Dünya Tiyatroları Bu Dönemi Nasıl Geçirdi?
Dünyada özel tiyatroların ve serbest, güvencesiz çalışanların bu krizle daha sert karşılaştığı aşikâr. Yine de kültür sanatın bir toplumda ve politikada nasıl bir yerinin olduğu süreçteki asimetrik etkilerin önemli sebeplerinden. Seyircinin sanata bakışı ve şehir ve ülke yönetimlerinin kültür sanata bakışının yansımaları da farklı oluyor.
Bir önceki yazımda İngiltere, Almanya, Hollanda, Fransa ve Amerika’daki bazı tiyatroların pandemi dönemini nasıl geçirdikleri ve nasıl bir destek sistemi içinde bulunduklarını yazmıştım. Türkiye’de tiyatroların durumunu anlamak için ise Tiyatro Kooperatifi ve Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi’nin araştırması bazı veriler sunuyor. Bu süreçte ek destek alamama durumunda özel tiyatroların %50sinin kapanmak durumunda kalacağı öngörülüyor. Sahne emekçilerinin işlerini yapamadıkları için farklı sektörlerde çalışmak durumunda kaldığı ifade ediliyor. Bu dönemde özel sektörden destek alabilen özel tiyatroların oranının yalnızca %10 olduğu, özel tiyatroların %63’ünün tüm bilet gelirinin 500 liranın altına düştüğü paylaşılıyor. Bu süreçte özel tiyatroların %60’ının borçlandığı, geliri olmaksızın %87’sinin kira ödemeye devam etmek durumunda olduğu da bilgiler arasında yer alıyor. Devletten alınan proje desteği ise kısıtlı kalmış görünüyor. Serbest çalışanlar, sektörün ortak çalıştığı diğer iş kolları, örneğin set kurulumundan sorumlu olanlar ya da örneğin bir sanat eseri sergilendiğinde oluşan hareketliliğin getirdiği kazanımlar konuya dahil bile değil.
Dünyada özel tiyatroların ve serbest, güvencesiz çalışanların bu krizle daha sert karşılaştığı aşikâr. Yine de kültür sanatın bir toplumda ve politikada nasıl bir yerinin olduğu süreçteki asimetrik etkilerin önemli sebeplerinden. Seyircinin sanata bakışı ve şehir ve ülke yönetimlerinin kültür sanata bakışının yansımaları da farklı oluyor.
Buradaki tiyatrolar bu dönemde çeşitli kampanyalarla ve çevrimiçi oyunlarla gelir sağlamaya ve varlıklarını sürdürmeye gayret ediyor. Bu çabalar çoğunlukla dönemi atlatmak için yara bandı görevi görüyor. Seyircinin desteği de elbette çok önem taşıyor.
Dijitalleşme, dünya tiyatrolarında farklı şekillerde karşımıza çıkıyor, benimseniyor ya da çokça eleştiriliyor. Örneğin Schaubühne Tiyatrosu sanat yönetmeni Thomas Ostermeier, bu konuda oldukça eleştirel yorumlar yapıyor. Gözlemlerine göre, bağımsız tiyatroların dijital ortamda performansı yeniden keşfedebilen bir örneği olmadığını, ayrıca internet üzerinden oyun sahnelediğimiz ve izlediğimiz zaman, üç boyutlu olan bir sanatı iki boyuta indirgediğimizi ifade ediyor. Bu gösterimlerin de sinema geleneğiyle rekabet eder hale geldiğini ve Netflix, Amazon Prime ve benzer platformların karşısında yer aldığını söylüyor. Ostermeier, tiyatroyu eşsiz kılanın anda sanat üretme kabiliyeti olduğunu söylüyor. Seyirci gerçek zamanlı bir eser üretimine tanıklık ediyor, o tanıklık aynı kişiler arasında bile olsa birebir tekrarlanamıyor. Büyüsünün gizli olduğu kısım da tam buralara denk geliyor. Dijital çağda, dış dünyayla aramıza bir ekran girdiği için insanların bu aracısız temasa gittikçe daha fazla özlem duyduğu fikrini aktarıyor.
Ostermeier’in dediği gibi tiyatro temelinde, özünde aynı mekanı paylaşan insanlarca deneyimlenen, ‘üç boyutlu’ bir sanat. Seyircinin ya da deneyimleyenin sanatçıyla olan ilişkisi de çok özel ve o ana ait. Fakat özellikle de fonlarla ilgili sıkıntılar nedeniyle kurumların ve sanatçıların oyunda kalmayı sürdürebilmesinin de yollarından biri çevrimiçi gösterimler. Ayrıca dijitalin ne şekillerde sahneye yansıyacağı ya da farklı sahneleme yollarının keşfi ve araştırması son aylarda arttığı gibi önümüzdeki dönemde de devam edeceğini ön görebiliriz.
Röportajda, Heiner Müller’in (dramaturg, yazar, yönetmen) 1990lardan bir sözünü hatırlatıyor. Aktardığına göre, Müller, tiyatroların, tiyatro yapanlar para almaya devam edeceği şekilde bir yıl kapanması gerektiğini söylüyor. Bu şekilde tiyatroların neden gerekli olduğunu idrak edeceğimizi anlatan bu söz üzerine, içerisinde bulunduğumuz dönemin düşünmeye fırsat yarattığını ifade ediyor. Tabii bu sözdeki para almaya devam etme şartının altını kalın kalın çizmek gerekiyor. Elbette piramidin tabanındaki ihtiyaçları karşılayabildiğimizde değeri çok daha net anlaşılabilirdi.
Amsterdam Uluslararası Tiyatrosu (ITA), ITALive üzerinden seyirciyle buluşmaya oldukça aktif bir şekilde devam etse de, sanat yönetmeni Ivo van Hove canlı, yüz yüze tiyatronun insanlarla beraber olma ve beraber harekete geçen duygulanma halini özlediğini ifade ediyor. Bir de performans bittikten sonra yeni fikirler bulmanın, bir topluluk halinde sanat üretmenin değerini hatırlatıyor. ITA, dijitalden oyun yayınlamaya sıcak bakarak, çekimlerini rock konserleri kaydetmeye alışkın bir TV ekibi ve yönetmeniyle hazırlayıp gerçekleştirmiş. İnternetten yayınlanan oyunlara dünyanın farklı yerlerinden çok güzel tepkiler geliyor. ITAlive yayınlarını takip eden seyircilerin %60ı onları daha önce izlememiş olan insanlardan oluşuyor. Ivo van Hove, süreci daha iyi yöneten ülkelere örnek olarak Fransa ve Almanya’yı gösteriyor. Bu ülkelerdeki desteklerin bir kısmına bir önceki yazıda yer vermiştim.
Fransa’ya baktığımızda, sahnelemeyi seçtikleri oyunların dönemle ilişkilendiğini görüyoruz. Odeon Tiyatrosu Eylül’de Racine’in Iphigénie oyununu sahnelemiş. Oyunda Yunan ordusu Truva’yı yok etmeye gidecekken rüzgar dindiği için denize açılamıyorlar. Oyunun temel sorusu, tekrar harekete geçebilmek için neyi feda edersin? Sanat yönetmeni Stéphane Braunschweig, bugün de ekonomiyi mi insan hayatını mı feda edeceğimiz şeklinde ikileminde kaldığımızı anlatıyor. Dönemin olumlu bir yansıması olarak ise kendi çeperi içinde hareket eden tiyatro gruplarının, sanatçılar, yönetmenler ve tiyatroların dayanışma hissini yeniden bulabildiğini ifade ediyor. Diğer sanat yönetmenlerine benzer şekilde, tiyatronun yokluğunun ne kadar gerekli olduğunu, dünyanın önemli bir ihtiyacı olduğunu ortaya çıkardığını ifade ediyor.
New York Halk Tiyatrosu’nun direktörleri Saheem Ali ve Shanta Thake, tiyatrodan değil ama sahneden uzak kaldıkları bu dönemde işlerinin esasının ne olduklarını düşündüklerini ve seyircinin kim olduğuna ve ne istediklerine kafa yorduklarını anlatıyorlar. Amerika, tiyatro alanında da diğer ülkelerden ayrılıyor gibi görünüyor. Sorunlar benzer ve ortak olsa da gündemdeki sosyal hareketler tartışmalara ağırlığını koyduğu için değerlendirmeler de bu çerçeveden etkileniyor. Bu röportajda, birçok kurumun sistemik ırkçılık konularını düşündüğünü söylüyorlar. Nasıl daha iyi vatandaşlar, insanlar ve sanatçılar olabiliriz diye düşünüyorlar. Sanatı insanların iyileşmesine ve yeni umutlar bulmasına yardım etmede çok merkezi buluyorlar. Güvenli şekillerde bir araya gelerek buna devam edebilmeyi umuyorlar. Ülkelerdeki gündem sanatla iç içe geçiyor ve sanat gündemden oldukça etkileniyor.
Önceki yazıda, İsveç’te sanata önem veren bir anlayışla performanslara katılmanın bir hak olarak görüldüğü notu bulunuyordu. Helsingborg Şehir Tiyatrosu, Şubat’ta Zoom’da bir oyun prömiyeri yaptığında çok ilgi gördüğünü paylaşıyor. Her gösteriyi 1000 kişi izlemiş olsa da, sanat yönetmeni Kajsa Giertz, canlı tiyatronun ritüelini, insanlarla beraber oyuna gitmek, arada dışarı çıkıp biraz konuşmak ve geri girmek gibi bir aradalıkları özlediğini aktarıyor. Ve o özel tiyatro büyüsü, olan her şeyin o an olduğu, yalnız bizim için olduğu ve tekrar olmayacağı durumu.
Yaşadıkları sıkıntıların dereceleri farklı olsa da dünyanın farklı yerlerinde tiyatroların benzer meselelerle karşılaştığı görülüyor. Bunun yanı sıra, tiyatroyla ilgili özlemlerimiz de oldukça örtüşüyor. Bu dönem yine farklı şekillerde olsa da sanatın gerekliliğini hatırlatmış olsa gerek.
Yukarıda alıntıladığım röportajlar, Philip Oltermann, Sarah Crompton ve Lisa O’Kelly’nin gerçekleştirdiği ve The Guardian’da yayınlanan röportajların kesitleridir.
Bizi Takip Edin