Türkiye’de Sivil Toplum Çalışanı Olmak (1)
Düzenleme, Örgütlenme ve Dayanışma İhtiyacı!

Türkiye’de Sivil Toplum Çalışanı Olmak adlı dosyamızın ilk bölümünde, Sosyal-İş Sendikası Genel Sekreteri Celal Uyar, sivil alanda sendikal örgütlenmenin mevcut durumunu; 3 STK çalışanı (aynı zamanda gönüllüsü) ve bu alanda akademik çalışma yürüten Birarada Derneği Üyesi Ülker Sözen ile sivil alan emekçilerinin sahip oldukları hakları ve maruz kaldıkları sorunları konuştuk.

Bu dosyada, sivil toplumun insan kaynağını oluşturan emekçilerin; sivil toplum algısı, artı eksileriyle sivil alanda çalışmanın kendileri için ifade ettiği anlam, bu alanda çalışanlara verilen haklar ve maruz kalınan sorunları, farklı deneyim ve konuma sahip kişilerin görüşleri çerçevesinde  yer veriyoruz. Dosya, bu görüşler doğrultusunda, sivil toplum emekçilerinin gözünden Türkiye’de sivil toplum çalışanlarının mevcut durumunu ve sorunlarının kaynağını ortaya koymayı amaçlıyor.

Geçtiğimiz aylarda Mavi Kalem Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği hakkında basına yansıyan haberler,  Filmmor Kadın Kooperatifi’nin kapanma kararı alıp sonra bundan vazgeçilmesi sonucunu doğuran gelişmeler, STK çalışanlarının mağduriyetleri, örgütlenme özgürlüğü ve sendika üyeliğine STK’ların yaklaşımı tartışmalarını gündeme getirmişti. Hatırlanacağı gibi, 1 Aralık 2020 tarihinde Sosyal-İş Sendikası “Mavi Kalem’i İşçi Haklarına Saygıya Davet Ediyoruz” başlığıyla, geçen yılın Ağustos ayından itibaren sendika üyesi 20’ye yakın Mavi Kalem Derneği çalışanının, ücretsiz izne gönderdiğini açıklamıştı. Buna karşın Mavi Kalem, suçlamaları reddetmiş ve süreli-proje bazlı sözleşmelere dikkat çekerek herhangi bir mağduriyetin söz konusu olmadığını belirtmişti.

Bu gelişmeler yaşanırken, Universus Sosyal Araştırmalar’ın hazırladığı “Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinden Gönüllü Ve Ücretli Çalışan Haklarının Gözlem Raporu: Emek Mi Sömürü Mü?“  başlıklı raporda,  sivil toplum emekçilerin haklarının ve ‘iyi olma halinin korunmasının önemine değiniliyor; ortaklaşılan sorunlar ve ihtiyaçların yanı sıra, farklı alanlarda değişkenlik gösteren sorun ve ihtiyaçlara dikkat çekiliyordu. Universus halihazırda Sivil Alan Dayanışması (SAD)  bünyesinde, sivil toplumda ücretli çalışanların haklarına dair kapsamlı bir araştırma yürütüyor ve çalışanların katkılarını bekliyor.

 

Esnek çalışma, sivil toplumun doğasında var. Proje zamanlı ve belirli süreli iş sözleşmeleri, ister istemez STK’larda çalışma esnekliğini gerektiriyor.

Yakın zamanda Mavi Kalem Derneği’nin eski çalışanları ile yapılan bir röportajda, söz konusu kişiler tarafından dernek “STK değil, kar odaklı bir şirket” olarak tanımlanıyor; sivil toplumda yaşanan hak gasplarının temelinde “belirli süreli sözleşme” olduğu ve “çok sık işten çıkarmaların olduğu bu alanda sendikalaşmanın çok zor” olduğuna vurgu yapılıyor. Buna karşın, söz konusu röportajda Mavi Kalem Derneği temsilcisi “esnek çalışmanın sivil toplumun doğasında” olduğunu, STK’larda ücretli çalışmanın “esas olarak proje zamanlı ve belirli süreli iş sözleşmesi (belirli süreli hizmet akdi) ile olduğunu”; bu durumun da “ister istemez sivil toplum kuruluşlarında çalışma esnekliğini” gerektirdiğini savunuyor.

Sivil Toplumda Sendikal Örgütlenme

Sosyal İş Sendikası Celal Uyar Türkiye’de STK’lar içerisinde toplu sözleşme yapan tek sendika olan DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası Genel Sekreteri Celal Uyar ile sivil alanda sendikal örgütlenmeye ilişkin mevcut durumu konuştuk. Uyar, geçmiş yıllarda birçok STK’da örgütlenme çalışması yapmalarına karşın, STK’ların örgütlenmelerine itiraz ederek mahkeme yolunu seçmeleri ya da bazı STK’larda sendika üyesi olan STK çalışanlarının “işyerinin durumunu” düşünerek toplu sözleşme haklarından feragat etmeleri nedeniyle, Sosyal-İş’in şu an Türkiye’de sadece 4 STK’da örgütlü olduğunu söylüyor. Sivil toplumda çalışan işçilerin örgütlenme hakkının önemine dikkat çeken Uyar, “Sivil toplum işyerlerinde en büyük hak gaspı, işverenlerin ‘ama biz kâr amacı güden bir kuruluş değiliz… Zaten bizim bütçemiz fonlardan oluşmaktadır. Bütçemizi siz biliyorsunuz. Biz demokratik kuruluşuz. Birlikte üretiyoruz, burada patron-işçi ilişkisi yok. Burada sendikaya gerek yok’ anlayışından ve bu anlayışla sendikal örgütlenmeyi engellemelerinden kaynaklanıyor. İşçinin örgütlenme hakkını yok saymak en büyük hak ihlali diye düşünmekteyim.” dedi.

Sıradan kapitalist işyerlerinin tersine, sivil toplum işyerindeki ‘demokratik ortam’, çoğu zaman örgütlenme bilincinin geriye itilmesine yol açıyor.

Sivil toplum çalışanlarının diğer sektör çalışanlarından sendikal anlamda bazı noktalarda farklı olarak değerlendirilebileceğini söyleyen Uyar, Türkiye’de sivil toplum işçilerinin hizmet sektörünün bütün özelliklerine sahip olmalarına karşın başka özellikleri de olduğunu zira sivil toplum işçilerinin büyük çoğunluğunun çalıştıkları işi ‘geçici iş’ olarak düşündüklerini ve buna bağlı olarak, işverenden alınan ücretin, aile geçim ücreti değil cep harçlığı olarak görüldüğünü kaydediyor. Uyar, sivil toplum çalışanlarının işyerlerinde işin örgütlenme süreçlerine aktif katılsalar da “yaptıkları işin toplumsal yanının kapitalist üretim ve paylaşım yanını gölgelediğini” söylüyor: “Sıradan kapitalist işyerlerinin tersine, sivil toplum işyerindeki “demokratik ortam”, çoğu zaman örgütlenme bilincinin geriye itilmesine yol açıyor.”

“Sivil Toplum Çalışanlarında Hak Arama ve Örgütlenme Bilinci Düşük”

Birarada Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Sivil Alan Dayanışması’ndan (SAD)  sosyolog Dr. Ülker Sözen de sivil toplum çalışanlarının diğer sektör çalışanlarından farklı olarak, özellikle hak temelli sivil toplum alanındaki çalışan ve gönüllülerin işçi hakları ihlalleri, işyerindeki hiyerarşi ve ayrımcılığı daha çok fark ettiklerine dikkat çekiyor. Sözen’e göre, bu bilince tezat şekilde, sivil toplum çalışanları arasında hak arama, örgütlenme ve sendikalaşma düzeyinin son derece düşük olduğunu belirtiyor. Sözen, eşitlik, demokrasi ve haklar için çalışan STÖ’lerde bile bu durumlara rastlanabildiğini, bunun da “çalışanların ‘çalışması zor kişi’ olarak yaftalanmaktan korkması ve sonrasında sektörde iş bulamama endişesiyle bağlantılı.” olduğunu kaydediyor.

Yürütmekte olduğu “hak temelli sivil toplum örgütleri ve toplumsal muhalefet” konulu araştırması çerçevesinde Ülker Sözen’in dikkat çektiği önemli bir nokta “sivil toplum çalışanı” olmanın farkı: “Sivil toplum, norm olarak ekonomik değer yerine, kamuya fayda üretmeyi amaçlayan bir sektör. STÖ çalışanları, olumsuz durumlar nedeniyle fayda sağlamaya çalıştıkları alanlarda eksik kaldıklarını, örneğin kırılgan bir grupla çalışıyorlarsa, onların koşullarını layıkıyla iyileştiremediklerini hissedebiliyor. Depresyon, yetersizlik ve tükenmişlik hislerini daha fazla deneyimliyorlar.”

İsminin yayınlanmasını istemeyen bir STK çalışanı da (X) benzer şekilde, kâr amacı gütmeme iddiası olan STK’lar ile özel sektör arasında temel bir ayrım olduğunu vurguluyor: “Sivil alanda çalışanların çoğu, zaten kendilerinden feragat ederek sivil toplumda çalıştıklarının farkındalar. Biz işe girerken, baştan bu uzlaşı ile çalışmaya başlıyoruz.”

“Sivil Toplumda Görev Tanımımız Yok ve Biz Buna ‘Eyvallah’ Diyoruz!”

Sivil toplum alanında çalışanlar hakları ve yaşadıkları sorunlar açısından diğer sektörlerden ne ölçüde farklılaşıyor? Bu soruya, hibe veren bir STK’da çalışan Y, haklar ve sorunlar konusunda hem diğer sektörler hem STK’ların kendi içlerinde büyük farklar olabildiğini söyleyerek yanıt veriyor.  Diğer STK’lara kıyasla, kendi çalıştığı kurumda, sosyal hak ve güvencelerinin korunduğu, iş güvencesinin sağlandığı, rahat bir ofis ortamında çalıştığını kaydeden Y, sorumluluğunu üstlendiği projelerde seyahat ve konaklama masraflarının çalıştığı kurum tarafından karşılandığını ancak birçok şirkette kurumda standart olan öğle yemeği veya ulaşım gibi düzenli desteklerin sağlanmadığını ekliyor. Yine, kurumda fazla mesailerini ücret olarak alamadığı için izin olarak kullanabildiğini; maaş koşullarının önceden çalışanlara bildirilmediğini, zam düzenlemesi olmadığını kaydediyor.

Sivil toplum içinde STK’lar arasında da sahip olunan haklar ve sorunlar konusunda farklılıkların varlığına işaret eden Y, örneğin KHK ile kapatılmış bir dernek çalışanının, kurum yeniden açılıp çalışmalarını yürütse bile kendini güvende hissedemeyeceğini belirtiyor. Y’ye göre, bu nedenle, sivil toplum çalışanları sadece ekonomik ve sosyal haklar açısından değil “özgür çalışabilme koşullarının baskılar nedeniyle giderek zorlaşması” sonucunda da diğer sektörlerden farklı bir konuma sahip.

İsminin yayınlanmasını istemeyen bir diğer STK çalışanı X ise sivil alandaki görev tanımlarının belirsizliğinden söz ediyor. Özel sektörde çalıştığı dönemde haklarının daha net olduğunu, hangi hakları ne zaman alacağını bilerek çalıştığını; dahası çalıştığı şirketlerde kendini daha rahat ifade edebildiğini söyleyen X, sivil alanda çalıştığı kurumlarda ise kendini hiçbir zaman o kadar rahat ifade edemediğine dikkat çekiyor: “Özel sektörde şirket politikası çalışan haklarını gözetiyorsa, hakları zaten korunuyor.  Sivil toplumda ise bir görev tanımı ve standart yok. Görev tanımımız yok ve biz buna “eyvallah” diyoruz. Hepimiz bunu kabul ederek, çalışıyoruz”

Diğer sektörlerde olduğu gibi sivil alanda da aşırı çalışma, düşük ücretler, güvencesizlik ve maaş politikasındaki eşitsizlikler olduğunu ve bu sorunların pandemi koşullarında evden çalışma düzeniyle birlikte arttığını söyleyen Ülker Sözen, mobbing, ayrımcılık, yaş hiyerarşisi ve karar alma süreçlerindeki gayri demokratik uygulama örneklerinin de STK’larda gözlemlendiğini söylüyor.

10 yıldan bu yana sivil toplumda çalışan X tarafından dikkat çekilen konu ise fon veren kurumların şeffaflığı ve sivil toplum çalışanlarını öncelemeyen politikaları. X’e göre, “fon veren kurumlar sivil toplumu usulsüzlüğe sevk ediyor”.  En başta faturalandırmada sürecinin problem olduğunu, en alt kademeden en üst aşamaya kadar, tüm fon veren kuruluşların, şeffaf şekilde giderleri takip etmeleri gerektiğini ancak buna dikkat etmediklerini söylüyor.

X tarafından vurgulanan diğer konu, hak temelli olma iddiası taşıyan bazı STK’ların etik değerlere uygun ve şeffaf hareket etmemelerinin çalışanların hak ihlallerine neden olması.

Bu tür durumlara daha önce çalıştığım STK’larda itiraz ettiğim için bunun bedelini, bir süre işsiz kalarak ödedim. İhlaller ve şeffaf olmayan uygulamalar hala devam ediyor ama ben sivil toplumu bu haliyle kabul etmek ve çalışmaya devam etmek zorundayım.

Sivil Toplumda Ağır Hak İhlallerine Maruz Kalan Emekçiler

Sivil toplumda yaşadığı hak ihlallerini ve gözlemlerini paylaşmayı sürdüren X, daha önce çalıştığı STK’da sabit iş yüküne ek olarak üstlenmek zorunda kaldığı çeşitli projeler karşılığında ek bir gelir elde edemediğini; birçok sorumluluk üstlenmesine karşın, daha çok ücret verebilecek gelire sahip olan söz konusu STK’nın emeğinin karşılığını kendisine vermediğini ifade ediyor ve ekliyor: “Çevremde STK’larda çalışan ve çok ağır hak ihlalleri yaşadıklarını bildiğim birçok kişi var. Ancak kimse ismini ve kurum adını vererek mağduriyet yaşamak istemiyor.”

Çalışanlar çalışma koşullarına ve ücretlere dair şikâyet ettiğinde, onlara sivil toplumun gönüllülüğe ve özveriye dayanan bir iş olduğu söylenebiliyor. Böylece sivil toplumun emek boyutu görünmezleşiyor ve çalışanların tepkisi bastırılıyor.

Bu tespitlere katılan Ülker Sözen, sivil toplumda çalışan- gönüllü hakları ile demokratik işleyiş kültürüne dair tartışmaların yeterince yapılmadığını ifade ediyor. Bu konuda sorumluluk sahibi olan yönetim kurullarının sorunlara dair farkındalığının düşük olabildiğini; çalışma koşulları ve ücretlere dair şikâyetlerini dile getiren çalışanlara ise; “Sivil toplumun gönüllülüğe ve özveriye dayanan bir iş” olduğunun söylenerek susturulduğunu kaydediyor: Böylece “sivil toplumun emek boyutu görünmezleşiyor ve çalışanların tepkisi bastırılıyor. Öte yandan, gönüllülerin gençliği ve deneyimsizliği, perspektiflerinin ve emeklerinin daha az kıymet görmesine neden olabiliyor.”

“Hak temelli çalışmak, çalışanlarının da haklarını gözetmek demek” diyen Z, sivil alanda hak temelli çalışmayı içselleştirmekle ilgili önemli bir eksiklik olduğunu söylüyor.  Bu durumu “kolaycılık, keyfiyet, sorunları normalleştirme, doğallaştırma hali” olarak ifade eden Z’nin dikkat çektiği diğer önemli nokta kendi haklarını gözetme konusunda yeterlilik sorunu yaşayan sivil toplum çalışanlarının, başkaları için nasıl bir iyileştirme sağlayabileceği” sorusu.

Sivil Toplumda Çalışan Haklarını Düzenleyen Mevzuata İhtiyaç Var!

Görüşlerine başvurduğumuz çalışanlar, sivil alanda yasal ve diğer çeşitli düzenlemelerin yapılması gerektiği konusunda hem fikir. X’e göre, düzenlemelerin sivil toplum alanında uzman sendika ve STK’ların katılımı ile yapılması gerekiyor. Ulusal düzenlemenin yanı sıra, uluslararası fon veren kurumların da bağımsız bir kurum tarafından denetlenmesi gerektiğini söyleyen X, bu kurumların çalışan ve gönüllülerin sorunlarına eğilmeleri durumunda, sorunların büyük ölçüde çözüleceği görüşünde: “Her şey hibe veren, kaynak veren kurumların elinde.”

Bu görüşü destekler şekilde hibe veren bir STK çalışanı olan Y, kendi kurumlarına çalışan ve gönüllü haklarına dair taleplerin iletilmesi durumunda, bunların yönetici ve çalışma arkadaşlarıyla tartışılarak, paydaşlara iletecekleri “çalışan hakları kriterleri” oluşturabileceklerini söylüyor.

STÖ’lerde gönüllü ve çalışan haklarının düzenlenmesi, ayrımcılığın engellenmesi ve demokratik işleyişin gelişmesi için yasal düzenleme, ilke metinleri, politika belgeleri ve STÖ’lerin içinde bağımsız komisyonların kurulmasının gereğine işaret eden Ülker Sözen, bununla birlikte bu tür düzenlemeler ile çalışan ve gönüllülerin, haklarının sınırlı şekilde korunabileceğini; sorunun denetleme ve baskı mekanizmaları kurularak çözülebileceğini savunuyor.

Sivil toplumda ideal bir yapı, emek ve örgütlenme süreçlerine ilişkin eşitlikçi, sömürü karşıtı ve katılımcılığı ön plana çıkaran bir kültür ile oluşabilir.

Sözen’e göre, sivil toplumda örgütlenmeye, sendikal hak arama mücadelesine ve sivil toplumun bilgisinden türeyen denetleme ve baskı mekanizmalarına ihtiyaç var:  “Sivil toplum bunu gerçekleştirebilmek için bize çeşitli araçlar ve imkanlar veriyor. Örneğin izleme yapmak, raporlamak, kamuoyu oluşturmak ve karar vericiler üzerinde baskı oluşturmak etki sağlayabilir. Ancak öncelikle bireylere dokunan, onların kendilerini ifade etmesini ve güçlenmesini sağlayan dayanışma ve mücadele ağlarına ihtiyaç var.”  Sivil toplumda ideal bir yapının emek ve örgütlenme süreçlerine ilişkin eşitlikçi, sömürü karşıtı ve katılımcılığı ön plana çıkaran bir kültür ile oluşabileceğini söyleyen Sözen, bunun da çalışma ilişkileri, örgütlenme ve iç işleyişe dair normların oturmasıyla mümkün olabileceğini hatırlatıyor.