‘Çerkesler Dilleriyle, Kültürleriyle Yok Oluşun Eşiğinde!’
Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) Başkanı Prof. Dr. Ümit Dinçer, Çerkeslerin Türkiye’nin en kalabalık etnik gruplarından olmasına karşın Çerkesçenin 'tehlike altındaki diller' arasında olduğunu vurguluyor. 'Dilimiz kayboluyorsa ve devlet bunun için adım atmıyorsa bu da asimilasyondur.' diyen Dinçer, devletin seçmeli dil derslerinin teşviki yönünde rol üstlenmesinin önemine işaret ediyor.
Kuzey Kafkasya’dan sürgün edilen ve Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerine yerleştirilen Kafkas halklarından biri olan Çerkesler, Türkiye’de en büyük etnik gruplar arasında. Öyle ki Türkiye’deki Çerkes nüfusu Kafkasya’dan fazla. Bugün Türkiye’de 4 milyondan fazla Çerkesin yaşadığı tahmin ediliyor. Kafkasya’da ise 800 bin civarında Çerkes yaşıyor.
Avrupa Birliği uyum sürecinde farklı etnik grupların ana dillerinin korunması için çeşitli düzenlemeler yapıldı. 2004 yılında TRT’de Çerkesçe yayın başladı ancak yayın hayatı kısa sürdü. TRT’nin yayın yaptığı 42 dil arasında Çerkesçe yer almıyor. Öte yandan 2012-2013 eğitim öğretim yılında da seçmeli dil derslerinin müfredatta yer almasıyla, öğrenciler belli koşullarda Kafkas dillerinden Adıgece ve Abazaca dillerinde eğitim almaya başladılar. Ayrıca Erciyes ve Düzce Üniversitesi’nde Kafkas Dilleri ve Kültürleri Bölümü altında Çerkes Dili ve Edebiyatı dersleri açıldı. Bununla birlikte, Çerkeslerin dillerinin korunmasına dair talepleri ve uygulamadaki sorunlar asimilasyon tartışmalarının gölgesinde kaldı.
Geçtiğimiz Kasım Ayında DW Türkçe’nin “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikayesi” başlıklı haberinde, Çerkes araştırmacı Fahri Huvaj’ın,” dünyada en fazla Çerkes olan Türkiye’de, en büyük asimilasyonun olduğuna” dair sözleri kamuoyunda tartışma yaratmıştı. Huvaj’ın konuşmasında asıl vurguladığı husus olan “Türkiye’de Çerkeslerin yalnızca beşte birinin anadilini konuşabildiği ve sürecin Çerkes dili ve kültürünün Anadolu’da yok olacağına” dair tespitleri ise göz ardı edilmişti.
Bünyesinde yer alan 56 STK ile Çerkeslerin en büyük çatı kuruluşu olan KAFFED Genel Başkanı Ümit Dinçer, tartışmalara “Ayrı bir halk olarak anadillerini, kültürel kimliklerini korumak, geliştirmek için gereken şartların sağlanmaması ve bazı engellemeler sebebiyle bugün 4-7 milyon arasında Çerkesin yaşadığı Türkiye’de Çerkeslerin bir asimilasyon olgusunu yaşadıkları doğrudur” tespitiyle katılmıştı. Dinçer açıklamasında “Bir halkın, dili, kültürü ve kimliğinin pasif asimilasyon sürecini engellemek noktasında önlem almayarak, gelişimine alan açmayarak süreci izlemek de oluşan sonuca katkıda bulunmaktır.” demişti.
Söz konusu habere ilişkin İlber Ortaylı ise “Çerkeslerimiz” başlıklı yazısında “Muhaceretin şartları ve dağınıklık maalesef bir asimilasyonu getiriyor” diyor ve ekliyor “70’i veya 50’yi aşkın sessiz harfe karşın, bir iki sesli harfle konuşulan Çerkes dillerinin öğrenilmesi için çocukluktan işe başlamak lazım.”
Biz de 21 Şubat Dünya Anadili Günü kapsamında, geçtiğimiz yıl Kasım ayında KAFFED Başkanı seçilen Prof. Dr. Ümit Dinçer ile Çerkeslerin dillerini ve kültürlerini korumak için gösterdiği çabayı, farklı konulara temas ederek, anadili, asilimilasyon, diaspora gibi kavramlar ekseninde konuştuk.
KAFFED’in başkanlığına yakın zamanda seçildiniz; neleri hayata geçirmek istiyorsunuz?
KAFFED’i bir orkestra şefi gibi telakki ediyorum şahsen elli altıncı dernekmiş gibi çalışmasındansa, politika ortaya koyan ve bilgiyi üye derneklerine paylaştıran bir yapıya evrilsin istiyoruz. Türkiye’de kültür dernekçiliğini ve sivil toplumculuğu sadece Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük kentlerde kısıtlı kalmamasına, Türkiye aracılığı yaymak Türkiye’ye sivil toplumculuğu yaymak istiyoruz. Öte yandan büyüyen ve dinamik bir yapı olarak tüzüğümüzle ilgili birtakım sıkıntılarımız var. Onları gidermek istiyoruz.
Bizim önemli dertlerimizden bir tanesi, Türkiye’de de olan pek çok grup için geçerli olmak üzere, dillerimizin UNESCO tarafından “yok olmakta olan diller” kategorisine girmiş olmasıdır. Bu grupların hepsi mücadele ederken farklı farklı, küçük küçük cephelerde mücadele vermektense, “ortak bir cephe açabilir miyiz?” diye düşünmesi lazım. Biz bu dönemde bu bakış açısını hayata geçirmek istiyoruz.
Bizim yani Kuzey Kafkasyalıların açısından en fazla ortaklaştığımız şeylerden bir tanesi Sürgün ve Soykırım. Tartışmamız ve bu kavramları “kim, nasıl değerlendiriyor?” ona bakmamız lazım. Bunları konuşmadan çözemeyiz. Konuşacak çok şey var.
Kuzey Kafkas Halkları ve Çerkesler Homojen Değil
Kuzey Kafkas halkları Türkiye’de heterojen bir yapıda ve çok farklı pozisyonlar var mı diyorsunuz?
Evet, bu heterojenite bir yanıyla avantaj, bir yanıyla dezavantaj. Şunu kabullenirseniz avantaj: “biz homojen bir yapıya hitap etmiyoruz. Dolayısıyla farklı farklı görüşlerle ilişki, iletişim geliştirmemiz gerekir” diyebilmek için avantaj. Çünkü toplumun her kesimi üyelerimiz; bize sadece endi siyasi ve ideolojik bakışları üzerinden yaklaşım geliştiriyorlar. Örnek vermek gerekirse mevcut iktidarın vaaz ettiği ya da mevcut iktidarın uygulamalarının vaaz ettiği şeylere bir karşıtlık, bir itiraz geliştirdiğinizde tepki muhafazakâr üyelerimizden tepki geliyor.
Öte taraftan Türkiye’nin sol siyasetinin Çerkesler ve Abazalar üzerinde bugün ya da geçmişte yapamadığı şeyler ya da tek parti döneminde yaşadığımız şeylere dair bir şeyler yazıp çizdiğimizde, itiraz ortaya koyduğumuzda Türkiye’deki sol kesim bu sefer itiraz ediyor.
Biz şunu anlamak zorundayız ki Kuzey Kafkasyalılar olarak homojen bir toplum değiliz. Bizim İstanbul derneklerimiz olduğu gibi Tokat’ta da Kayseri’de de derneğimiz var. Burada muhafazakâr insanlarımız var. Bizim öğrenmemiz gereken şey, illa ki birlikte yaşamak zorunluluğu değil. Asıl birbirimize tahammül etme zorunluluğunu öğrenmemiz gerekiyor. O açıdan bunu hem Türkiye’deki hem Kuzey Kafkasya’da bir avantaj olarak kullanabiliriz. Bu heterojenlik üzerinden, benim düşündüğüm konularda bir başkası farklı düşünebilir, farklı bir pozisyonu olabilir demeyi öğrenmek gerekir.
Ben hep şunu söylüyorum uzlaşma dediğimiz şey ‘tarafların hiçbirisinin mutlak memnun olmadığı anlaşma biçimidir’ bana göre. Biz bu noktada uzlaşıyı yakalamak zorundayız. Hepimiz bundan yüzde yüz memnun olmayabiliriz. Bazılarınız masadan memnuniyetsiz kalkabilir ama böyle bir noktada toplumsal hareket tarzı geliştirebilmenin önünü açmış oluruz. Bizim aslında niyetlendiğimiz, hedeflediğimiz, yapabilirsek iyi olur dediğimiz şey bu.
‘Çerkes Sorunu Siyasi Bir Sorun ama Siyaset Yapmayalım’ Demek İrrasyoneldir!
Seçim atmosferine girdiğimiz bir dönemde yönetime geldiniz. KAFFED’in karar alıcıları ulaşmasını istediği talepleri var mı? Siyasilerle iletişim, bir talep, diyalog zemini yaratmaya çalışacak mısınız? Ne yapacaksınız?
Siyasetle ilişkiler bizim için en fazla fırtına koparan konulardan bir tanesidir. Çok zorlandığımız konulardan bir tanesi siyaset, bir diğeri inançtır. Kuzey Kafkasyalılar bu konularda söz söylemeyi, kalem oynatmayı genellikle çok sevmeyiz ancak bunu yapmak zorundayız. Biz siyasi bir hak arayış mücadelesi diyoruz. Bu Çerkes siyasetinin problemidir ve çözümünde de siyaset olmazsa olmaz enstrümanlardan bir tanesidir. Çerkes sorunu, siyasi bir sorun ama siyaset yapmayalım demek irrasyoneldir. Bu noktada siyasetle biz tarafgirlik bazında bir ilişki geliştirmemeliyiz. Geliştiremeyiz. Biz de öyle bir şey istemiyoruz zaten. Benim birey olarak siyasi tavrımla, duruşumla kurumun siyasi tavrı ve duruşu farklı olmalıdır. Kurum bir grupla, bir siyasi akımla ya da bir siyasi bir angajman içerisine giremez, girmemelidir. Biz Türkiye’deki siyasi atmosferle ilişkilenmeli miyiz? İlişkilenmeliyiz. Parlamentoda temsil edilmeli miyiz? Kesinlikle temsil edilmeliyiz. Üçüncü kalabalık etnisite parlamentoda hiç temsil edilmiyor. Bu anlaşılması zor bir şey.
Çerkesler kendi siyasetlerini oluşturmak, kendi vekillerini bu parlamentonun çatısı altına bir misyonla göndermek durumundadır.
Hiç temsil edilmiyor mu?
Çerkes vekillerin hepsi ile ilişki ve iletişim halindeyiz. Hepsi bizim için bir kıymet ancak bunlar Çerkes kimlikleri ile parlamentoda değiller. Bunu o vekilleri bir yere koymak için ya da ötekileştirmek için söylemiyorum. Ancak Türkiye’de Çerkes siyasetinin ya da Kuzey Kafkasyalı halkların siyasetinin oraya taşıdığı vekiller değil. Bunu kendileri de söylüyorlar zaten. Ama yine de gevşek bir bağ var.
Kimlik temsiliyeti var mı?
Evet var. Bu da bizim için önemli. Zaten kimse kendi etnik kimliğiyle birden ortaya çıkmaz; bu bir olgunlaşma sürecidir ve Çerkes vekillere de bu manada bakıyorum. Öteki taraftan Türkiye’de Çerkes kökenli vekillerin parlamentoda çok az yer aldığını görüyoruz. Çerkeslik meselesi, etnisitemizle ilgili sorunların, Çerkes soykırım ve sürgünüyle ilgili meselelerin çok az da olsa gündeme geldiğini düşünüyoruz.
Bu kimin eksikliği?
Bu Çerkeslerin eksikliği. Bunu o vekillerin eksikliği olarak görmüyorum. Çerkesler kendi siyasetlerini oluşturmak, kendi vekillerini bu parlamentonun çatısı altına bir misyonla göndermek durumundadırlar. Çerkesler kendi parlementerlerini meclise kendileri taşımalılar. Bu bir misyon, bu misyon hemen birileri tarafından “şimdi de sıra Çerkesler mi var?” şeklinde kullanacaktır ancak biz, konunun “Çerkesler de şimdi bölücülüğe mi oynuyor?” gibi yanlı ve gerçeklikle bağdaşmayan bir noktaya taşınmasına asla izin vermeyiz.
Biz Deutsche Welle’nin kullanabileceği, hemen provoke olan bir toplum değiliz.
DW Türkçe’nin “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikayesi” haberinden sonra “asilimilasyon vardır” açıklamanıza nasıl tepkiler aldınız?
Bununla ilişkili çok olumlu tepkiler aldık. Çerkeslerin asimilasyona uğradığı ilk kez söylenen bir şey değildi. Bizim yayınlarımızda da gündemimizde de asimilasyon yıllardır var. Öte taraftan Türkiye’de bir asimilasyon gerçeğinin olduğu daha evvel bu ülkenin en üst makamları tarafından, söylenmiş. Tarihçiler, sosyologlar bunun böyle olduğunu söylüyorlar. Ama onun manşete çekiliş biçimine Çerkesler bir reaksiyon geliştirdiler.
Deutsche Welle hangi saiklerle haberi hazırlamış, o bizi hiç ilgilendirmez. Eğer Türkiye’de Çerkesleri kışkırtmak için yapmışsa, bunun da karşısında olmalıyız. Biz Deutsche Welle’nin kullanacağı ya da kullanabileceği, hemen provoke olan bir toplum değiliz. Kendi mekanizmalarımız bunun nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilirler ama hemen karşı pozisyon almamızı gerektiren bir durum da yok.
Entegrasyon da Asimilasyon Kadar Fena Bir Şeydir!
Siz özetle ne dediniz?
Biz, “Türkiye’de Çerkesler Osmanlı’dan beri asimilasyon politikalarına maruz kalmışlardır.” dedik. Osmanlı devleti, Çerkesleri kendi istediği eksende, payitahtı korumak için Marmara’nın etrafına yerleştirmiştir. 1908’de kurulan ve kendi dilleriyle eğitim yapan kurumlar kapatılmıştır. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları olmuştur. Bunlar asimilasyondur. Buna hayır diyebilir miyiz?
Mesela Marmara köylerinde Çerkeslerin tehciri var. Öte taraftan en önemli en önemli şeylerden bir tanesi Ethem Bey üzerinden geliştirilen, “Çerkez Ethem ve ihanet” kurgusu aslında Türkiye’deki Çerkesleri psikolojik bir baskı altına alan bir asimilasyon yöntemidir. Geldiğimiz noktada bugün asimilasyon devam etmiyor diyebilir miyiz? Biz “cebre dayalı bir asimilasyona maruz kalmıyoruz” diye asimilasyonu yoktur diyebilir miyiz? Birileri diyorlar ki “bu bir entegrasyondur.” Aslına bakarsanız entegrasyon da asimilasyon kadar fena bir şeydir. Devlet entegre olmaktan başka bir seçenek sundu da Çerkesler “hayır biz entegre olacağız” demediler.
Bugün geldiğimiz noktada dilimiz kayboluyorsa, devlet bunun için birtakım adımlar atmıyorsa asimilasyon sürecine seyirci kalıyorsa bu da asimilasyondur. Ve bunu da devlete karşıtlık üzerinden söylemiyoruz, bir sosyolojik gerçeklik üzerine söylüyoruz.
Devlet “ben kolaylaştırıcı olacağım. Dilinizi seçmek için istekli olun. Çünkü bu dil bizim zenginliğimizdir.” deseydi eminim ki dil dersi talebi daha fazla olurdu, olacaktı.
Seçmeli dil derslerine Çerkes toplumunun ilgisi nasıl?
Pek yapmıyorlar.
Neden yapmıyorlar?
Belli ve küçük bir kesim bu konuyla çok ilişkili. Bu kesim “bunu bir hak olarak görüyorum ve bunu kullanmalıyım.” diyor. Bir hakkı kullanmak, o hakkı kullandıracak gücün sizi yüreklendirmesiyle olur. Şunu açık söyleyeyim: devlet deseydi ki “Ey Çerkesler, sizin dilinizin yok olması benim de sorunumdur ve bu konuda atılacak her türlü adımda ben kolaylaştırıcı olacağım. Dilinizi seçmek için istekli olun. Çünkü bu dil bizim zenginliğimizdir.” Bunu deseydi eminim ki dil dersi talebi daha fazla olurdu, olacaktı.
Fakat şu anda geldiğimiz noktada 2012 yılında Avrupa Birliği’yle uyum yasaları çerçevesinde, “zevahiri kurtarmak” için atılmış bir adımdır. Hak, haktır. Bu konuyu çok önemsiyoruz. Seçmeli dil dersinin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatına girmiş olması önemlidir ancak uygulama o kadar karmaşık bırakılmış ki eğitimle ilgili öğretmenle ilgili sıkıntılar var, müdürlerin seçmeli dersi açmaları noktasında sıkıntılar var, dilekçenin veli tarafından verilmesi noktasında sıkıntılar var, bu dilekçelerin bakanlığa iletilmesi ile ilgili sıkıntılar var.
Uygulamada özellikle son uygulayıcı dediğimiz okullarda, seçmeli dil dersinin coşkuyla karşılandığını söylemek mümkün değil. Bizim toplumun bir kesimi şöyle diyor: “şimdi çocuğumu Çerkesce eğitimi için dilekçe vereceğim. Çocuğumuz fişlenirse?” Bu korkunun olması bile başlı başına bu ülke açısından ayıptır.
Vatandaşı olduğum ülkenin bu noktada korku salmasını hala kabullenemiyorum. Bu korku rasyonel olmayabilir ama bunun için toplumun rahatlatılmaya ihtiyacı var. Milli Eğitim bürokrasisinin, okulların, öğretmenlerin ve velilerin de bundan korkmaması gerekir.
‘Çerkesçe Öğretmenin Metodolojisi Henüz Çalışılmadı!’
STK’lar, Çerkes ve Kuzey Kafkas dillerinin öğrenilmesi ile ilgili acaba ne yapabilir? Farkındalığın artması için özgün çalışmalar yapılabilir mi? KAFFED ne yapıyor?
Şu anda tam da bu konularla ilgili konuşuluyor. “Dil eğitimi” ve “dil edinimi” farkından başlamamız lazım. Belli bir yaşa gelmiş birisinin dil öğrenmesi için yüksek bir motivasyonunun olması gerekiyor. Bir yetişkin ile bir çocuğun dil öğrenme motivasyonları farklı.
Kafkasya’da da Türkiye’de de dil bilmeyen birisine, yabancı dil öğretir gibi Çerkesçe öğretmenin metodolojisi çalışılmamış henüz. Mesela Türkiye’deki Türkçe müfredatını götürüp İngiltere’de Türkçe öğretmek için kullanamazsınız. Çünkü o dili edinmiş birisine ayrı bir müfredat uygulamak gerekir. Ana vatanda da hem Çerkezce için hem Abazaca için birtakım kaynaklar var ama bunlar çocuk okula geldiğinde onun edindiği dili geliştirmeye yönelik. Bu dilleri hiç bilmeyen birisi için maalesef metodoloji yok. Şu an bunun üzerinde çalışılıyor.
Neler yapıyorsunuz?
KAFFED’de şu anda dilbilimci arkadaşların da içinde olduğu bir Ana Dili Komisyonu’muz var. Daha evvel çalışılmış olanları da çok kıymetli buluyorum ama yeterli değil. Türkiye’de Kayseri’de ve Düzce’de Çerkes Dili ve Edebiyatı bölümleri var. Bunlarda da temel sıkıntı, metot ve metodun içerisine yedirildiği araç gereç. Çünkü bu bölümlerde de yeterince kaynak ve materyal yok. Dolayısıyla bunların kapısını açmamız lazım.
Öte taraftan, çocukları ve belki de ergenleri hedefleyen yapılar kurmamız lazım. İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin Nanu Çocuk Oyun Grubunda bu konuda pilot çalışma yapılıyor. Çocuklara kültürü aktarmak için Samsun Çerkes Derneği’nin, Kayseri Kafkas Derneğinin yaptığı güzel çalışmalar var. Bu çalışmaları biz bütün derneklerimizle paylaştırmak istiyoruz.
Güncel araçları kullanmadan güncel ihtiyacı gideremezsiniz. Renksiz, hareketli objelerle süslenmemiş, günümüzün teknolojisini kullanmayan kaynaklarla dil eğitimi çocuklar açısından mümkün değil. Bunun dil bilimsel temelinin üzerine güncel enstrümanları koyarak gitmemiz gerekiyor. Bu söylenmesi kolay, yapılması zor bir şey. Bu beraberinde eğitim materyalleri, bilgisayar yazılımları, aplikasyonlar gerektirir. Dolayısıyla biz dil eğitiminde “bunların hepsini sahaya nasıl indirebiliriz?” buna çalışıyoruz. Tabii bunlar finansal kaynak gerektiriyor.
Zaman zaman Avrupa Birliği fonlarını kullanıyoruz. Şu anda Laz Enstitüsü ile beraber akademik bir çalışma yürütüyoruz. Bu bir Avrupa Birliği projesi. Dil konusunda finansmanı daha çok lokal düzeyde yaratıyoruz. Biz Halk Eğitim Merkezlerinde Çerkezce’nin öğretilmesini istiyoruz ama kısıtlı olanaklar var. Halk eğitim merkezleri, öğretmen meselesini hallettiğinizde ve belli bir sayıda başvuru aldığınızda dil kurslarını açıyor. Prosedürü çok uzun ve çok detaylı ama yine de aşılamayacak şeyler değil. Bunlar için de çalışıyoruz.
KAFFED’de farklı seslere ne kadar veriyorsunuz? Size farklı sesler dahil olsun diye, üyelik ya da farklı şekillerde katılımın sağlanması için ne yapıyorsunuz?
KAFFED bünyesindeki dernekler çok homojen değiller. Bizim farklı seslere kapımız her zaman açık oldu. Sebebi de şu: bizim tüzüklerimizde bir dernek üyeliği, bir de “doğal üyelik” vardır. Bizim için Çerkes olan ama derneğe üye olmayan herkes doğal üyemiz. Aslında faaliyetlerimizin çok büyük bir kısmı da doğal üyelerimize yönelik. “Sadece üyemizsen çalışmalara katılabilirsin ya da tartışmalara katılabilirsin” demiyoruz. Bu manada kapımız her zaman herkese açık.
Denetimi bir sopa olarak kullanmaya kalkarsanız bu sivil topluma müdahale anlamına gelir.
Dernekler Kanunu ve diğer yasal değişiklikler üyelikleri nasıl etkiledi?
Bu değişikliklerden sonra her üye olanı Derbis’e anında kaybetmeniz gerekiyor. Bu da kişilerin üye olmaktan çekinmesine neden oluyor kesinlikle.
Son yasal değişikliklerden sonra STK’ların denetim sürecine dair sizin gözlemleriniz nedir? Bünyenizdeki STK’lardan denetim geçirenler var mı?
Her sivil toplum örgütü bir gün denetimi tadacaktır. Denetim geçirmedik ama denetimlerin sıkılaştığı doğru. Finansal denetim tabii ki olacak. Ancak finansal denetimi bir sopa olarak kullanmaya kalkarsanız bu sivil topluma müdahale anlamına gelir. Biz bu ülkenin kanunlarına, yönetmeliklerine aykırılık teşkil edecek ve bir çalışma ne de bir organizasyon içerisinde değiliz. Dolayısıyla bu manada da bir çekincemiz yok. Ama bu finansal denetimin bir yıldırıcı unsur gibi kullanılması da kabul edilemez tabii ki.
Denetim sürecinden ceza alan STK’lar var mı?
Denetim geçirenler var. Denetimler “biraz yol gösterici gibi devam ediyor” diyen STK’lar da var. “Bakın bundan sonra denetimler şöyle olacak. Eksiklerinizi görelim” diyenler de var. Buna dair bir yol haritası yayınlanmıştı. Yol gösterici bir tavır da var, onu da inkâr etmedik zaten.
Farklı Etnik Gruplar Olarak Hepimizin Ortak Bir Derdi Var Ama Hepimiz Ayrı Ayrı Mücadele Veriyoruz!
KAFFED’in Türkiye’deki diğer etnik ve azınlık gruplarla ilişkileri nasıl? Kuzey Kafkas halklarının diğer bu etnik gruplarla ilgili temasları ne düzeyde?
Türkiye’de farklı etnik gruplar arasında iyi bir diyalog olduğunu söyleyebilmek maalesef mümkün değil. Türkiye’de Kürtlerle ilişki denilince, toplumun hemen hassasiyet gösterdiği inkâr edilemez. Kırk yılı aşkın yıldır devam eden bir “terör” ve “terörle mücadele” mevhumu var. Buradan hareketle mesele, “terör ile ilişkili yapılarla irtibatlanıyorsunuz” noktasında düğümleniyor.
Ben meseleye şöyle bakıyorum: Türkiye’de Çerkesler gibi Kürtler de Lazlar da etnik birer yapıdır. Ermeniler de bir etnistedir ve bunlar arasında kanunlarla çizilmiş her türlü ilişki bence son derece doğaldır. Avrupa Birliği projesi olan TADNET (Tehlike Altındaki Diller Ağı) ile yürüttüğümüz faaliyetlerde yaptığımız çalışmalardan biri bu. Hepimizin ortak bir derdi var. Ama hepimiz ayrı ayrı mücadele veriyoruz. Ortak bir bakış açısı, ortak bir vizyon geliştirmek için, enstrümanları birlikte kullansak ve güç birliği sağlasak daha iyi olur. Bu anlamda da hak arama mücadelesi noktasında da gerek Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesi noktasında biz KAFFED olarak herkesle ilişkiye açığız ama bu birileri tarafından “kullanışlı aparat” olduğumuz gibi de sakın ha algılanmasın.
Kürtler ve Ermenilerle ilişkilerdeki hassasiyetlerin hepsinin arkasında şu var: “devlet bize nasıl bakar?” Biz Türk milliyetçiliğiyle, Kürt milliyetçiliği arasında tercih yapmak durumunda değiliz.
Kürtlerle iletişiminiz var mı?
Kürtlerle iletişimimiz son derece kısıtlı. Bireysel ilişkilerimiz var.
Neden sınırlı?
Toplumun bu manadaki çekingenliği ve hassasiyetleri var ama dediğim gibi bireysel düzeyde Türkiye’deki Kürt yapılarıyla ilişkili olan Çerkesler de var. Onlarla zaman zaman derneklerimizde, fikir alışverişleri ya da görüşmeler, üyemiz olmalarından dolayı temaslar var. Bununla birlikte, çok ciddi bir diyalog talebi yok. Mesela Ermeniler açısından da biraz handikaplı olduğumuzu düşünüyorum. Orada da bir hassasiyet var. Bu noktadaki hassasiyetlerin hepsinin arkasında şu var: “devlet bize nasıl bakar?”
Bu kaygı Çerkes toplumunda yaygın mı?
“Kategorik olarak ben de devlet nezdinde Kürtlerle aynı sepete konur muyum?” kaygısı var. Bizim toplumun çok büyük bir kesimi Türkiye’deki yerleşik “devletçi” yapıya çok yakındır. Dolayısıyla devletin karşı duracağı bir şeyden imtina eder. Biz Türk milliyetçiliğiyle, Kürt milliyetçiliği arasında tercih yapmak durumunda değiliz. Kürtler bizim için önemli ve Türkiye’de de bir hak arama mücadelesi yapacaksak zaman zaman temasımız olmalı.
‘Biz Çok Büyük Bir Kıyımın Bakiyesiyiz Fakat Diasporik Kimlik Giderek Zayıflıyor!’
Türkiye’de Kuzey Kafkas hakları ‘diasporada’ mıdır? “Ana vatanla ilişkiler” konusu gündeme sık gelen konulardan biri. “Ana vatanla ilişki kuralım” diyen kesim ne seviyede?
Kavramsal olarak “Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalı toplumu diaspora’nın tanımına çok oturan bir yapı mıdır?” derseniz, o kavramın dışına taşan tarafları var. Diaspora dediğimizde, vazgeçilmez olan şey, geldiğiniz ana vatan kavramının herkes tarafından paylaşılıyor olması gerekir. Bu yönüyle herkesin Kafkasya’ya ana vatan ve gelecekte tekrar oraya dönülecek bir anavatan olarak gördüğünü söylemek mümkün değil ama böyle bakanların da olduğu reddedilemez. Dolayısıyla bu yapının içerisinde herkes bir diaspora kavramını karşılamayabilir ama karşılayanlar var hala.
Kuzey Kafkasyalılar aslında “kurban diaspora” olarak değerlendirilebilir. Sürgüne, soykırıma uğramış, büyük oranda nüfusunu kaybetmiş ve sonradan da bir şekilde vatanlarını terke zorlanmıştır. Biz çok büyük bir kıyımın bakiyesiyiz. Ama üzerinden altı- yedi nesil geçmiş. Dolayısıyla bu diasporik kimlik zayıflamış ve giderek de zayıflıyor. Bunu da inkâr edemeyiz.
Bununla birlikte, Türkiye’de bulunan 4 ila 7 milyon arasındaki Çerkes ve Kuzey Kafkasyalının homojen olarak değerlendirilebilmesi de mümkün değil. Bu şu anlama gelmez: “bakın bu kavramın dışında taşanlar var. Dolayısıyla diaspora değilsiniz” de denemez. Bizim diasporik özelliklerimiz olduğu gibi, diasporik olmayan özelliklerimiz de var. Bu da bu kadar geniş bir toplum için kaçınılmaz.
Türkiye’de Çerkeslerin ve Kuzey Kafkasyalıların bir diaspora olduğunu kabul ediyor. Anavatanla bağlarımızı güçlendirmek istiyoruz.
KAFFED bu konuda nasıl bir pozisyona sahip?
KAFFED, Türkiye’de Çerkeslerin ve Kuzey Kafkasyalıların bir diaspora olduğunu kabul ediyor. Anavatanla bağlarımızı güçlendirmek istiyoruz. Aslında biz “dönüş” dediğimiz kavrama inanan bir yapıyız. Ancak bu dönüşün artık kitlesel bir dönüş olamayacağını da kabul ediyoruz. Bireysel dönüşlerin daha doğru olacağını ya da ya da iki vatanlı yapıların daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu aslında bundan otuz sene, kırk sene, elli sene önceki dönüş kavramından biraz mevzi kaybetmiş olmaktan dolayı, bir mevzi düzeltme olarak görülebilir.
Türkiye’deki her Çerkes’in, her Abhaz’ın ana vatanıyla bir şekilde ilişkilenmesi, yeni bir “dönüş” kavramı olarak tanımlanmalıdır. Orada mülk satın almaktan tutun, yılının birkaç haftasını orada geçirmeye, oradaki akrabalarıyla ilişkilenmeye, sadece turistik maksatla bile olsa oraya gidip gelmesinin önünü açmayı, yeni “dönüş” kavramının bileşenlerinden birisi olarak görüyoruz. Oraya öğrenci göndermek, öğrenciler vasıtasıyla orayla köprü kurmayı, dönüş kavramının bir parçası olarak görüyoruz.
Türkiye’de mevcut durumunu terk ederek oraya gidebilmesi son derece güçlü siyasi ya da ideolojik bir eksen gerektirir. Eğer sadece o ekseni taşıyanlar “dönüşcüdür” dersek toplumun kahir ekseriyetini artık ana vatanından koparmış oluruz. Biz bunu doğru bulmuyoruz. Biz ana vatanıyla kim nasıl ve ne şekilde ilişkilenmek istiyorsa, ona aracılık etmek zorundayız.
Rusya’dan bizim oranın bizim ana vatanımız olduğunu, bizim de ana vatanımız olduğu hakkının teslim edilmesini istiyoruz. İkincisi vatandaşlık ve oturum izinlerini son derece sert. Bize karşı da sert. Dedeleri o topraklardan sürülmüş bir toplumun çocuğu olmama rağmen. Bunlar kolaylaşsa, buradan oraya oturum izni almaya, vatandaş olmasa da çifte vatandaş olmaya gidecek çok fazla insan olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de yaşayan Çerkesler ve Abazalar’la ya da Kuzey Kafkasyalılar da hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlıklarını ellerinde bulundurabilirler hem de Rusya vatandaşı olabilirler. Bu hem Rusya’nın iyiliğine, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin iyiliğinedir. Bunun altını kalın harflerle, tekrar çiziyorum. Eğer Türkiye’de çifte vatandaş olan bir milyon kişi olsa, ben Türkiye Rusya ilişkilerinin çok daha rasyonel bir zemine oturacağını düşünüyorum. Türkiye bu konuda bizim hiç arkamızda durmuyor.
Rusya ve “anavatan” dediğiniz ülkelerde sivil toplum ne durumda? Buradaki sivil toplum örgütleri ile oradakiler arasındaki ilişkileri nasıl?
Gerek Rusya ve gerekse bizim ana vatan dediğimiz cumhuriyetlerimizde gerçek anlamda sivil toplum olduğunu söylemek güç ama çeşitli dernekler var. Biz de onlarla ilişkiler kuruyoruz. Sivilleşme niyetinde olan yapılar var, onlarla iletişim kuruyoruz. Öte taraftan KAFFED, Dünya Çerkes Birliği üyesi, onun çalışmalarının içinde yer alıyoruz. Bununla birlikte temelde çok anlaşmazlıklarımız var. Onları da çözmeye çalışıyoruz.
‘Çerkesler, Toplum Olarak Talepkâr Değil!’
Anadolu kentlerimizde ve büyükşehirlerde yerel yönetimlerin Çerkeslerin ağırlıkta olduğu STK’larla ilişkileri nasıl? Talepler yerel yönetimlerde karşılık buluyor mu?
Çerkes halkı kadar talepkâr olmayan başka bir toplum belki de bu coğrafyada yoktur. Hem metropollerde hem Anadolu kentlerinde Çerkes sivil toplum örgütlerinin yerel yönetimlerle iyi kötü ilişkileri var ama bu çok arzu edilen düzeyde değil.
Şundan dolayı iyi değil; yerel yönetimler dediğiniz yönetimler de fazla partizandır. Bunu sadece bir parti için söylemiyorum. Hepsinde yerel yönetimler partizandır. Yerel yönetimlerin çok partizan olması sivil toplum açısından iyi bir şey değil çünkü partizan olan yerel yönetim sizi kullanmak ister. Sivil toplumun sivilliğine halel getirmeyecek şekilde ilişkilenmek gerekir. Yerel yönetimler de öyledir. Merkezi yönetimlerle de öyledir. Bu noktada da STK yöneticilerimize iş düşüyor. Bir yere angaje ya da bir yere entegre gibi görünmemeliler.
Türkiye’de siyasetin farklı kültürlere, farklı kimliklere, sivil yapılara olması gereken kadar etkili yardım yaptıklarını, alan açtıklarını söylemek mümkün değil.
Mesela İstanbul’da büyükşehir belediyesi değişti. İlişkilerimizde çok büyük bir sıçrama olmadı. Ondan önce AK Parti yönetimlerinin olduğunda ne kadar belediyelerle ilişkiliysek ve oralardan ne kadar destek ve yardım almışsak, İBB’nin yeni yönetiminden de aldığımız destek aynıdır. Son iki yıldır pandeminin de bunda etkisi olabilir. Hakikaten biz toplum olarak talepkâr değiliz.
Türkiye’de siyaset, farklı kültürlere çok da müşfik değil. Farklı kültürlere, farklı kimliklere, sivil yapılara olması gereken kadar etkili yardım yaptıklarını söylemek mümkün değil.
Herkesin Anadili, Herkesin Etnik Kimliği, Anasının Ak Sütü Gibi Helaldir!
Gençlerin sivil topluma katılımı nasıl?
Hiçbir Çerkes’in, Abhazın, Boşnağın, Kürdün, Ermeni’nin kimliğini saklamak ya da kimliğini zaman zaman gizlemek zorunda olmadığı bir ülke yaratmak zorundayız. Herkesin anadili, herkesin etnik kimliği, anasının ak sütü gibi helaldir. Biz bu ülkeye, herkes gibi yurttaşlık bağıyla bağlıyız ve bu herkesten birisi biziz. Abazalar, Çerkesler, Osetler, Çeçenler, Türkler, Kürtler, bu ülkeyi eğer birlikte ayakta tutuyorsak, bu ülkenin zenginliklerinden, bu ülkenin fırsatlarından, bu ülkenin yönetiminden hepimiz eşit faydalanmalıyız. Kültürlerimiz eşit faydalanmalı.
Gençlerin de kendi etnik kimliklerini, kendi kültürel kimliklerini ana dillerini sahiplenmesi gerekiyor.
Türk kültürü için yapılan yatırım kadar, Çerkes kültürü için de Kürt kültürü için de yatırım yapılmalı. Bu manada devletin denetleyicilik görevinin olması gerektiğini düşünüyorum. Devlet “haklar eşit kullanılıyor mu?” buna bakmalı. Devletin hakkı dağıtmak alanından artık çıkması gerekir. Devlet hak dağıtan değil, “hakkın kullanımında bir eksiklik var mı ve bu nereden kaynaklanıyor?” buna bakması gerekiyor. Bu bireylerin devletle olan ilişkisini daha güçlendiren bu anlayıştır.
Bu anlamda, gençlerin de kendi etnik kimliklerini, kendi kültürel kimliklerini ana dillerini sahiplenmesi gerekiyor. Bu konuda gençleri yakalamamız gerekiyor bizim. Gençlere fırsat yaratmamız gerekiyor.
Dernekleşmek aslında giderek Çerkesleri bir alana kısıtlıyor. Artık gençler bir alana kısıtlanmak istemiyorlar. Olabildiğince “açık alanlarda” olmak istiyorlar. Artık sınırların kalktığı bir dönemdeyiz. Bu belki etnik kimliklerimiz ve dillerimiz açısından büyük bir tehlike getiriyor. Eğer gençler bu kültürün devamı anlamında bir iş üstleneceklerse, bunun altyapısını sağlayabilmek için bizim de o enstrümanların kullanımını kolaylaştırmamız gerekiyor. Dernekler olarak ya da üst kurumlar olarak bunu yapamazsak ileride gençlerin hiç umurunda olmayan yapılara dönüşebiliriz.
Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Kuzey Kafkasya toplumunun aydını bir küskünlük içinde sanırım. Bunu çok tehlikeli, çok problemli buluyorum. “Aydın” dediğimiz kişi kendi toplumunu eleştirecek ve nihayet bir istikamet verecek.
Bu noktada şikâyet ettiğimiz kötü dili, kötü tartışma üslubunu, verimsiz devinimi değiştirecek ya da dönüştürecek olanlar yine aydınlardır. Aydınlar olmadan bunu sadece biz sivil toplum yapıları olarak başaramayız. Aydınlarımız bizi de eleştirsinler buna sonuna kadar açığız. Ama lütfen sahada olsunlar. Buradan çağrı yapıyorum. Kuzey Kafkasyalı aydınlar sahada olmak, toplumla iç içe olmak, varlığını hissettirmek zorundadır. Sadece eleştirerek, bir şey yapmayarak bir yere varamayız. Eleştiri de bir şeydir ama her şey değildir.
Bizi Takip Edin