Hukuk Devletinin Köpeklerle İmtihanı ve Avukat Örgütlenmesinin Önemi
Köpek düşmanlığı konusunda vites artmış olabilir ama biz de başta avukatlar olmak üzere tüm meslek gruplarından aktivistlerle köpeklerimizin yanında her zamankinden daha güçlü, cesur, kararlı ve örgütlü duruyoruz.
Son günlerde Türkiye’nin gündeminde köpekler var. Gaziantep’te yaşanan olay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları ve son olarak Çevre, Şehircilik ve İkim Değişikliği Bakanlığının genelgesi. Yürütme kanadında konuyla ilgili ağzı olan konuşuyor ama hukuk devleti olduğu iddia edilen bir ülkede kimsenin aklına kanundan bahsetmek gelmiyor. Kanuna göre bu kadar net olan bir durumun, bu derece polemik konusu hâline gelmesinin altında iyi niyetli bir amaç olmadığı aşikâr.
Öncelikle Hayvanları Koruma Kanunu’nun 2004 yılından beri yürürlükte olan ve 2021 temmuz ayında yürürlüğe giren değişiklikte de aynen korunan 6. maddesini hatırlayalım. 6. madde gereğince; köpeklerin yaşam alanını sokaklar, parklar, bahçeler, yani insanın bulunduğu her yerdir. Belediyeler sokaklarda yaşamını sürdüren köpekleri sadece onların iyiliği için kısırlaştırma, aşılama, tedavi amaçlarıyla geçici hayvan bakımevine götürebilir ve işlemler tamamlanır tamamlanmaz aldığı yere geri bırakmak zorundadır. Bu işlemleri yaparken köpeğe zarar vermeden, onu korkutmadan, onun bir çöp değil canlı olduğunun farkında olarak hareket etmek zorundadır.
Açıklamada geçen; belediyelerin barınak (kanundaki adıyla geçici hayvan bakımevi) kurma zorunluluğuna, köpeklerin beslenmesi için gıda artıklarının kullanılmasına yönelik bir strateji oluşturulmasına ilişkin ifadelerde bir problem yok. Bunlar zaten kanunun da belirttiği, bizim de argümanlarımızda vurguladığımız ancak belediyelerin çoğunun uygulamamakta ısrarcı olduğu konular. Ancak; Cumhurbaşkanının “sahipsiz hayvanların yeri sokaklar değildir” ifadesi kanuna aykırıdır ve kabul edilemez.
Asıl önemli olan bu açıklamanın sahaya yansımaları. Açıklamanın muhatabı olan belediyeler, köpekleri kendilerine yük olarak gördükleri için onlardan kurtulmanın yollarını arayan, hâlihazırda kanuna açıkça aykırı davranarak köpekleri öldürmekten, ormana atmaktan, bakımevine hapsetmekten çekinmeyen; görevlerine aykırı davrandıkları için yaptığımız suç duyurularında soruşturma izni verilmediği için işledikleri suçlar cezası kalan, bundan cesaret alarak kanuna aykırı davranışlarını daha da arttıran kurumlar. Açıklama, kanuna aykırı davranmayı, suç işlemeyi alışkanlık hâline getirmiş belediyelere, bir cesaret kapısı daha yarattı. Açıklamanın hemen arkasından, her zamankinden daha kendine güvenli, daha cesur, daha sert, daha umursamaz tavırlarla köpekleri çöp gibi toplamaya başladılar. Çoğunun köpekleri götürebilecekleri bir geçici hayvan bakımevi bile olmamasına rağmen, köpekleri alıp bilinmezliğe götürdüler.
Cumhurbaşkanının açıklamalarının rüzgârı dinmemişken bu sefer bir haber de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık tüm belediyelere bir genelge gönderdi. Aslında genelgede, kanundan farklı bir şey yazmıyor. Açıklamada yer alan açıkça kanuna aykırı ifadeden sonra, kanunda yer alan belediyelerin aldığı yere geri bırakma yükümlülüğünü yuvarlak ifadelerle de olsa belirterek durumu toparlamaya çalışmış gibi görünüyor.
Ama genelgede geçen ifadeleri daha detaylı irdelediğimizde; bir algı yaratma, kanuna dayalı zorunluluklardan ziyade takdire dayalı bir uygulama yapma çabası içinde olduğunu görebiliyoruz. Rehabilite edilmeden alındığı yere bırakılmaz, saldırgan tavırları düzelmeden alındığı yere bırakılmaz, sağlığına kavuşmadan alındığı yere bırakılmaz gibi ifadelerle, sanki esas olan alındığı yere bırakılmama gibi bir hava yaratmaya çalışıyor. Net bir şekilde; “belediyeler sokaktan aldıkları köpekleri kısırlaştırma, aşılama, tedavi işlemleri tamamlandıktan sonra Hayvanları Koruma Kanununun 6. maddesi gereğince aldığı yere geri bırakmak zorundadır, bu sayılanlardan başka gerekçeyle köpek toplayamaz” gibi bir ifade kullanmıyor. Bunun yanında, rehabilitasyon sürecinin kaç günde tamamlanacağı, saldırganlık hususunun hangi kriterlere göre değerlendirileceği, yine hangi kriterlere göre saldırganlığın geçtiği kanaatine varılacağı gibi konularda somut bir nitelendirme yapmıyor. Bakımevine alınan köpeklerin özgürlüklerine kavuşmalarını tamamen belediye görevlilerinin takdirine bırakmaya çalışıyor. Bu şekilde takdire dayalı uygulamalar ne hukuk devletiyle ne de Hayvanları Koruma Kanunu ile bağdaşır. Genelgeyle ilgili bir diğer gariplik de genelgeyi yayınlayan Bakanlık. Hayvanları Koruma Kanunu’nun ana yürütücüsü olan, belediyeleri hayvanla ilgili görevleri konusunda denetlemekle ve gerektiğinde onlara yaptırım uygulamakla görevli olan Tarım ve Orman Bakanlığı olmasına rağmen, nedense bu genelge Çevre, şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yayınlandı.
Geldiğimiz noktada en önemli konu; açıklamalar, genelge ve bundan cesaret alıp kanuna aykırı şekilde köpek toplayan belediyeler ile ilgili sahadaki gönüllüler olarak bizler ne yapmalıyız. Öncelikle belediyelerin kanuna aykırı davrandığının, bu konudaki haklarımızın farkında olalım. Bu kanuna aykırı davranışlarla ilgili karakol ve savcılıklara suç duyurusunda bulunma hakkımız var. Özellikle hayvan koruma polisini (HAYDİ) bu konularda hayvan lehine kullanmaya çalışalım. Sağlıklı bir süreç ilerletebilmemiz için iddiamızı ispat edebilmemiz gerekiyor. Bunun için de bölgemizde yaşayan köpeklerimizin tek tek farkında olalım, fotoğraflarını, küpe numaralarını elimizde bulunduralım. Kanuna aykırı toplama işlemi gerçekleşirken mutlaka fotoğraf, video kaydı alalım ve köpeklerin nereye götürüldüğünü takip edelim. Bu verilerle suç duyurumuzu yapalım.
Tüm bu gelişmeler, belediyelerden gelen kurumsal şiddetin yanında bireysel şiddeti de arttırdı. İnsanlar hem yürütme kanadından gelen açıklamalarla hem yasama kanadının çıkardığı yetersiz yasayla hem de basının büyük bölümünün köpekleri hedef gösteren haberleriyle köpeklerin toplumun gözünde düşmanlaştırılması sonucunda bireysel şiddet için cesaret buldu. Türkiye’nin her yerinde köpeklere yönelik ateşli silahla öldürme, zehirleme vb. fiillerde artış meydana geldi.
Karşı karşıya kaldığımız bu şiddet sarmalı karşısında biz de hızlıca hukuk mücadelesine giriştik. Belediyelerin kanunsuz toplamalarıyla ilgili; İstanbul Bağcılar, Ankara Kızılcahamam, Konya Selçuklu, Nevşehir Derinkuyu, Kilis Elbeyli, Düzce Gümüşova, Şanlıurfa Akçakale, Van Erciş, Samsun Yakakent, Afyon Sandıklı, Afyon Bolvadin, Kahramanmaraş Elbistan, Kocaeli Körfez, Nevşehir Göreme, Kırıkkale Yahşihan belediyeleri hakkında suç duyurusunda bulunduk. Bireysel şiddet ile ilgili; İstanbul Tuzla, Şanlıurfa Viranşehir, Çankırı Şabanözü, İstanbul Esenler, Burdur Hacılar olayları hakkında suç duyurusunda bulunduk. Herkese tanık olduğu kanunsuz toplama ve bireysel şiddet olaylarıyla ilgili suç duyurusunda bulunma çağrımızı yineliyoruz.
Tam da böyle zamanlarda Hayvanlara Adalet Derneği’nin kuruluş amacı olan Türkiye geneli avukat örgütlenmesinin önemini bir kez daha anlıyoruz. Yürütme kanadından gelen açıklamalar ve buna dayalı olarak yapılan kanunsuz toplamalar gerçekleşirken, biz de adeta buna bir cevap niteliğinde Diyarbakır’da Baronun Hayvan Hakları Merkezinin davetiyle bir meslek içi eğitim seminerindeydik. O bölgedeki meslektaşlarımızla tanıştık, hayvan haklarını ve mücadeleyi konuştuk. Diyarbakır Barosu Hayvan Hakları Merkezi ve Hayvanlara Adalet Derneği olarak hayvan hakları için iş birliği ve örgütlü mücadele kararı aldık. Türkiye’nin her yerinde meslektaşlarımızla kuracağımız bu tarz iş birlikleri hayvan hakları mücadelesine güç katacaktır. Şu ana kadar altı kere yapılan ve yedincisi için gün saydığımız Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurultayları bu örgütlenme çabasına çok önemli katkı sağlamaktadır. Hâlihazırda Türkiye’nin birçok ilindeki meslektaşlarımızla süren irtibatlarımızın kaynağı bu kurultaylardır.
Hayvan hakları mücadelesinde yer alan bir avukat en kısa ve net ifadesiyle dosta güven düşmana korku verir. Her ne kadar son dönemde avukatlık mesleğine yönelik bir itibarsızlaştırma girişimi olsa da bu meslek hâlâ özellikle küçük yerlerde saygı görmektedir. Hayvanlar için kamu kurumlarıyla yapılan görüşmelerde bir avukatın da yer alması, kanun koyucuya taleplerin avukat ağzından açıklanması, yargı süreçlerinde kişilerin ya da sivil toplum kuruluşlarının bir avukatla temsil edilmesi hem daha etkili, doğru iletişim anlamında hem de muhatap olduğumuz kurumların mevzuya verecekleri önem anlamında mücadeleye olumlu katkılar sağlamaktadır. Bunun yanında, her anlamda baskının yoğun olduğu Türkiye gibi ülkelerde, insanların hak arama cesaretleri ve umutları yok edilmiş durumdadır. İnsanlara bu cesareti verecek, yol gösterecek, şikâyet etmek hakkın, korkma diyecek olan avukatlardır. O yüzden her hak mücadelesinde olduğu gibi hayvan hakları mücadelesi için de avukatlar çok önemlidir.
Bizim de Türkiye geneli avukat örgütlenmesine verdiğimiz önem, bunun için harcadığımız çaba bu yüzdendir. Son yaşadığımız olaylarda, Türkiye geneli örgütlenme anlamında daha yolun çok başında olmamıza rağmen, Baroların güçlü bir şekilde ses yükseltmesi ve belediyelere kanuna uyun çağrısı yapması çok değerlidir. Mücadeledeki avukat sayısı arttıkça bu çağrıların etki alanı da genişleyecektir.
Türkiye’de köpeklerin yaşamı her zaman zordu. Köpek düşmanlığı konusunda vites artmış olabilir ama biz de başta avukatlar olmak üzere tüm meslek gruplarından aktivistlerle köpeklerimizin yanında her zamankinden daha güçlü, cesur, kararlı ve örgütlü duruyoruz. Bireysel direnişle, örgütlü mücadeleyle, yeri geldiğinde de kanundaki haklarımızı kullanarak böyle bir katliama izin vermeyeceğiz.
Barış Karlı
Bizi Takip Edin