‘Tiyatromuz Bir Ürün Değil, İnsanlara Sunduğumuz Bir Armağan’
'Başka bir dünyanın, başka bir ilişkilenmenin, başka bir ekonominin mümkün olduğu 'deneyimine' ihtiyacımız var.' Kara Kabare Tiyatro Topluluğu, 'armağan ekonomisi' yöntemiyle sürdürdükleri bağımsız tiyatrolarında 10. yaşlarını kutluyor. Topluluktan yönetmen/oyun yazarı Şirvan Akan, oyuncular Gamze Dar ve Tuba Karabey ile sürdürdükleri bağımsız ve biletsiz modelin detaylarını konuştuk.
Kara Kabare kültür sanat dünyasında örneği çok nadir olan armağan ekonomisi modeliyle bilet satmadan, seyircilerin verdiği armağanlarla çalışmalarını sürdürüyor. Topluluktan Şirvan Akan, “sevdiğin işten para kazan” ilkesini uygulamaktansa başka işlerden para kazanıp sevdiği işi bir armağan olarak insanlara sunmayı tercih ettiklerini söylüyor. 10. yıllarını kutlayan topluluk, ilk başlarda kültür sanat dünyasından ve seyirciden önyargılı yaklaşanlar olsa da hep birlikte dönüştüklerini söylüyor: “Başlarda, armağan ekonomisiyle oyuna gelen seyirciler oyundan büyük bir şaşkınlık içinde çıkıyor, para vermeden gelme ihtimali yüzünden bizim iyi bir oyun çıkaramayacağımıza dair bir önyargı taşıdıklarını itiraf ediyorlardı. Para ile prestijin birbirine bu denli yapışık olmasının, Kara Kabare’nin ilk kırdığı yargılardan biri olduğunu söyleyebilirim; ne kalitede bir işle karşılaşacağını bilen bir izleyici kitlemiz oluştu.”
İlk olarak Kara Kabare’yi sizlerin sözleriyle kısaca tanımak istiyoruz. Nasıl bir topluluksunuz, neler yapıyorsunuz? Oyunlarınızda öne çıkan belirli temalar, teknikler var mı?
Şirvan Akan: Benim için en önemli özelliğimiz, dağılmadan, bölünmeden, farklılıklarımızı görmezden gelmeden, hatta alan açıp farklılıklarımızı kutlayarak bir arada durmayı başaran bir topluluk oluşumuz. Bunu kişisel dönüşümle toplumsal dönüşümü bir arada ele alarak sağlıyoruz. Hiyerarşi yerine, hizmet ruhu taşıyan bir liderlik anlayışı geliştirmeye çalışıyoruz. Üstünde yaşadığımız topraklara verdiğimiz armağan ise tiyatroya kökleniyor. Hiyerarşisizlik, şiddetsizlik ve kapsayıcılık ilkelerini kendi içimizde hayata geçirme yöntemimiz olan “Çember Adabı”, oyunlarımızın da temelini oluşturuyor. Kara Kabare’nin her oyunu, çember adabının ve topluluk ilkelerinin sahne üstüne uyarlanmasıyla ilgili bir önerme taşıyor.
Gamze Dar: Kara Kabare, herkesin “merkeze” eşit uzaklıkta olduğu, herkesin her konuyu getirebildiği, çember adabını hayata geçiren bir topluluk. Günümüzde hızla akan hayat aslında çok komplike; bazen yaşarken kaçırdığımız noktalar oluyor. Topluluk bunları birlikte görmeye, anlamaya çalıştığımız, birbirimizi derinden dinlediğimiz, kalpten konuştuğumuz bir alan. Herkesin bir “nişi” olduğu, yani topluluktaki her bireyin son derece kendine has, biricik ve çok kıymetli bir armağanı olduğu ilkesine inanıyoruz. Koşulsuzca kalpten armağanlar verip aldığımız, araştırmacı bir topluluk Kara Kabare.
Armağan ekonomisinin üzerine kurulduğu ilkelerden biri bu: Hakiki bir şükran.
Sahnelediğiniz oyunun seyirciyle buluşma yolunu mesele eden, üretim/tüketim arasındaki ilişki üzerine düşünen bir topluluksunuz. Bu düşünceler sizi armağan ekonomisi denilen sisteme götürmüş. Öncelikle armağan ekonomisinin ne olduğunu ve işleyişini anlatabilir misiniz?
Şirvan: Bizim uyguladığımız şekliyle armağan ekonomisi, benim yazdığım, sahnelediğim oyunları bir ürün olarak değil, bu topraklara koşulsuzca verdiğim bir armağan olarak görmemle başlıyor. Bana hayat armağanı verilmiş; bu armağan karşılığında benden hiçbir şey istenmemiş. Üstüne bir de bu toprakların denizi, güneşi, şarkısı, türküsüyle serpilmişim. İçimde muazzam bir şükran var; oyunlarımı armağan etmek bu şükranın bir ifadesi. Armağan ekonomisinin üzerine kurulduğu ilkelerden biri bu: Hakiki bir şükran. Bir diğer ilke de güven: “Ben karşılık beklemeden armağanımı verirsem, ihtiyaçlarım karşılanacak, aç ve açıkta kalmayacağım.” Başka bir dille söylersek: Hayalini kurduğumuz dünya, hemen bugün, şimdi!
Oyundan önceye (armağan listeleri, seçimleri, seyircinin hazırlığı) ve sonraya (armağanların tiyatro topluluğunca paylaşılması/tüketilmesi, bazı armağanların niteliği gereği seyirciyle yeniden buluşmalar) yayılan süreç, Kara Kabare’nin kimliğiyle, misyonuyla ilgili neler söylüyor?
Şirvan: Evet, en önemli noktalardan birine parmak bastınız: Bizim sürecimiz oyundan önceye ve sonraya yayılıyor. Armağan ekonomisiyle çalışınca, oyuncu için “oyunumu oynadım, bitti gittim”, seyirci için de “oyunu izledim, bitti, kendi dünyama döndüm” hallerinin ötesine yayılan bir ilişki kuruluyor. Bunu çok önemli buluyorum çünkü bizden, derin kültürümüzden çalınan, sonra da bize geri satılmaya çalışılan şey bu: Topluluk bağları.
Büyük anlatıların (Komünizm, din…) yıkıldığı, bizi bir arada tutan hiçbir merkezin kalmadığı bu dönemde, bir “birleşme noktası” olarak tiyatroyu kurgulayabilir miyiz? İnsanların bir araya gelmesi, birlikte yaşamı kutlaması için tiyatro alan açabilir mi? Benim son dönemde üstüne düşündüğüm sorular bunlar. Tiyatrocu olarak kendime çok büyük bir sorumluluk yüklüyorum, bu sorumluluğu hürmetle eğilerek can-ı gönülden kabul ediyor, elimden geldiğince taşımaya çalışıyorum: Toplumsal barış, toplumsal bütünlük için köprüler kurmak, alanlar açmak. Armağan ekonomisi yöntemlerinin seyirciyi de böylesi bir sorumluluğa davet ettiğini gözlemliyorum. En basitinden, bizim oyunlara bilet alırken düşünmek zorunda bırakıyor: “Aldığım armağanla nasıl ilişkileniyorum? Yoksunluk korkusu yaşıyor muyum? Verdiğim armağan oyuncuların emeğini dengeledi mi? Ben dengede hissediyor muyum?” Bunlar çok dönüştürücü sorular. ZBAM!’ı izlemeye gelen bir grup genç öğrencinin ertesi gün oyunla ilgili hocalarıyla söyleşmek için buluştuklarında konuyu “ben bu hayattan ne istiyorum?” diye açtıklarını öğrendik. Bizim de armağan etmek istediğimiz buydu: Cevaplar değil, dönüştürücü sorular.
İlk başladığımızda karşılaştığımız meydan okumalardan biri de pahalı biletlerimiz olmadığı için ciddiye alınmamak konusunda oldu.
Topluluk olarak 10. Yılınıza girdiniz. Bağımsız, hatta bilet satışsız tiyatro yapmak nasıl mümkün oluyor? Bu mucizeyi mümkün kılan şeyler size göre neler oldu? Bununla birlikte bu 10 yılda sizi en çok zorlayan şeyler nelerdi?
Şirvan: Ben “nasıl mümkün oldu” sorusuna bir soruyla cevap veriyorum hep: “Hem sevdiğin işi yap, hem para kazan” ilkesi, hangi anlatının ilkesi? Başka bir çağda yaşasaydık, misal bir kabilede olsaydık, ben akşam ateş başında çok güzel davul çalıp harika dans ettiğim diye, ertesi gün kabilenin tohum toplama ve sepet örme işlerinden muaf tutulacak mıydım? Bu bağlamda modernizmle uyuşmayan bir yaklaşımım olduğu söylenebilir: Hayatımı sürdürmek için tiyatro yapmıyorum. Armağanım, tutkum, ekolojik olarak doldurduğum yer bu olduğu için tiyatro yapıyorum. Yaşamımı sürdürmek için de başka işler yapıyorum. Topluluğumuzdaki herkes için bunun geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Başka topluluklarda oynayarak, ders vererek, çeviri yaparak yaşamımızı sürdürüyoruz, 10 yıldır armağan ekonomisiyle işleyen topluluğumuz bu şekilde ayakta kaldı. Bana kalsa toprak ekip biçmek gibi yaşamın üretilmesine daha doğrudan bir katkım olsun isterdim, ama mümkün olamıyor. Pandemi hayatımıza girdiğinde, neden atıl kalan tiyatro binalarının çatısına minik permakültür bahçeleri kurmadık? Bu soruya henüz tatmin edici bir yanıt bulamadım. Hayır, tiyatronun bir lüks olduğunu düşünmüyorum. Sadece kapitalist üretim-tüketim ilişkilerinin içimize fazla işlediğini, o yüzden de bir kavram karmaşası yaşadığımızı, tiyatronun işlevinin eğlence sektörünün işleviyle karıştığını düşünüyorum.
Benim anlamlar ve deneyimler dünyamda, böyle bir iş yapmakta ve 10 yıl sürdürmekte karşılaştığım manevi zorluklardan biri tükenmemek, dirençli, dayanıklı kalabilmek. Topluluğumuzda kurduğumuz kalpten, samimi bağlantı bu açıdan da çok kıymetli. Birbirimizden güç alıyor, birbirimizden öğreniyoruz. İlk başladığımızda karşılaştığımız meydan okumalardan biri de pahalı biletlerimiz olmadığı için ciddiye alınmamak konusunda oldu. Başlarda, armağan ekonomisiyle oyuna gelen seyirciler oyundan büyük bir şaşkınlık içinde çıkıyor, para vermeden gelme ihtimali yüzünden bizim iyi bir oyun çıkaramayacağımıza dair bir önyargı taşıdıklarını itiraf ediyorlardı. Para ile prestijin birbirine bu denli yapışık olmasının, Kara Kabare’nin ilk kırdığı yargılardan biri olduğunu söyleyebilirim; ne kalitede bir işle karşılaşacağını bilen bir izleyici kitlemiz oluştu. Her zaman kendi alanında çok parlak olan oyuncularla çalışma fırsatı bulduk; topluluğumuza, yolumuza, işlerimize kalpten inanan insanlar bulabildiğim için şükran doluyum. Hatta yeni oyunumuzda bestelerimizi Global Music Awards ödüllü Nazım Çınar yapıyor; topluluğumuz kıymetli insanların katılımıyla büyümeye ve zenginleşmeye devam ediyor.
Web sitenizde armağan ekonomisini açıklarken “ne zaman geleceği belli olmayan bir toplumsal dönüşümü beklemek istemedik” diyorsunuz. Kara Kabare’nin farklı ve cesur adımlarının diğer bağımsız tiyatrolarda bir yankı oluşturduğunu düşünüyor musunuz?
Şirvan: İkinci oyunumuz “Kamamber” döneminde armağan ekonomisiyle çalışmak isteyen bir dansçı bizimle iletişime geçmiş ve bizde bir şenlik havası yaratmıştı. Tiyatro alanında olmasa da bu yöntemin giderek yayıldığını gözlemliyoruz. Yeni oyunumuz “Zenhar” seyirlik bir tiyatro gibi değil seyircinin katılımcı olabileceği bir tören olarak tasarlandı. O yüzden başından beri bir tiyatro sahnesinde değil, yoga stüdyosu gibi bir yerde sahnelemeyi hayal ediyor, bir yandan da bu ekonomik kriz ortamında bizim yöntemimizi kabul edecek bir müessese bulmakta zorlanacağımızı düşünüyordum. Derken mucizevi bir şey oldu: Bomonti’de oldukça şık, kocaman bir yoga stüdyosu olan Oasis ile bir görüşme ayarladık. Meğerse onlar da Freemium üyelik diye bir kavram yaratmışlar ve armağan ekonomisiyle çalışıyorlarmış! Bizim için böyle yol arkadaşları bulmak o kadar kıymetli ki!
Şunu da eklemeliyim; sahne açıp tiyatroyu ayakta tutan, akıl almaz KDV’ler, vergiler, faturalarla uğraşarak ülkemizde tiyatro alanının canlı kalmasını sağlayan meslektaşlarıma dair içimde büyük bir takdir var; bizim yöntemimiz bu anlayışa asla karşı değil; modern dünyanın kurallarına göre oynayabilen ve ayakta kalmayı başarabilen bu tiyatrocular da olmasa halimiz nice olurdu! Bununla birlikte, bizim yaptığımıza da ihtiyaç var. Başka bir dünyanın, başka bir ilişkilenmenin, başka bir ekonominin mümkün olduğu “deneyimine” ihtiyacımız var. Biz de tam o köşeyi tutuyoruz işte. Eğer bu konuyu kişisel dönüşümle birlikte ele almasaydık, devam ettirebileceğimizi sanmıyorum; yani misal ben yaptığımız şey için meslektaşlarımdan takdir bekliyor olsaydım, büyük hayal kırıklığı yaşardım. Bazen yalnız hissetsem de, şükran duygumla bağlantıya geçtiğimde, topluluğumun desteğini aldığımda kendime gelip toparlanabiliyorum.
Seyircilerin biletsiz tiyatroya yaklaşımı nasıl? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Tuba Karabey: Kamamber’i izlediğimde armağan ekonomisiyle bir seyirci olarak tanışmıştım. Hediyeleşmeyi seven biri olarak beni çok heyecanlandırmıştı, ilginç gelmişti. Kamamber’den sonraki oyun ZBAM!’da da oyuncu olarak armağan ekonomisiyle tüm ihtiyaçlarımın karşılandığını söyleyebilirim. Ama en önemlisi, burada bu sistemle hiç tanımadığın insanlarla bağ kurmak. Mesela yoga dersi armağanımı veren birkaç yoga eğitmeni ile beraber buluşup ders yaptık, sohbet ettik. Hatta bir yoga eğitmeni oynadığım başka oyunları da seyrettiğini söyleyince üzerine konuştuk, heyecanlandık, mutlu olduk. Sonra başka anım; bir oyun öncesi armağanlarımızı alırken hediye paketi ile kaplanmış bir kitap geldi, üzerinde şu yazıyor: “Bir çocuğu ya da sevdiğin birini dizlerine yatır ve oku.” Kimin armağanı olduğunu bilmediğim için gözlerim dolu dolu salona öylece baktım, gülümsedim, huzur doldu içim. İşte bu benim için paradan daha kıymetli.
Armağan listenizde neler var? Listeyi nasıl hazırlıyorsunuz? Öne çıkan, yoğunlaşılan armağanlar oluyor mu? Erkeklerin nakit para vermeyi tercih ettiklerini söylüyorsunuz mesela.
Tuba: Armağan listemizde atalık tohumdan yoga dersine kadar her şey var. Ayrıca nakit para armağanı da var. Kendi ihtiyaç listemi paylaşayım: Yoga dersi, dans dersi, kitap, kahve, tuvalet kağıdı, çiçek, ceviz, mum, istediğimiz başka bir tiyatro oyununa bilet, şarap, nakit para, çamaşır deterjanı gibi :)) Her oyun öncesi armağan listemize ekleme çıkarma yaparak güncelliyoruz.
Şirvan: Son zamanlara doğru sahne kiralarını karşılayabilmek için armağan yelpazesi yöntemine geçiş yaptık. Bu yöntemde seyircinin iki seçeneği var: “Gönlümden kopan nakit para armağanını oyunu izledikten sonra vereceğim” ya da “Gönlümden kopan başka bir armağan var.” Nakit para armağanı için belirli bir miktar da verilebilir: “50 – 300 lira arasında bir armağan bizi dengelenmiş hissettirir” denebilir mesela.
Pandemi, zaten yeterli desteği hiçbir zaman göremeyen kültür sanat dünyasını daha da çözümsüz noktalara taşıdı. Bu süreçte neler yaşadınız ve yaşıyorsunuz? Bağımsız tiyatrolara yönelik destek politikaları hakkında düşünceleriniz ve önerileriniz neler?
Şirvan: İçimde pandemide işsiz kalan dostlara, hayatına son veren müzisyenlere dair büyük bir yas var. Kültür sanat alanındaki meslektaşlarımın ayakta kalmak için seçtiği her yolu kutlamak ve onurlandırmak isterim. Bununla birlikte, ben kendi seyircimiz dışında kimseden destek beklemek istemiyorum. Yeni oyunumuz için, yine bir çeşit armağan ekonomisi yöntemi olan kitlesel fonlamayı seçtik; Fongogo sitesinde dileyen herkesin katkıda bulunabileceği bir kumbara açtık. Bize verilen armağanlar karşılığında biz de bir sürü sürprizli armağan veriyoruz; oyuna davetiye, oyunculuk dersi, kendi törenini yapma atölyesi, başka topluluklarla söyleşiler ve tabii ki çemberler! (Kumbaraya katkıda bulunup ekiple yolculuğa çıkmak isteyenler bu bağlantıyı ziyaret edebilir.)
Yinelemek istiyorum; tiyatro alanının sektörleşmesi, emekçilerin haklarının gözetilmesi için uğraş veren, iş güvenliği, sigortalama gibi konularda yaşanan büyük haksızlıklarla mücadele eden, devletle bağlar geliştirip alanın desteklenmesi için çaba harcayan tiyatro aktivisti dostlarımın çabalarını çok kıymetli buluyorum. Fakat başka bir yol da var; bunu söylemeye ve hayata geçirmeye devam edeceğim. Kara Kabare pandemide para sıkıntısı çekmedi, çünkü elinde para tutmuyor, mülksüz ve kâr amacı gütmüyor. Hayalini kurduğum dünyada, ben tiyatrocu olarak akşam ateş başında dans edip hikaye anlatıyorum; ertesi sabah da hep birlikte permakültür bahçelerimizde atalık tohumlarımızı ekip biçiyoruz; ateş başında hikaye anlatmamı destekleyen ayrı bir yapı düşünemiyorum, sığmıyor hayalime. Sizin hayaliniz nasıl?
Şu an mutfağınızda seyirciyle buluşmayı bekleyen neler var? Oyunlar dışında yine armağan ekonomisi gibi dönüştürücü, farkındalık yaratacak yaklaşımlarınız olacak mı?
Gamze: Şu an mutfağımızda pandemi döneminde bize oyun armağanıyla gelen sevgili yönetmenimiz Şirvan Akan’ın “Zenhar” isimli oyununun provaları var. Antroposen çağında bizi bir arada tutabilecek bir “anlatının” araştırmasını, seyircinin katılımıyla ve hep birlikte erginlenerek deneyimlemek üzere bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğu oyunun replikleriyle tarif edersek “Adım attıkça yolumuza taşların serildiği” bir yolculuk. Gerisi merak unsuru olsun; seyircimizi heyecanımıza ortak olmaya, kendi yolculuklarına çıkmaya, kendi çemberlerini kurmaya davet ediyoruz.
Şirvan: Gamze’nin uyandırdığı gizeme ben de şunları ekleyerek sözlerimi bitireyim: Tek bir oyun “izleyince”, tek bir kitap okuyunca dünya değişiyor mu? İnteraktif değil, “katılımcı”, tek bir oyun değil, doğanın döngülerini takip ederek tüm yıla yayılan bir yolculuk! Yeni dünyaya! Aşk olsun, barış olsun.
Bizi Takip Edin