Göçmen Kuşlar İçin Yaşam Mücadelesi Devam Ediyor

İstanbul'da küçük kerkenezleri konuşurken, Erzincan'da Ekşisu Sazlıkları yanıyor, Hatay Samandağ zirvelerinde göçmen kuşlar otomatik tüfeklerle vurulmaya devam ediyordu. Bu noktada yerel inisiyatiflerin ortaya çıkması, olanların desteklenmesi ve güçlendirilmesi büyük önem taşıyor.

Bahar aylarında Türkiye’ye gelen göçmen kuşların seslerini duymaya başladık. Binlerce kilometre öteden, sıcak ülkelerden gelen göçmen kuşlardan birçoğu için üreme mevsimi de başladı, bir kısmı da mayıs aylarında üremeye başlayacak, yazı geçirdikten sonra sonbahara yaklaşırken de sıcak ülkelere geri dönecekler. Ancak maalesef uzun süredir iklim krizi, göç sırasında konaklama alanlarının yok edilmesi gibi nedenlerle her yıl kuşlar için daha da zor koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. İnsan müdahalesi olmadan binlerce kilometreyi uçup gelen kuşlar, kentlerde birçok engelle karşılaşıyorlar ve yaşam mücadelesi vermek zorunda kalıyorlar.

Kuşların yaşam alanlarının parçalanması, bozulması ve yok olmasının yanında, kuşların uluslararası ticareti ve çevre kirliliği en önemli insan kaynaklı tehditleri arasında.

Bunların yanı sıra barajlar, HES’ler, yüksek gerilim hatları, rüzgar türbinleri, havaalanları, kara yolları, tarım zehirleri, sulak alanların kurutulması ve avcılık da kuşların yaşamını zorlaştıran ve yaşam haklarını ihlal eden nedenler.

2019 yılında yapılan bir araştırmada kuşlarda meydana gelen insan kaynaklı ölümler incelendiğinde her yıl tahminen;

  • 980 milyon kuş, binalara çarparak,
  • 174 milyon kuş elektrik hatlarında,
  • 340 milyona kuş karayollarında,
  • 6.8 milyon kuş iletişim kulelerinde,
  • 1 milyon kuş petrol ve gaz çukurlarında,
  • 330.000 kuş ise rüzgar türbinlerinde hayatını kaybediyor.

Geçtiğimiz yıl Galata Kulesi’ndeki restorasyon nedeniyle İstanbul’daki ebabiller tehlike altındaydı. Öncelikli olarak Simurg Kuş Derneği’nin başlattığı kampanya ve vatandaşların tepki göstermesi sayesinde İBB restorasyonu erteledi, kuşlar da yaşamlarına devam edebildi. 

Bu yıl da 4 Mayıs günü 24 TV’nin haberiyle gündeme gelen hayvan hakkı ihlalinden en çok etkilenenler kerkenezler oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Silivri’deki falezlere taşların aşağıya düşme, heyelan riskini azaltmak amacıyla çelik ağlar ördü. Bu uygulama burada yaşayan yuva yapmış göçmen kuşlar, özellikle Küçük kerkenezler için büyük risk oluşturuyor. Silivri Çevre Derneği Başkanı Ali Korsan’ın yaptığı açıklamada İBB ile görüştüklerini, öncelikle İBB’nin kuşların rahatlıkla girip çıkabilecekleri deliklerin açılacağını söylediğini, ancak her tele 3 delik açılmasını talep ettiklerini İBB’ye ilettikten sonra firmanın maliyeti yüksek olduğu için reddettiğini aktardı ve ekledi: “900 metreye açtıkları 30-40 tane delik, onları da zaten göremiyorsunuz, kuşlar nasıl girip çıkacaklar buraya? Ben burada, Silivri’de kuş hapishanesi istemiyorum.”

Kuş gözlemcisi Alper Tüydeş Twitter hesabından yaptığı tweet serisinde falezlerin kerkenezler için önemini şöyle anlatıyor:   “Silivri’de yer alan falezlerin kışı Afrika’da geçirip yazın üremek için İstanbul Silivri (Kale Park) sahildeki bu küçük kayalığa yavru yapmak için geri dönüyorlardı. İstanbul’un tek Küçük kerkenez kolonisi de zaten burada. Yani burası onların son kaleleri aslında. Ve şimdi falezlerin altındaki sahile taş parçaları düşmesin diye tüm kayalık ne yazık ki kuşların geçemeyeceği şekilde tel örgü ile kapatılmış. Bu yıl Afrika’dan dönen Küçük kerkenezler binlerce yıldır kendilerine ait olan yuvalarına bu sebeple artık giremiyor.”

Vatandaşların yoğun tepkisi üzerine 5 Mayıs günü İBB Twitter hesabından, “Kerkenezlerin yuvasını koruyacağız. Silivri’de falezlere heyelan riski nedeni ile serilen çelik ağları daha geniş aralıklı halatlar ile değiştiriyoruz, ülkemize üremek için gelen kerkenez kolonisinin yuva alanlarını koruyoruz. Hassasiyet gösteren bütün İstanbullulara teşekkürler.“ cevabını verdi. Ve aynı gün içinde çelik ağların sökülmeye başladığını paylaştı. Bu kadar çözüm üretilmesi umut verici olsa da, bu tür uygulamalar yapılmadan önce o bölgede ve çevresinde yaşayan tüm canlıları gözeterek, yaşam alanına müdahale etmeden, habitatı bozmayan uygulamalar yapılması gerekiyor.

Silivri’deki bu uygulamayı ve yaban hayatı, göçmen kuşların yaşam alanlarını korumak adına Türkiye’de neler yapılabileceğini kuş gözlemcisi ve çevre alanında koruma projeleri üreten Tora Benzeyen’e sorduk:

Göçmen kuşların, yaban hayvanlarının insanların yaptığı bu uygulamalardan olumsuz etkilenmemeleri için nasıl bir yol izlenmeli; bu konuda belediyelerden, yerel yönetimlerden neler talep edebiliriz?

“Her şeyden önce bakış açımızı değiştirmek zorundayız. İnsanlar olarak doğal alanlara müdahale ettiğimiz her an, bilerek ya da bilmeyerek doğa üzerinde olumsuz bir etki yaratıyoruz. İnsanlar olarak belki bu olumsuz etkileri doğrudan hissetmiyor olabiliriz bunun doğa üzerindeki etkisi çoğu zaman geri dönüşü olmayan noktalara ulaşabiliyor. Son günlerde yaşadığımız Küçük kerkenez kolonisinin durumu da tam olarak böyle. İnsanların güvenliği için yapılmaya çabalanan bir tel örgü inşa işi, zaten pamuk ipliğine bağlı duran İstanbul’daki son koloninin yok olmasına sebep olabilirdi. Devrilme riski olan tek bir ağacın kesilmesi meselesinden, devasa kanallar kazma çabasına kadar atılacak her bir adım için çok ciddi ön planlamalar gerekiyor. Maalesef günümüzde ‘ÇED’ denilen raporlar bile araziyi yerinde incelemeden, kopyala yapıştır şekilde hazırlandığı için, böyle önemli bir konunun ciddiyetle yapıldığını görmek oldukça zor. Ama imkansız değil.

Yapılması gereken çok yönlü kontrol mekanizmaları işletmek ve uzun vadeli gözlemler gerçekleştirmek. Söz konusu doğa olduğunda, birkaç kişinin ya da küçük bir heyetin onayıyla ilerlemek, hele ki bizim gibi aşırı politize olmuş bir toplumda doğal alanları kaybetmekle eşdeğer. Yerel yönetimler ve bilhassa kamu kurumları, bölge halkı, ilgili sivil toplum kuruluşları ve sivil inisiyatifler ve konunun bilimsel yönüne hakim bilim insanlarını içerisine dahil eden platformlar geliştirmeli. Ortak bir görüş sağlanmadığı sürece de harekete geçilmemeli. Diğer taraftan ise bu bölgeler uzun süreli gözlemlenmeli. Sizin bu çayırlar, bu kayalıklar bomboş hiç canlı yaşamıyor dediğiniz yerler, siz gece uykunuzdayken inanılmaz bir hareketlilik yaşıyor olabilir ya da Küçük kerkenez örneğimizde olduğu gibi göçmen misafirlerini bekliyor olabilir. İnsanı değil, doğayı merkeze alan bir yaklaşım insanlık olarak mücadele ettiğimiz tüm sorunları çözebilecek tek yolumuz.”

Yaban hayatı, göçmen kuşları tehdit eden sorunları tespit etmek ve çözüm üretmek adına Türkiye’de daha önce yapılmış çalışmalar var mı?

“Türkiye’de böylesi çalışmalar olsa da, sahip olduğu coğrafi alan ve zengin biyoçeşitlilik çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyuyor. Bizler İstanbul’da küçük kerkenezleri konuşurken, Erzincan’da Ekşisu Sazlıkları yanıyor, Hatay Samandağ zirvelerinde göçmen kuşlar otomatik tüfeklerle vurulmaya devam ediyordu. Bu noktada yerel inisiyatiflerin ortaya çıkması, olanların desteklenmesi ve güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Örneğin 2017 yılında Ankara, Eskişehir ve Bolu illerindeki yırtıcı kuşlara yönelik tehditleri belirlemek ve önlemek amacıyla geliştirdiğimiz ‘Yırtıcı Kuşları Koruma Hareketi (Raptors Conservation Action)’ tam da böyle bir çabanın şekil bulmuş hali. 2 yıl boyunca ateşli silahlarla vurulmuş, araç çarpmış, zehirlenmiş ya da yavruyken yuvasından alınmış yırtıcı kuşların hem klinik ortamda tedavi ve rehabilitasyon süreçlerini yürüttük hem de arazi çalışmalarında vakaların meydana geldiği yerlerde bölge halkıyla görüşmeler, çocuklarla kuş gözlem etkinlikleri gerçekleştirdik. Bugün, ikinci aşamasını yürütüyoruz ve özellikle araç çarpmasına uğramış yırtıcı kuşları araştırıyoruz. Bizim gibi farklı bölgelerde farklı türler üzerine çalışan araştırmacılar ve sivil toplum kuruluşları elbette var. Ancak dediğim gibi Türkiye gibi bir coğrafyada çok çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Maalesef doğamızı katledenler, onu korumak için çaba gösterenlerden hala daha güçlü, hala daha zengin.”

 

Nur Akdemir

Üyelik Tarihi: 04 Mart 2021
4 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör

İlgili Yazılar

Tüm Haberler