Kanun Değişikliği Ne Getiriyor/Ne Götürüyor?
Hayvanlara Adalet Derneği’nden Avukat Barış Karlı, hayvan hakları savunucularının geçtiğimiz hafta Meclis’te kabul edilen yasaya yönelik itirazlarını ve yasalaşma sürecindeki sorunları kaleme aldı...
Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifi, üç gün içinde öncelikle TBMM Tarım Komisyonu’nda, onu takiben Genel Kurul’da aceleyle kabul edildi. Şu anda yürürlüğe girmek için Cumhurbaşkanı’nın onayını bekliyor. Aceleyle kabul edilen bu kanuna ilişkin itirazlarımızı daha net ifade edebilmek için, kanun değişikliği sürecinin geçmişini hatırlamamız gerekiyor.
Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılması, on seneyi aşkın süredir gündemde olan bir konu. Her seferinde lobi çalışmalarıyla başlayıp, vekillerin yüzümüze gülerek sözler vermesiyle devam edip, vekillerin yüzümüze karşı verdikleri sözleri unutup tamamen taleplerimize aykırı, hayvan aleyhine, hayal kırıklığı yaratan metinler ortaya çıkarmasıyla sonuçlanıyor. Bugüne kadar sivil toplumun gösterdiği tepkiyle hayvan aleyhine bu metinler genel kurul aşamasına gelememişti. Genel kurulda kabul edilme sürecini ilk kez yaşıyoruz. İşin ironik tarafı aslında on yılı aşkın süredir devam eden bu kanun değişikliği mücadelesinde belki de en güçlü hissettiğimiz dönemde bu sert darbeyi yedik. Güçlü hissetmemizin sebebi, 2019 yılında kurulan TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu ve bu komisyonun hazırladığı rapor. Bu rapor, mecliste grubu olan beş partinin ortak iradesiyle hazırlandı. Bu raporun da birçok eksiği var ama şu ana kadar bu meclisten hayvanlarla ilgili çıkan en iyi metin. Beş partinin ortak iradesiyle hazırlandığı için artık kimsenin bu rapora aykırı bir kanun teklifini gündeme getirmeyeceğini düşünüyorduk. Alt sınırımızın bu rapor olacağını, onun üzerine çıkmak için bir mücadele yürüteceğimizi sanıyorduk. Ancak, süreç tahmin ettiğimiz gibi ilerlemedi ve bu rapora tamamen aykırı bir metinle karşılaştık; kabul edilen kanunda, raporda yer alan bir hususu bile göremedik. Biz, muhatap olduğumuz vekillerin sözlerinden döndüklerini çok gördük ama altına imza attıkları kamuoyuna yansımış yazılı metinden döneceklerini öngöremedik.
Kanun teklifinde rapora bağlı kalınmayacağının ilk sinyalini 11 Mart’ta mecliste sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan toplantıda aldık. Toplantıya katılan vekillerin oradaki açıklamalarından kafalarında oluşmuş bir teklif olduğu anlaşılıyordu; toplantının amacı, kafalarındaki teklifle ilgili son kez usulen bizim de görüşümüzü almış gibi yapmaktı. Sonrasında başta Yunus Kılıç olmak üzere bazı vekiller, ulusal medya aracılığıyla çeşitli mecralarda yaptıkları açıklamalarla teklife ilişkin ipucu vermeye devam ettiler. Sonunda temmuz başında, kafalarındaki hususları, bir kanun teklifi olarak karşımızda gördük. Teklifi görünce aslında yapmak istedikleri şeyin 11 Mart’tan beri belli olduğunu, o aşamadan sonra bizimle yapılan görüşmelerin tamamen usulen, toplumda sivil toplum kuruluşlarıyla görüştük algısı yaratmak amacıyla yapıldığını anladık. Teklif, Tarım Komisyonu’na sunuldu ve birkaç gün sonrasında da Komisyon, teklifi görüşmek üzere toplandı. Bu toplantının organize ediliş biçimi de çok problemliydi. Toplantıya Tarım Komisyonu başkanı Yunus Kılıç’ın uygun gördüğü sivil toplum kuruluşları çağrıldı. Kanun değişikliğine ilişkin yapılan tüm çalışmaların içinde yer almış, sürece aktif katkı sağlamış birçok sivil toplum kuruluşu, Yunus Kılıç’ın iradesiyle toplantıya davet edilmedi. Bu tavır üzerine biz de Hayvanlara Adalet Derneği olarak toplantıya katılmama kararı aldık. Hiçbir talebimizle uyuşmayan bu kanunu neredeyse tüm sivil toplum kuruluşlarının protesto süreci de böylece başladı ve devam ediyor. Yunus Kılıç bu toplantıda, son aylarda yaşadığımız süreci özetleyen itiraf niteliğinde şu sözleri söyledi: “Sivil toplum kurulışlarını dinleyebiliriz ama söylediklerini yapmak zorunda değiliz.” Bu açıklama, sivil toplumun kanun değişikliği sürecine usulen dahil edildiğini, amacın toplumda algı yaratmak olduğunu ve bu kanunu hazırlayan vekillerin amacının hayvan için iyi bir şey yapmak olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. Toplantıya katılan sivil toplum kuruluşları da, çok başarılı bir protesto süreci yürüttü ve Yunus Kılıç’ın haddini aşan bu sözlerine gereken cevabı verdi. Bunun üzerine; Yunus Kılıç, toplantıya sivil toplantı kuruluşları olmadan devam etme kararı aldı ve teklif Tarım Komisyonu’nda kabul edildi. Diğer vekillerin teklifi inceleyip itirazlarını hazırlamalarına fırsat vermemek için hemen ertesi gün aceleyle Genel Kurul gündemine alındı ve orada da kabul edildi.
Peki bu kanuna ilişkin temel itirazlarımız nedir?
Bu kanun, topluma “hayvanlar artık mal değil canlı” ifadesiyle lanse edildi. Lansman toplumda iyi bir şey algısı yaratmak amacıyla böyle yapılsa da, bu ifade gerçeği yansıtmıyor. Zaten kanun koyucu; mezbaha, av, deney gibi alanlarda sömürülen hayvanları hiçbir zaman canlı kabul etmedi, etmiyor. Dolayısıyla kanunda bu konularla ilgili hiçbir düzenleme yokken, oralardaki sömürü onaylanmışken böyle bir lansman komik duruyor. Bu kısmı bir kenara bırakırsak; kanun koyucu canlı olarak kabul etmeyi amaçladığı kediler, köpekler, kuşlar bakımından da, yaptığı düzenlemeyle sınıfta kalmış durumda. Evcil hayvan satış yeri, üretim çiftliği gibi kavramlar kanunda yer aldığı; evcil hayvan satış yerlerinde kuş, balık gibi hayvanların satışına devam edildiği; kedilerin ve köpeklerin satışlarına üretim çiftliklerinde devam edildiği sürece, yani özetle masa, sandalye gibi hayvan satışına izin verildiği sürece “hayvanlar artık mal değil canlı” demek çelişkili ve yanlıştır.
Hayatımızda, “tehlikeli köpek” gibi bir kavram vardı, bundan kurtulacağımızı umarken, bu kavramın hem korunduğunu hem de kapsamının genişletildiğini gördük. Yeni kanunla; hangi köpeğin tehlikeli olduğuna karar verme yetkisi Tarım ve Orman Bakanlığı’na verildi. Köpeklerin hangilerinin tehlikeli kabul edileceğini belirleme yetkisi, çok geniş ve kötüye kullanılmaya müsait bir takdir yetkisidir. Böyle bir konuda hiçbir kurum kanunla sınırlanmamış bir yetkiye sahip olmamalıdır. Örnek olsun; Tarım ve Orman Bakanlığı, on yıldır sokağınızda yaşamını sürdüren köpeğin bir anda tehlikeli olduğuna kanaat getirip onu oradan alma yetkisine sahip oldu. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tehlikeli olduğuna kanaat getirdiği köpeklerin beslenmesi ve bakılması yasaklandı. Fiilen hayatımızda olan, bu köpeklerin bakımevlerinde müebbet hapsine ilişkin bu uygulama, kanunla tescillenmiş oldu. Sadece; hâlihazırda tehlikeli kabul edilen bir köpekle birlikte yaşayanlar, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde köpeklerini kısırlaştırıp kaydettirirlerse onunla yaşamaya devam edebilecek. En önemli beklentilerimizden biri olan, hâlihazırda bakımevlerinde esir tutulan dövüşlerden kurtarılmış köpeklerin yuvalandırılmasının önü açılmadı, bu hayvanlar için esaret yeni kanun döneminde de devam edecek. Bu konuda yapılacak düzenleme, bu hayvanları dövüştürenlerin onlara erişimini, ticaretini, üretimini yapmalarını engellemeye odaklanmalı, herhangi bir süre sınırı olmadan korumak amacıyla evine alan iyi niyetli insanlara engel olunmamalıydı ama maalesef köpeklerin esaretine odaklanan bir düzenleme yapıldı.
Kanundan beklentimiz hayvanların hayvanat bahçesi adı altındaki esaret alanlarında kapalı tutulmalarının yasaklanması iken, doğal yaşam parkı adı altında yeni bir esaret alanı oluşturuldu ve teklifte olmamasına rağmen Genel Kurul’da önergeyle bu alanları gerçek ve tüzel kişilerin de açabileceğine ilişkin ibare maddeye eklendi. Bahsi geçen doğal yaşam parkının hangi hayvanlar için hangi amaçla hangi kurum tarafından kurulabileceğinin belirsiz olması, keyfi ve kötü niyetli uygulamalara yol açacaktır. İsim değişikliği yerine bu tür sınırlandırılmış mekânların tamamen yasaklanması gerekir.
Bu noktada; “6. madde” konusuna, bu maddenin uygulanamaması için kurulan tuzaklara da değinmemiz gerekiyor. Bu kanunun yine en büyük lansman ifadelerinden biri; “6. maddeye dokunmadık”. Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesi, bilindiği üzere, sokakta yaşamını sürdüren köpeklerin belediyeler tarafından kısırlaştırıldıktan ve tedavi edildikten sonra alındığı yere bırakılmasını düzenliyor. Yani köpeklerin sokaklardaki yaşamının güvencesi. Evet, bu maddeye açıktan dokunulmadı ama bu maddenin uygulanamaması için çeşitli tuzaklar kuruldu. Birinci tuzak; yukarıda bahsettiğimiz Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hangi köpeğin tehlikeli kabul edileceğine ilişkin takdir yetkisi. Tarım ve Orman Bakanlığı, sizin sokağınızdaki köpeğin tehlikeli olduğuna kanaat getirirse, o köpek 6. Madde’ye uygun şekilde sokağına dönemeyecek, bakımevinde esir tutulacak. İkinci tuzak; yukarıda bahsettiğimiz doğal yaşam parkı düzenlemesi. Her ne kadar konu “hayvanat bahçesi” başlıklı madde içinde düzenlenmiş olsa da; doğal yaşam parkının hangi hayvanlar için olduğuna ilişkin maddede hiçbir detay belirtilmiyor. Kanun yürülüğe girdikten sonra bir belediye doğal yaşam parkı inşa edip, sokaktaki köpekleri buraya toplamaya karar verirse, kanunda bunu engelleyen hiçbir düzenleme yok. Üçüncü tuzak; kanunda yer almıyor ama Yunus Kılıç, televizyondaki açıklamalarında bu konuda ipucu vermişti. Köpeklerin her yerde beslenemeyeceğini, belediyeler ile Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gösterdiği yerlerde beslenebileceğini söylemişti. Bu konunun yönetmelikle hayatımıza girme ve 6. maddeyi fiilen ortadan kaldırma ihtimali var.
En önemli konulardan biri de yaptırım konusu. Öncelikle hapis cezası konusuna değinmemiz gerekiyor. Çünkü yine kanunun lansman ifadelerinden biri; “Hayvana şiddet suç oldu.”. Evet, hayvana şiddet suç oldu ama bunun yanında faillerin şikâyet edilmesini, soruşturulmasını, ceza almasını, hapse girmesini engelleyecek her türlü düzenleme yapıldı. Fail, fiilen hapse girmedikten sonra suç olmasının da bir anlamı kalmıyor. Kanunda suç olarak nitelendirilen fiiller için üç ay ile bir yıl arasında ceza alt sınırları belirlenmiş. Bu da şu anlama geliyor; hakim isterse, bir köpeği öldüren ya da ona tecavüz eden faile sadece altı ay ceza verebilir. Üç ay, altı ay, bir yıl ya da iki yıl hapis cezası alan bir fail cezaevine girmeyecek ve bu nedenle gerçek anlamda caydırıcı bir yaptırıma maruz kalmayacaktır. Uygulamada yaptırımı etkisiz bırakacak bu problemin alt sınırı yüksek tutmak gibi basit bir çözümü varken bunun yapılmaması, göstermelik bir düzenlemenin amaçlandığı izlenimi yaratmaktadır.
Yaptırım konusunda bir diğer problem de şikâyet şartı konusu. Hayvana karşı işlenen suçlarda; Savcılığa suç duyurusunda bulunma hakkı sadece Tarım ve Orman Bakanlığı’na ve sahipli hayvanlar özelinde ek olarak hayvan sahibine verildi. Bu da şu anlama geliyor; sokakta bir hayvana şiddet olayı gördüğümüzde, biz bireysel olarak suç duyurusunda bulunamayacağız, aynı şekilde sivil toplum kuruluşları suç duyurusunda bulunamayacak. Biz sadece konuyu Tarım ve Orman Bakanlığı’na iletebileceğiz, Bakanlık uygun görürse suç duyurusunda bulunacak. Hayvana karşı işlenen suçlarda genel soruşturma hükümleri uygulanmalı ve Savcılık resen ya da gerçek-tüzel herhangi bir kişinin ihbarı üzerine harekete geçebilmelidir. Bu şekilde bir muhakeme şartı, anayasal ihbar ve şikâyet hakkına aykırılık teşkil etmekte ve teknik bir alan olan soruşturma görevinin Savcılık dışında aracı bir kuruma verilmesi temel ceza hukuku prensipleriyle bağdaşmamaktadır. Ayrıca; hâlihazırda hayvana yönelik fiillerde idari yaptırım uygulamakla görevli kurum olmasına rağmen bu görevini doğru düzgün yerine getirmeyen Tarım ve Orman Bakanlığının ihbar-şikâyet sürecinde aracı kurum olarak da görevini layıkıyla yerine getirmeyeceği, keyfi ve kötü niyetli sonuçlar ortaya çıkacağı aşikârdır.
Uygulamada belediyeler en büyük sorunlarımızdan biri. Sokakta yaşamını sürdüren köpekleri; ormana atan, bakımevlerinde esir tutan, toplu katliamlar yapan onlar. Asıl problemimiz ve bu kadar rahat ihlal yapabilmelerinin sebebi, hiçbir yaptırıma maruz kalmamaları. Yeni kanuna ilişkin en önemli beklentilerimizden biri de buydu, belediyelere ciddi idari yaptırım getirilmesi ve görevi kötüye kullanma suçundan yargılanmalarının önünün açılması. Kanun, bu konuda da hayal kırıklığı yarattı. Yeni kanunda da mevcutta olduğu gibi belediyelere “yapar, eder, esastır” gibi netlik içermeyen ifadelerle yükümlülükler yüklendi. Bu yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde herhangi bir idari yaptırım getirilmedi. Görevi kötüye kullanma suçu bakımından uygulamada soruşturma izni verilmemesi engeline takılıyoruz. Belediye görevlileri kamu görevlisi olduğu için soruşturma yürütülmesi için ilgili birimden izin alınması gerekiyor. Ama; “hayvanlarla ilgili konular belediyelerin asli görevi değil” gerekçesiyle bu izinler verilmiyor ve bunun sonucunda belediye görevlileriyle ilgili soruşturma yapılamıyor. O yüzden belediyelerin hayvanlarla ilgili görevlerini Belediye Kanunu’nun 14. maddesinde düzenlenen asli görevleri arasında sayılmasını beklerken, mevcuttan farkı olmayan, sadece madde numaralarının değiştiği bir manzarayla karşılaştık. Sonuç olarak; belediye görevlileriyle ilgili hem idari hem adli anlamda cezasızlık süreci devam ediyor.
Bir diğer önemli konu da yunus parkları. Yunus parklarının en fazla bir sene içinde tamamen kapatılmasına ve oralarda bulunan yunusların kalan ömürlerini oluşturulacak rehabilitasyon merkezlerinde geçirmelerine ilişkin düzenleme beklerken, mevcut yunus parklarının on sene daha faaliyetlerini sürdürmesine, buralara yeni yunus getirilmesinin ve yeni yunus parkı açılmasının yasaklanmasına ilişkin bir düzenleme ile karşılaştık. Mevcut yunus parklarının on sene daha faaliyetini sürdürmesi kabul edilebilir bir düzenleme değil, yunus parkı sektörünün kazandığı paranın yunusların yaşamından daha önemli olduğunu gösteriyor. Bu alanlarda eziyet gören yunuslar zaten en fazla beş altı sene yaşayabiliyorken, on senelik süre verilmesi anlaşılabilir bir şey değil. Milyonluk bir sektör olan yunus parklarına yeni yunus getirilmesinin cezasının 25.000 TL idari para cezası olması da komik ve adeta yeni yunus getirmeye teşvik eder nitelikte bir düzenleme. Aslında iki konuyu birlikte düşününce; kanun koyucu, yunus parkı sahiplerine “sana on sene daha süre verdim, gerekirse bu süreyi de uzatırım, cezasını düşük tuttum, sen gizli gizli yeni yunus da getir, güzel güzel paranı kazan” mesajını veriyor. Yunus parkları için yıllardır öne sürülen gerekçe olan, otizmli çocuklara yunusla terapinin iyi geldiği iddiasının, hem otizm derneklerinden hem Türk Psikologlar Derneği’nden yapılan açıklamalarla herhangi bir bilimsel veriye dayanamadığı ve gerçeği yansıtmadığı, aksine yunusla terapinin hem yunuslar hem de çocuklar için kötü olduğu anlaşılmıştır. Bu koşullarda; yunus parklarının devamındaki ısrarın tek sebebi büyük paralar dönen bu sektörün kanun koyucu üzerindeki baskısıdır.
Daha birçok noktaya itiraz dile getirebiliriz ama en temel itirazlarımız bunlar. Bu kanunun TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu raporu ile uyuşan bir tane noktası bile yok. Bu tavır, kanun koyucunun hem sivil toplum kuruluşlarını yok saymaktan çekinmediğini hem de birçok konuda kendi iradesini yansıtmaktan bile aciz olduğunu ortaya koyuyor. Bu kanun, hayvanlar düşünülerek değil; Bakanlıkların keyfi, evcil hayvan satış yeri, hayvanat bahçesi, yunus parkı gibi işletmelerin gelirleri düşünülerek hazırlanmıştır.
Bütün sivil toplum kuruluşları, bu itirazları 11 Temmuz’da Ankara’da düzenlenen eylemde de dile getirdi. Bu aşamada öncelikli olarak, Cumhurbaşkanı’nın toplumda hiçbir şekilde karşılık bulmayan bu kanunu veto etmesini bekliyoruz. Veto gelmezse ve bu kanun yürürlüğe girerse de, tabii ki biz mücadelemizi sürdüreceğiz. Hayvan için işimize yaradığı noktada bu kanunu da kullanırız, yeri gelir etrafından dolaşırız ya da hiç işimize yaramazsa üstüne basar geçeriz.
Barış Karlı
Bizi Takip Edin