Sivil Toplumcu Olmak ve Sivil Topluma Neden Gerek Var?
Sivil toplumun aktivizmle buluşmaya, tüm temaların, kategorik ayrımların üzerinde sivil topluma yönelik geniş bir bakışa sahip farklı arka planlardan ve uzmanlıklardan sivil toplumcuların bir araya gelmesine ve “yeni bir döneme” hazırlık yapmasına ihtiyaç var.
Bireysel -bir o kadar da kolektif olduğunu düşündüğüm- sivil toplumculuk sürecimi bir yazıya dönüştürmek istedim. Yazının ilk kısmında sivil toplum meselesine nasıl baktığımı, ikinci kısmında da kendi motivasyonlarımı ve “manifestomu” paylaşma niyetindeyim.
Sivil Toplumda ‘Kavgalar’
Anaakım sivil toplum çalışmalarına bakıldığında sivil toplumun ikiye ayrıldığını görüyoruz: Hak temelli olanlar ve olmayanlar. “Hak temelli” kavramı çoğunlukla çok dar, mümkünse “seküler” bir toplamı işaret etmek için kullanılıyor. Toplumsa sivil toplum deyince “hayırseverlik” anlıyor, sivil toplum profesyonelliği ya da sivil toplumun bir parçası olmak kimse için bir şey ifade etmiyor, hatta gün geçtikçe kriminalize hale getiriliyor. Her gün gazetelerde sivil toplum kuruluşlarının farklı kaynaklarla “bağımlılık” ilişkisini “deşifre eden” haberlerle karşılaşıyoruz. Hak temelli kategorisinin altında değerlendirilen birçok kuruluş farklı ülkelerin ajanlığıyla suçlanıyor, bu fon kaynaklarının ülkeye girişinin engellenmesiyle tehdit ediliyor. “Hak temelli” olarak ifade edilen ve halk tarafından pek tanınmayan ya da “marjinal” görünen bu kuruluşlara yönelik vurgu sivil toplum içerisinde var olan kutuplaşmayı daha da çok derinleştiriyor. Bir kavga büyüyor: “hak temellilik” ya da “devlet desteklilik”.
Devlet destekli, uluslararası literatürde “gongo (governmantal organization)” olarak ifade edilen kurumların Türkiye’de varlıklarını görmezden gelmek muhakkak ki imkansız. Özellikle toplum nezdinde vakıf, dernek denince son dönemde akla gelen gündemlerin başında merkezi hükümetin doğrudan desteklediği iddialarıyla anılan kurumlar var. Bu kurumların temsil ettiği toplumsal kesim ve siyasi görüş ise sivil toplum alanında uzmanlaşan birçok kişi ya da kurum tarafından derinlemesine anlaşılamıyor ve yine birçok kurum ve çalışma bu görüntü arkasında homojenleştiriliyor. Halbuki “İslami STK” diye sınıflandırılabilecek birçok STK önemli dönüşüm süreçlerini tecrübe ediyor. İnsan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlar da dahil olmak üzere farklı tematik çalışma alanlarında faaliyet gösteren ve aynı zamanda da din ve gelenekle, siyasetle anaakım sivil toplumdan farklı ilişki kuran çokça kurum var. Bunlar görmezden geliniyor. Din, inanç, etnik kimlik gibi bazı “riskli” kelimeleri kullanan birçok örgüt çemberin dışında kalıyor. Var olan ağlardan, merkezi iletişim kanallarından siyasetle ve siyasi meselelerle mesafesini “kanıtlayan” kurumlar daha kolay faydalanıyor. Sonuç olarak var olan kavga “siyasete uzak ve temiz” bir sivil toplumla “siyasetin yanında” sivil toplum arasında bir kavgaymış gibi görünüyor.
Halbuki sivil toplumun tüm çeşitliliği, olanakları ve birikimiyle siyaset de dahil tüm karar vericilere eşit mesafede bir pozisyona ihtiyacı var. Son dönem özellikle merkezi yönetimin stratejisi sivil toplumun itibarsızlaştırılması konusunda önemli nüveler içeriyor. Böyle bir zamanda ise sivil toplumun erişebileceği tüm kanallarla kararı etkilemek için adım atması gerekiyor. Bunun yolu ise bir süredir yerel yönetimlerde görülüyor gibi. Halbuki yerel yönetimler geçiciliğiyle “ünlü”, elde edilen kazanımların sürekli mehteran usulü 2 adım ileri 1 adım geri yürütüldüğü bir yer. Bu yüzden de sivil toplumun daha kalıcı bir çözüme ve bunun için de siyasetin tüm aktörleriyle konuşacak bir kapasiteye ve motivasyona ihtiyacı var.
Peki Ben Kim Oluyorum?
5 yıldır (profesyonel olarak) sivil toplumun içerisindeyim. Öncesinde de öyleymişim aslında… Bunu anlamak için YADA’da biraz süre geçirmem gerekti. YADA’yla tanışmadan önce sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları benim oldukça soğuk ve aktivizme uzak, araçsallaştırılmış kuruluşlardı. Hatta “proje yazıp para kazanmaktan başka derdi olmayan kişilerden oluşuyordu”. Bunun kısmen doğru olduğunu zaman içerisinde görme şansım oldu. Ama kısmen. Çünkü aslında sivil toplumu ve birikimini gördükçe, özellikle de yerel kuruluşların, enformel yapıların emeklerini, uzmanlıklarını, çabalarını gördükçe çok önemli bir değişim potansiyelini ve gücünü kaçırdığımı fark ettim. Son dönemde de bu değişim gücüne verdiğim önem arttı ve eski aktivist motivasyonlarım bana göz kırpmaya başladı.
Tam da bu noktada bireysel bir “manifesto” yazma derdine düştüğümü söyleyebilirim. Ben, hala gençlik araştırmaları sınırlarına girebilen yeni bir sivil toplumcu olarak bir “sivil toplum aktivizmine” ihtiyaç duyduğumu hissediyorum. Sivil toplumun aktivizmle buluşmaya, tüm temaların, kategorik ayrımların üzerinde sivil topluma yönelik geniş bir bakışa sahip farklı arka planlardan ve uzmanlıklardan sivil toplumcuların bir araya gelmesine ve “yeni bir döneme” hazırlık yapmasına ihtiyaç var. Bu naif çağrıya kimler cevap verir bilmiyorum, ama böylesi bir çalışma olmadan kısa süre içerisinde sivil topluma dair ne konuşabiliriz onu da bilmiyorum. Vakit, sivil toplumun potansiyeline ve değişim gücüne inananlar olarak bir araya gelme vakti gibi, siz ne dersiniz?
Bizi Takip Edin