Pandemide “Harcanabilir Hayatlar” İçin Yaşam Hakkı Mücadelesi Verilmeli!
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) organize ettiği “Salgın Sonrası Dönemde İnsan Hakları Gündemi” panelinde konuşan Prof. Dr. Warren Montag, pandemi sürecinde fikri mülkiyet hakkının, yaşam hakkının önüne geçtiğini savunarak, politik çabanın yaşam hakkı üzerinde yoğunlaşması gerektiğini vurguladı.
20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasında TİHV tarafından düzenlenen sempozyumun “Covid-19, Yaşam Hakkı ve ‘Harcanabilir Yaşamlar’” panelinin ilk konuşmacısı Occidental College’dan edebiyat profesörü Warren Montag idi. Montag, ‘Salgın ve İklim Krizi Çağında Sınıf Savaşı: Terk Etme Stratejisi’ başlıklı sunumunun başında, yaşam hakkının yüzyıllara yayılan seyrinden günümüze gelindiğinde, pandemiye rağmen küresel düzeyde yaşam hakkının değil fikri mülkiyet haklarının korunmasına öncelik verildiğine dikkat çekti. Montag, aşılara ulaşamadığı için hayatını yitiren insanların durumunu “askeri müdahale ile sivil ölüme benzer bir etki” olarak tarif etti.
“Yaşam Hakkının Evrensel Olarak Korunmasını Sağlamalıyız”
Bazı ülkelerin COVID-19’un neden olduğu can kayıplarının verilerinin eksik tuttuğunu ya da tanı koyulamadığı için rakamların tam olarak bilinmediğini hatırlatan Montag, bu nedenle mevcut durumun açık şekilde ortaya konulamadığını kaydetti. “Ülkelerin bilmeme iradesi söz konusu. Bu nedenle bilgiye ve pandeminin sonuçları konusunda net fikrimiz yok.” diyen Montag’a göre, geçici olarak aşı patentinin kalkması taleplerinin de olumsuz karşılandığını, şirketlerin kendi iradeleri ile patentleri paylaşması durumunda ise dünya nüfusunun büyük kısmına aşıların ulaşabileceğini söyledi.
Pandemide piyasanın yetersizliğini ve başarısızlığını gördük; salgında hak kavramı üzerinde düşünülmediğini gördük. Neo-liberalizm sürekli mülkiyet fikrine, mülkiyet haklarına odaklanıyor. Bunun faturası insan hayatı oldu. İnsan hakları bir kenara atıldı.
Bu tespitlerinden hareketle, pandemide “insanın var olma/yaşama hakkı var mı?” sorusunu soran Montag, evrensel insan hakları arasında diğer haklardan farklı olarak “yaşam hakkının” önemini hatırlatarak, bir insanın sadece doğmakla yaşam hakkında sahip olduğunu, bir insanın yaşam hakkına (varoluş hakkına) sahip olmadan diğer hakların (mülkiyet hakkı gibi) geçersiz olacağını ya da önemini yitireceğini ifade etti.
Pandemi koşullarında mülkiyet haklarının önceliklendirilerek yaşam hakkını geri plana itilmesine, ABD’de Trump yönetiminde devletin kendi yurttaşlarını yaşama hakkını reddetmesini; giderek artan can kayıplarına karşın hastalık için önlem alınmamasını örnek olarak gösteren Montag, “Neo-liberalizmin başarısızlıkla sarsıldığı bir dönemde, yaşam hakkına (varoluş hakkı) ilişkin çaba göstermeli ve bu hakkın evrensel olarak korunmasını sağlamalıyız” mesajıyla sözlerini noktaladı.
Aşıya Erişim Mücadelesi: Bir Yaşam Hakkı Savunusu
Panelin diğer konuşmacısı TİHV Kurucular Kurulu ve TTB Etik Kurulu üyesi, halk sağlığı profesörü ihraç Feride Aksu Tanık, pandemi öncesinde de mevcut olan açık eşitsizlik ve adaletsizlik durumunun pandemiyle birlikte yaşam hakkına nasıl etki ettiğini halk sağlığı çerçevesinde ele aldı.
“Pandemi, kapitalizmin insan yaşamına vermediği değeri gösterdi” diyen Tanık, pandemi öncesi de dünya nüfusunun % 89’unun günlük 20 dolar altı; yüzde 25’inin ise 5 dolar altı gelirle yaşamlarını sürdürdüklerini; gecekondularda yaşayan 1 milyar insan, mülteci-göçmenler dahil tüm temiz suya ve sanitasyona erişim sorunu yaşayan dünya nüfusunun önemli bir bölümünün, salgından kendini koruma olanağına sahip olmadığını hatırlattı.
Söz konusu eşitsizliklerin aynı coğrafyalarda sürmekte iken hayatımıza giren salgında, dünyada ağırlıklı olarak “Şirketleşmiş devletler, şirket yöneticisi gibi siyasiler, neo-liberal sistem halkın hastalanmasına, ölmesine göz yumdu” diyen Tanık, pandemiyle mücadele yaklaşımının, “ülkelerin insan yaşamına verdikleri (vermedikleri) değerle ilgili” olduğunun altını çizdi.
Pandemide, yoksul ve kalabalık evlerde tedbir alınamayan, gıda güvencesizliği yaşayan nüfusun, maruz kaldığı açlık ile yetersiz beslenmenin artması sonucunda “fazladan ölümler” ile karşı karşıya kaldığımızı kaydeden Tanık, ortalamanın üzerindeki ölüm sayılarına dikkat çekti ve pandemi nedeniyle küresel olarak açıklananın çok ötesinde can kaybı olduğunu, diğer hastalıkların tanı ve tedavisinin aksamasıyla da ikincil hasar ve ölümlerin artacağını vurguladı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 21 Mayıs 2021’de açıkladığı ve sadece Amerika kıtası ile Avrupa’yı kapsayan tahminine göre, 3 milyon can kaybı verisini paylaştığını; buna diğer kıtaların eklenmesiyle rakamın artmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyen Tanık, aşının bulunmasına rağmen önlenebilirler ölümlerin yüksek olduğunu, uluslararası kurumların da kabul ettiğini belirtti.
“Sermayenin tek kullanımlık gördüğü bedenler, çalıştığında yararlı, hastalandığında dışlanan” , “vatandaşlık haklarından mahrum kalan tüm insanların” her birinin yaşam hakkına sahip olduğunu hatırlatmak gerektiğine dikkat çeken Tanık, can kayıplarının kaydını tutmak, “ iradi olarak ya da ihmal ile bu insanları yok sayma kararını alan siyasilerden hesap sormak” gerektiğinin altını çizdi.
Son olarak Tanık, pandemiden küresel düzeyde çıkılabilmesinin herkesin aşıya ulaşmasıyla mümkün olduğunun bilinmesine karşın, aşı hakkından yoksun bırakılan milyarca kişi ile yaşamını yitirenlere “sahip çıkmanın yolu, yaşam hakkını savunmaktan geçer” diyerek sözlerini noktaladı.
Bizi Takip Edin