler ve pandemi koşullarında bu tedavilere devam edilemedi.
‘İstanbul Sözleşmesi’nden Çıkılınca ‘Artık Bizim Haklarımız Yok Mu?’ Dedik!’
Hukukçu bakış açısıyla, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak kadın haklarını nasıl etkiledi? Sahadaki gözlemleriniz ne yönde?
İstanbul Sözleşmesi zaten uygulanmıyordu. Biz yazdığımız dilekçelerde, İstanbul Sözleşmesi’nden maddeleri referans veriyorduk ama bir tane olayda bile, ben bu henüz yeni başlayan avukatlık deneyimimde, uygulandığını görmedim ama gören de meslektaşımı duymadım. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması bize şunu gösterdi; Türkiye’de haklarımız pamuk ipliğine bağlı. Demek ki bir gecede bu ülkede her şey olabilir. İstanbul Sözleşmesi uygulanıyor olmuş olsaydı, birçok kadın sığınma evi, kadınlara maddi destek, yaşanılan o nefret suçları, nefret, cinayetlerine karşı böyle etkili soruşturma olurdu. Evet zaten uygulanamıyordu ama bir anda çıkılıyor olması ben de açıkçası şunu uyandırdı; Türkiye bir anda AİHM’nin bağlayıcılığından ve Birleşmiş Milletler’den çıkabilir gibi geldi.
Sahadaki pratikler açısından, Sözleşme’den çıkınca tabii ki daha kötü oldu. İnsanlarda bir korku oluştu çünkü nefret söylemleri çok fazla artmıştı, ayrıca “LGBTİ+ olmak kadına, aileye zarar veriyor” sözleri yoğunlaştı. Bunlar bize şunu düşündürdü; artık bizim haklarımız yok mu? Bir anda insanlarda güvensizlik oluşturdu. İstanbul Sözleşmesi’ne her yerde atıf yaptığınız, uygulansın diye yıllarca mücadele verdiniz ve bir gecede geri çıkılıyor. Dolayısıyla güvensizlik oluştu.
Türkiye’de de muhafazakâr bir dalga var mı? Geçmiş yıllara kıyaslayınca, kadın hakları açısından biz ne durumdayız?
Ben kendimi bildim bileli Türkiye hep böyleydi. Ben başka bir durum görmedim. Yine de çok olumsuz, karamsar olmamak lazım. Evet kötüye giden çok sert sert bir muhafazakâr dalga var ama onlar ne dediğini dahi bilmiyor bence. Farkında değiller. Yani kendi belalarının altını imzalıyorlar, haberleri yok. Farkında değiller.
Hukuktan yana, insan haklarından yana olmakla kime zarar gelebilir ki? Demokrasi kime zarar verebilir? Tabii çoğunlukçu demokrasiden bahsediyorum. Bunlar kimseye zarar vermez. Kimse kimseye zarar vermediği sürece, her isteyen istediğini yapabilir.
Evet bir muhafazakarlaşma var; çok keskin bir grup var ama tam tersi artık hangi azınlıkta ya da hangi grupta olduğunu fark etmeksizin dayanışan da güçlü bir grup var. Keşke bunların hiçbiri olmasa. Kişilere, isimlere, siyasi partilere, yalan takılmaya hiç gerek yok. İdeoloji kovalamaya bence hiç gerek yok. Önemli olan şey bir insanın mutlu olması zaten. Mutlu olabildiği gibi konuşabilmesi. “Neden ben seni rahatsız ediyorum? Benim varlığım seni niye rahatsız ediyor? Bana bunu anlat” diye sorduğumda cevap verebiliyor olması gerekir. Diyecek ki mesela “çocukları kötü etkiliyorsun”. Kaç tane çocuk Bülent Ersoy izledi, gördü, kaç tanesi trans olmuştur? Demokrasiden yana, insan haklarından yana tarafım; hala konuşmaya ve iletişime daha yatkın olduğunu görüyorum.
‘Hepimizin Farklı Kadınlık Deneyimleri Var, 8 Mart’ta Her Kadın Deneyimine Yer Var!’
Ümitli misiniz?
Ben gerçekten ümitliyim. Bizim Anadolu’da bizim çok güzel hikayelerimiz var. Yani Kürtlerin, Çerkeslerin LGBT+ların o kadar güzel kulaklıktan kulağa yayılan hikayeleri var ki. Farklı sözleri var ya ama hepsi aynı şeyi söylüyor. Sadece iletişim kuramıyorlar, birbirleriyle konuşamıyorlar.
8 Mart Kadınlar Günü mesajınız var mı?
Ben daha lise yıllarımdan beri çalışıyorum. Kadın+lara, translara karşı nefret ve ayrımcılıktan ben etkilenmiyorum. Hiç önemsemem ama üzülen ve kırılan çok arkadaşımız var. Kadınlar zaten çok dezavantajlı. Birçok şeyin mağduru, daha fazla kadın hareketini bölmeye gerek yok. Hepimizin farklı kadınlık deneyimleri var. 8 Mart’ta her kadın deneyimine yer var. Herkese yer var. Hep birlikte dönüştüreceğiz. Bizim, kadın+lar olarak, istediğimiz şey aslında yaşam hakkımız. Bu kadar.
Erkekler, 8 Mart’ta alanlara gelmeyi şu an düşünmesinler. Belki on yıl sonra, yirmi yıl sonra, elli yıl sonra. Onlar bu alanı dönüştüreceklerse eğer, önce “erkeklik” çalışsın toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından. Kendi alanlarına dönüştürsünler. Onlar bu alana geldiklerinde aslında kadın hareketine bir destekte bulunmuyorlar. Online bu harekete destekte bulunmak ve dönüştürmek için “eleştirel erkeklik” dediğimiz alanda okuma yapsınlar.
Bizi Takip Edin