Zor Olsa da Barış: Guetamala’da Savaş ve Müzakere Süreçleri
'Guatemala örneği bize, on yıllar süren bir savaşın sonrasında bile müzakerelerin mümkün olduğunu göstermiş, böyle bir ümidi diğer çatışma deneyimleri için de mümkün kılmıştır.' Çatışma Çözümü ve Barış İnşasında Dünya Deneyimleri Örnekleri dosyamızın ikinci röportajında Guatemala iç savaşı ve ardından gelen barış sürecini Raportör Kudret Çobanlı ile konuştuk.
Barış süreçlerini konuşurken o ülkenin sosyopolitik ve sosyoekonomik yapısını bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum.. Guatemala nasıl bir yer, sosyopolitik ve sosyoekonomik yapısı nasıl?
36 yıllık bir iç savaştan geçen Guatemala, Büyük Okyanus’a kıyısı olan, Meksika’nın doğusunda bir Orta Amerika ülkesi. Çoğu Latin Amerika ülkesi gibi tarihine damga vuran olay bir sömürge ülkesi olması; 16. yüzyıldan 1821’e kadar İspanyol sömürgesi altında kalıyor. Nüfusun %56’sını Maya ve İspanyol karışımı bir etnik grup olan Ladinolar, %44’ünü Mayalar ve diğer yerli halklar oluşturuyor. 2020’deki nüfusu 18 milyon olarak tahmin edilse de iç savaşın sürdüğü yıllar boyunca nüfusun 5 ila 10 milyon arasında değiştiğini hatırlamak iç savaşa dair sunacağım veriler açısından elzem.
Sosyoekonomik göstergeler açısından ise ilk söylenecek şey Guatemala’nın dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biri olmasıdır. Daha önemlisi, Guatemala esasen etnik farklılıklarla iç içe geçmiş derin bir ekonomik katmanlaşmayla malul. Tüm ekonomik göstergeler, yerli halk için ulusal ortalamanın altında seyrediyor. En yüksek sosyo-ekonomik katmanda yerli halktan neredeyse kimse yok. En çarpıcı veri olarak, esas geçim kaynağının tarım olduğu ülkede ekilebilir arazinin %70’i halen %3’ten az bir nüfus grubunun elinde bulunduğunu söyleyebiliriz.
Verilere göre Guatemala’nın dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biri olduğunu söylüyorsunuz. Çatışmaya sebep olan durum bu eşitsizlik hali mi ya da çatışmaya neden olan dinamikler nelerdi?
Çatışmaya neden olan tarihsel dinamikleri sömürgecilik ve mirası, etnik ayrımcılık ve otoriter yönetimler olarak sıralayabiliriz. Sömürge döneminden yakın zamana dek Guatemala tarihi, aşırı sosyo-ekonomik eşitsizlik, büyük siyasi baskı, azınlığın elinde güç birikimi ve Maya nüfusunun marjinalleşmesiyle karakterize olmuş haldeydi.
Guatemala’da da eşitsizliklerin kökeninde sömürge tarihi yer alıyor. Sömürge tarihi boyunca Maya halkları, agro-elit bir azınlığı oluşturan Ladinolar ile ekonomiye egemen olan toprak sahiplerinin sistematik baskısına ve siyaseten egemenliğine maruz kalıyorlar. Bu tabloya, Mayaların yönetime neredeyse hiç katılamadığı ırkçı sistem eşlik ediyor. Sömürge ırkçılığı, yerli halkların daha aşağı olduğu ve potansiyel isyankârlar olduğu inanışını miras bırakmıştı ve bu, onların imhasından yana devleti daha az sorumlu hale getiriyordu. Guatemala, İspanya’dan bağımsızlığını 1821’de kazandı. Ancak, azınlıktaki bir elitin gücünün kurumsallaştığı ve ırkçılığa kadar varan etnik ayrımcılığın devam ettiği bir anlayışla yönetilmeye devam etti.
Bir başka kök neden, Guatemala siyasetinin otoriter yapısıdır. Guatemala, 20. yüzyılın ortasına kadar otoriter hükümetler veya diktatörler tarafından yönetilmişti. Elbette bu, hükümet işlerine toplumsal katılımın neredeyse hiç olmaması anlamına geliyordu. Bu tablo içerisinde, 1944-1954 arasında yaşanan Guatemala İlkbaharı siyasetin açıldığı bir dönem anlamına gelse de 1954’teki ABD destekli darbe Guatemala’yı yeniden antidemokratik bir dönemin içine soktu. 1954’ten 1986’da tekrar sivil yönetime dönülene kadar Guatemala askerî darbeler, cuntalar veya “seçilmiş” askerî hükümetler tarafından yönetilmeye devam etti.
Tüm bu unsurlar, Guatelama’da iç savaşa giden yolun tarihsel yapıtaşlarını döşemişti. Ancak çatışma esasen, 1960’lardan itibaren ortaya çıkan gerilla gruplarının Marksist bir sınıf savaşı perspektifiyle devrim hedefleyerek mücadeleye girişmesiyle başlayacaktır.
Peki, çatışmanın aktörleri ve talepleri nelerdi?
Guatemala’da savaş sivil ve askerî elitin elinde toplanan kaynakların adil bölüşümü ve demokratikleşme isteği ile bunun karşısında duran militerleşmiş bir oligarşi sınıfı arasındaki çatışma olarak başlasa da giderek Mayaların bastırıldığı bir rejime dönmüştür. Başka bir deyişle, 1960’lardan itibaren ortaya çıkan gerilla grupları, Marksist bir sınıf savaşı perspektifiyle devrim hedefleyerek mücadeleye başlayacak ancak 1970’lerden itibaren giderek daha çok savaşın etnik boyutunun farkına varacaklardır.
Guatemala, iç savaşı hakkındaki literatür 1982’de dört örgütün birleşimine kadar Gutemala’da her biri farklı siyasi, askerî güce ve farklı stratejilere sahip birçok gerilla grubunun olduğunun altını çiziyor. 1982’de ise Silahlı Asi Kuvvetleri (FAR), Yoksulların Gerilla Ordusu (EGP), Halkın Silahlı Devrimci Örgütü (ORPA) ve Guatemala İşçi Partisi Ulusal Direktif Çekirdeği (PGT-NDN) birleşiyor ve Guatemala Devrimci Ulusal Birliği (URNG) adını alıyorlar. URNG’nin birincil hedefi “Guatemala halkının baskı, sömürü, ayrımcılık ve yabancı ülkelere bağımlılıktan kurtulmasını” sağlayacak bir devrimci halk savaşı başlatmaktı. URNG, komünistlerden demokratlara ve dindarlara, sendika liderlerinden öğrencilere farklı kesimleri barındırsa da Marksist-Leninist bir çizgideydi.
Gerilla gruplarının karşısında ise dört başı mağrur bir kontrgerilla devleti ve onun şiddet aygıtları vardı. İç savaş boyunca ordu, bir siyasi güvenlik aygıtı gibi toplumun her düzeyine nüfuz ederek, resmî veya gayriresmi yollarla, sistematik tehdit, işkence ve infazlarla muhalefet hareketini kontrol etmeye çalıştı. Bu tabloda ordunun yanısıra paramilter yapılar şiddetin artmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu paramiliter yapılar içerisinde, Türkiye’deki köy koruculuğu sistemine benzeyen, sivillerden zorla veya zoraki yöntemlerle devşirilen, bir “kimliklendirme” aracı olarak da işlev gören Sivil Öz Savunma Devriyeleri’nden (PAC) ayrıca bahsetmek gerekiyor.. Bir başka paramiliter yapı ise, ordu tarafından finanse edilen ve kurbanlarını ve yakınlarını korkutmak için uçaktan atma, öldürdükleri bedenlerin üzerine anti-komünist mesajlar asma, psikolojik şiddet uygulama gibi yöntemler kullanan ölüm mangalarıydı. Tüm bu kontrgerilla tablosuna, yanıbaşında ikinci bir Küba örneği yaşanmasını istemeyen ABD de özel harekât birlikleriyle aktif olarak katılıyordu. Guatemala İç Savaşı’nın ABD ordusu ve CİA’nin aktif olarak müdahil olduğu ilk iç savaş olduğu söylenebilir.
Guatemala’nın çok katmerli bir yapısını olduğundan söz ediyorsunuz. Çatışmanın tarihsel gelişimini nasıl ele aldınız?
DİSA için yazdığım raporda savaşı üç dönem altında inceliyorum: Reformist Askerlerin Darbe Girişimi ve Silahlı Mücadelesini kapsayan 1960-1970 arasındaki ilk dönem, 1971-1977 arasındaki İkinci Gerilla Hareketi Dalgası ve 1978-1985 arasını kapsayan İç Savaşın Yükselişi ve Artan Toplumsal Yıkım Dönemi.
Savaşın ilk evresi daha küçük çaplı ve başta başkent Guatemala City olmak üzere şehirlerdeki siyasi muhalefete karşı girişilmiş operasyonlar olarak vuku bulmuştur. Daha önce de söylediğim gibi bu ilk dönemde gerilla kuvvetler yerli Maya halkı ile çok ilişkiye girmiyor ve Che Guevara’dan esinle foco stratejisi dahilinde mücadelelerini yürütüyorlar. 1970’lerdeki ikinci dönemde ise gerilla grupları uzun erimli bir savaşı planlamak, kırsalda üsler kurmak ve altyapı geliştirmek, yerel halkı mücadeleye dahil etmek ve uluslararası arenada meşruiyet cephesi sağlamak için çalışıyorlar. Bu dönemde Maya halkı hem çatışmaların kurbanları hem de gerilla hareketinin aktörleri olarak savaşa dahil oluyorlar. Savaşın şiddetini en çok arttırdığı ve kitlesel yıkıma sebep olduğu dönem ise 1978 ve özellikle 1982 sonrası dönem.
36 yıl süren bir çatışma sürecinden bahsediyoruz. Çatışma süreci, çatışmanın yarattığı yıkım ile ilgili nasıl verilere ulaştınız?
Guatemala İç Savaşı, 1960-1996 arasında 36 yıl boyunca süren ve 8-9 milyonluk bir ülkede 200 bin kişinin öldüğü, 1 milyondan fazla kişinin yerinden edildiği bir savaş. Müzakere sürecinde kurulan Hakikatleri Açığa Çıkarma Komisyonu’nun (CEH) 1999 tarihli verileri bize ölüm ve kayıpların %93’ünden devletin sorumlu olduğunu ve mağdurların %86’sının Maya halklarından olduğunu söylüyor. Rapor ayrıca çeşitli gerekçeler göstererek Mayalara karşı işlenen suçları “soykırım” olarak nitelemiştir.
Çatışmanın yarattığı yıkım açısından özellikle eğilinmesi gereken zaman dilimi, Guatemala tarihinin en kanlı dönemi olarak anılan Mart 1982 ile Ağustos 1983 arasındaki General Rios Montt dönemidir. Montt’un başkanlığa gelmesini izleyen 18 ay içerisinde bir stratejik soykırım yürütüldü. 1981’in başlarında, geleneksel olarak yerli halkın yaşadığı dağlık kesimlerinde bir “toprağı temizleme harekâtı” başlatıldı. Bu strateji dahilinde, sivillerle silahlı güçler arasında ayrım güdülmüyor ve savaş hukuku gözetilmiyordu. Toprağı temizleme operasyonları kapsamında, ordu ve onun sivil yerlilerden devşirilmiş devriyeleri de içeren paramiliter güçleri, gerillaya yardım ettiğinden şüphelendikleri ve devletin safına katılmayı reddeden 600’den fazla köye saldırdı. Buralarda yaşayanlar sistematik işkenceye maruz kaldı, kadınlara tecavüz edildi. Ordu, 440 köyü tamamen tahrip etti, bir milyondan fazla kişi yerinden edildi ve çoğunluğu silahsız yerli halktan olmak üzere 150 bin kişi katledildi. Ordu bununla da yetinmeyip gerillanın ve “içerideki düşman”ın işine yarayacağı düşüncesiyle tarlaları, ormanları dahi yaktı. Bu soykırım politikalarının amacı, sadece gerillaların halktaki destek tabanını ortadan kaldırmak değil, aynı zamanda yerli halkların kimliğini, kültürünü ve toplumsal yapılarını da yok etmekti.
Müzakere süreçleri bize ne söylüyor?
Guatemala’da müzakere süreci 10 yıla uzanan ve 3’ü yönteme ilişkin olmak üzere 10 anlaşma ve 300’den fazla taahhütte yayılan bir süreç olarak vuku buluyor. 1986’da Guatemala’nın sivil hayata geçmesi müzakerelere başlanmasında önemli bir adım. Soğuk Savaş’ın bitimi ve bölgesel aktörlerin Latin Amerika’da iç çatışmaları bitirmek üzere bir araya gelişleri de süreci hızlandıran bir etken olarak işliyor. Özellikle Esqupilas 2 anlaşmaları Latin Amerika ülkelerinde iç çatışmaların bitmesi için devletleri sorumlu kılıyordu ve bu anlaşmalar sayesinde Guatemala’da Ulusal Uzlaşı Komisyonu kurulacak, taraflar arasında görüşmeler resmen başlayacaktı. 1994’te hükümet ve gerillalar bir Birleşmiş Milletler Doğrulama Misyonu (MINAGUA) kurulmasını kabul etti. Bu misyon, insan haklarının güçlenmesi ve demilitarizasyonu sağlayan bir dizi anlaşmaya varılmasını izlemekle görevliydi. MINAGUA gözlem raporlarının açıkça altını çizdiği şeylerden biri; Guatemala’da insan haklarının yerleşmesinin önündeki en önemli engel, devletin uzun zamandır iddia ettiği gibi, savaş durumu değil, cezasızlık sorunuydu. Yani devletin bir ateşkes anlaşması imzalanana kadar insan hakları yönünde bir ilerleme sağlanamayacağı argümanı anlamlı değildi.
Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta, Barış sürecinin başında, hükümet ve URNG’nin çatışma bitimine dair durdukları noktanın daha müfrit, uzlaşmaz bir nokta olduğudur. Bu bağlamda, adımların atıldığı ilk yıllarda ordu ve hükümet, barışı URNG’nin kesin olarak silah bırakmasına bağlarken, URNG’de kontrgerilla önlemlerin tümden kaldırılmasında ve kapsamlı bir sosyal reform yapılmasında ısrar ediyordu. Yine de Esquipulas II gibi anlaşmalar ve sivil grupların -bunların içerisinde Katolik kilisesinin ve dinî grupların rolü de ayrıca önemliydi- baskısı tarafların “ödün vermez” pozisyonlarından sıyrılıp diyaloğa doğru adım atmalarını sağladı.
Tüm bunların neticesinde 1994-1996 arasında URNG ve hükümet arasında esasa ilişkin 7 anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar bütünü, ateşkes ve eski savaşçıların yeniden hayata katılımı gibi temel noktaları ele alırken bir yandan da bazı kısıtlılıklarına rağmen çatışmanın altında yatan temel nedenleri irdeliyor, insan haklarına önemli vurgular yapıyor ve mağdurların bilme ve tazmin hakkına saygı gösteren maddeler içeriyordu. Uzun uzadıya değinemeyecek olsam da kapsamlarını göstermek açısından bu 7 anlaşmanın ismini saymak isterim:
Kapsamlı İnsan Hakları Sözleşmesi, Yerinden Edilen Nüfus Gruplarının Yeniden Yerleşimine İlişkin Anlaşma, Geçmişteki İnsan Hakları İhlallerini ve Şiddet Eylemlerini Açıklığa Kavuşturmak İçin Komisyon Kurulmasına İlişkin Anlaşma, Yerli Halkların Kimliği ve Hakları Anlaşması, Sosyo-Ekonomik Konular ve Tarımdaki Durum Anlaşması, Demokratik Bir Toplumda Sivil Alanların Güçlenmesi ve Ordunun Rolü Anlaşması ve son olarak Anayasal Reformlar ve Seçim Rejimi Anlaşması.
Peki, Şimdiki durum? Savaş sonrası durum Guatemala’da günümüze nasıl yansıyor?
Guatemala’daki mevcut durumu şöyle özetlemek mümkün: Barış anlaşmaları imzalandığı günden bu yana Guatemala’da çatışmaya bağlı ölümün yaşanamaması sevindirici olsa da ne yazık ki bu Guatemala’nın ne doğrudan şiddetten ne de yapısal ve kültürel şiddetten azade olduğu anlamına geliyor. Öyle ki çeşitli gözlemciler, “İç savaşın bitiminden beri Guatemala’nın çok daha şiddetli bir ülke haline geldiğini” söylerler. Özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren yükselen şiddet, Guatemala’yı Latin Amerika’nın en tehlikeli ülkelerinden biri haline getirmektedir. Maya hakları savunucusu ve Nobel Barış Ödülü sahibi Rigoberta Menchú’ya göre bu sonucun arkasındaki en önemli neden “ordunun ve iş dünyasının, barışı URNG’nin demobilizasyonundan ibaret saymaları” idi. Guatemala’da barış sonrası şiddet ortamının başrolünde çetelerin ve uyuşturucu kaçakçılarının yanı sıra devlet kurumlarının cezasızlıkla mücadelede irade ortaya koyamamaları bulunuyor.
Guatemala’nın bugününe, insanların kaynaklara eşit derecede ulaşımını engelleyen yapısal şiddet açısından baktığımızda da iç açıcı bir durumla karşılaşmıyoruz. Guatemala siyasetini yorumlayanlar, ülkedeki kalkınma sorununun barışın sağlanmasının temelini oluşturduğuna dikkat çekmektedir.
Türkiye’deki çatışma süreçleriyle benzer, farklı yanları neler? Çözüm için öneri ve tavsiyeleriniz var mı?
Guatemala’daki çatışma süreci üzerine çalışırken, devletlerin iç savaşları bastırmakta birbirlerinden öğrenme kapasiteleri hakkında şaşkınlık yaşadığımı hatırlıyorum. Guatemala bizden çok uzakta, pek de ortak bir yanımız bulunmadığını düşündüğümüz bir ülke olsa da iç savaş sırasında devletin uyguladığı yöntemler arasında bir dereceye kadar benzerlikler var. Özellikle daha önce bahsettiğim Sivil Öz Savunma Birlikleri, Türkiye’de uygulanan Köy Koruculuğu sistemine oldukça benzer şekilde işliyor. Guatemala’da 1981’den itibaren yürütülen Toprağı Temizleme Harekâtı ise; savaşta sivil-gerilla ayrımı yapılmamasıyla, paramiliter güçlerin kullanımıyla, yerleşim yerlerinin boşaltılması ve tahrip edilmesiyle kalınmayıp tarım arazilerinin, ormanların yakılmasıyla Türkiye’de 1993’te uygulamaya konan Alan Hakimiyeti Stratejisi’ni maalesef hatırlatıyor. Bu bağlamda, Guatemala’da özellikle 1981-1983 arası işlenen suçlarla nasıl bir hesaplaşma sürecine girildiği, ne gibi tazminlerde bulunulduğu ve neyin eksik kaldığını incelemek Türkiye örneği için elzem. Sivil devriyeler kurumunun 1996’daki barış anlaşmasıyla kaldırılması ve ardından yaşanan sorunlar da Türkiye’deki tartışmalı koruculuk kurumu için önemli bir örnek teşkil ediyor.
Bu noktada nasıl ki devletler birbirinden baskı ve şiddet tekniklerini öğreniyorsa, bizim de barış isteyenler olarak müzakere ve barış süreçlerine dair birbirimizin deneyimlerinden dersler çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Her şeyden önce, Guatemala örneği bize, soykırıma kadar varan bir şiddetin yaşandığı ve on yıllar süren bir savaşın sonrasında bile müzakerelerin mümkün olduğunu göstermiş, böyle bir ümidi diğer çatışma deneyimleri için de mümkün kılmıştır. Bir başka önemli nokta ise, tarafların, barışın bir süreç olduğunun farkında olması, müzakerelerin çatışmalarla kesildiği dönemler olsa bile yeniden çözüm masasına oturmalarıdır. Yani Guatemala deneyimi bize barışın bir süreç olduğunu ve uzun yıllar sürecek bir sorumluluk ile bağlılık gerektirdiğini göstermektedir. Devletin çatışma döneminin önemli kısmı boyunca aldığı “müzakerelerin başlaması için gerillanın silah bırakması” pozisyonunu uluslararası aktörlerin de etkisiyle devam ettirmemesi ve silahsızlanmayı barış sürecinin içine yaymayı kabul etmesi de bir diğer olumlu adım olarak nitelenebilir. Bir diğer önemli örnekse yerinden edilmişlerin geri dönüşüne dair bir anlaşma yapılmış olmasıdır.
Kısıtlı başarılara ulaşmış olsa da bir başlangıç olarak yüzleşme girişimlerinin varlığı da Guatemala’da süreci örnek kılabilecek faktörlerden biridir. Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmaları, sonradan yüksek mahkemeler tarafından bozulmuş olsa da kimi üst düzey yetkililerin savaşta işledikleri suçlardan ağır cezalar alması, Katolik Kilisesi’nin ve Tarihe Açıklığa Kavuşturma Komisyonu’nun hakikat arayışına dair girişimleri, fiziki işkence yanında psikolojik işkenceye karşı da tazmine gidilmesi toplumsal yüzleşme açısından önemli noktalardır. Türkiye’de çatışma çözümünden yana olan sivil aktörler ve barış aktivistleri için Guatemala’daki çatışma çözümünün örnek alınabilecek bir diğer yanı, sürecin nispeten toplumsal katılımla işlemiş olmasıdır.
Rapora buradan ulaşabilirsiniz.
Dosyanın ilk bölümüne ise buradan ulaşabilirsiniz.
Bizi Takip Edin