“Sansür Haber Alma Hakkının Önüne Barikat Kurulmasıdır”
Medyaya uygulanan sansürün yalnızca gazetecileri ilgilendirmediğini söyleyen gazeteci-yazar Faruk Bildirici, “Medyaya sansür uygulanması sadece basın ve ifade özgürlüğünün engellenmesi sonucunu doğurmaz. Aynı zamanda insanların bilgi edinme ve haber alma hakkının önüne barikat kurulması anlamına gelir.” diyor.
Medyada RTÜK ve BİK gibi kurumların başını çektiği birçok resmi kurum ve kuruluş sanat, sosyal yaşam ve ifade özgürlüğü gibi birçok alanı çeşitli gerekçeler ile cezalarla donatıyor. Bu gerekçeler dinî değerleri aşağılama, Cumhurbaşkanı’na hakaret, suçu ve suçluyu övme, toplumu galeyana getirme, terör örgütü propagandası gibi örneklerle sınırlı kalmıyor. Uygulanan bu gibi cezalar hukuksal ve ahlaki tarafı ile tartışılmaya oldukça açık gözükmekle beraber yarattığı etki bağlamında genetiğindeki sansür ile sınırlı kalmayıp bireyler için bir otosansür ortamının oluşmasına sebep oluyor. Son yıllarda OHAL ve KHK’lar ile birlikte bu ortam iyice perçinlenmiş durumda. Susma platformunun 2020 yılı boyunca Türkiye’de görülen sansür ve otosansür vakalarını ele aldığı rapor bu hususta oldukça önemli verileri gözler önüne seriyor. Sansürün uygulanış şekillerine baktığımızda yayın yasağı, erişime kapatma, etkinlik engelleme, eserin bütünlüğünü bozma, hedef gösterme ve ticari tehdit oluşturma gibi birçok yöntem görüyoruz.
Raporda vakaların neredeyse üçte birine yakın kısmı için bir gerekçe bile belirtilmediği vurgulanıyor. Cumhurbaşkanına, kamu görevlisine ya da diğer kişilere hakaret etme suçunun en fazla kullanılan gerekçe olduğunu görülüyor. Onun dışında örgüt propagandası yapmak ve örgüt üyesi olmak gibi gerekçeler de sıklıkla mevcut. Pandemi döneminde ise “Koronavirüs, salgın ve genel sağlık” da eylem ve etkinliklerin yasaklanması için yaygın kullanılan bir gerekçe oldu. Sansüre en çok maruz kalanlar tahmin edildiği üzere gazeteciler, gazeteler, tv kanalları, tiyatrocular, müzisyenler ve yazarlar oldu. Ayrıca kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketi de vakaların görüldüğü diğer dikkat çekici alanlar olarak göze çarpıyor. Vakaların Kürt nüfusunun yoğun olduğu yerlerde sıklıkla görülmesi senelerdir alışılagelmiş bir durumun devam ettiğinin göstergesi konumunda.
2020 yılı içinde kaydedilen toplam 489 vakanın 137’si gazetecilik alanında gerçekleşti. Yayıncılık alanında ise geçen yıl boyunca 33 sansür ve benzeri vaka kaydedilirken radyo-televizyon alanında 33 vaka yaşandı. Çin’den sonra en çok gazeteciye hapis cezası veren ikinci ülke konumunda olan Türkiye’de son olarak getirilen İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yasası oluşturulan sansür & otosansür ortamını perçinleyici vaziyette.
“Bilgi Edinme ve Haber Alma Hakkının Önüne Barikat Kurulması”
Medyaya uygulanan sansürün yalnızca gazetecileri ilgilendirmediğini söyleyen gazeteci-yazar Faruk Bildirici, medyaya sansür uygulanmasının sadece basın ve ifade özgürlüğünün engellenmesi sonucunu doğurmayacağını belirtip, “Aynı zamanda insanların bilgi edinme ve haber alma hakkının önüne barikat kurulması anlamına gelir.” diyor.
“Mülkiyet Yapılarını Devşirerek Yaygın Medyayı Kontrol Altına Aldılar”
Bildirici uygulanan yoğun sansürün yarattığı otosansür ortamını yorumluyor: “Tabii otosansürü de sansür ile birlikte değerlendirmek gerekir. Otosansür de tıpkı sansür gibi, özgürlüklerin aleyhine işler. Maalesef günümüz Türkiyesi’nde bu karanlık mekanizmalar en yoğun haliyle devrede. Mülkiyet yapılarını devşirerek yaygın medyayı kontrol altına aldılar ve sansür uyguluyorlar. Ayrıca RTÜK televizyonlar ve internetten yapılan yayınlar, Basın İlan Kurumu da gazeteler üzerinde kırbaç şaklatıyor. Bu kurumları da kullanarak Türkiye’de tam bir baskı ortamı yarattıkları için otosansür iyiden iyiye yoğunlaştı.”
“İnsan Sosyal Bir Varlıktır; Haber Alamazsa, Haberleşemezse Toplumdan Soyutlanır”
Faruk Bildirici basın ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda haber alma hakkından söz edilemeyeceğini söylüyor ve ekliyor: “Haber alma hakkı bu nedenle insanların temel haklarından biridir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 12. maddesinde bütün insanların “haberleşme özgürlüğü” ne, 19. Maddesinde de “herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu” vurgulanır. İnsan sosyal bir varlıktır; haber alamazsa, haberleşemezse toplumdan soyutlanır. Yaşadığı topluluğun ve dünyanın gerçeklerinden yalıtılmış olur.”
“Demokrasinin Bir Ayağı Eksik Kalır”
Sansür ve otosansürün medya mensuplarının işlevlerini yerine getirememesine yol açacağını vurgulayan Bildirici, basın özgürlüğü daraldıkça gazetecilerin ifade özgürlüklerini ve gazetecilik reflekslerini yitireceğini söylüyor. Bildirici böylesi bir ortamda medyanın insanlara bilgi vermek yerine iktidarın propaganda aracı haline geleceğinin altını çiziyor: “Bu da hem toplumun bilgi sahibi olamadığı bir ortam oluşmasını sağlar; hem de gazeteciler kamu adına denetim görevini yerine getiremez olurlar. Medya, siyasi iktidar başta olmak üzere güç odaklarını denetleyen, eleştiren, sorgulayan, sessizlerin sesi olan güç olmaktan çıkar. Nihayetinde demokrasinin bir ayağı eksik kalır. Uzun vadede ise demokrasinin üzerine koyu bir karanlık çöker. Günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi…”
“Kültürel ve Sosyal Alanda İktidar Sağlayamamak”
İktidarın oluşturduğu sansür ve otosansür ortamının insanların beğenilerini ve standartlarını etkilediğini söyleyen Bildirici alternatif medyanın ve sosyal & kültürel eğilimlerin dikta edilemeyen yapısına vurgu yapıyor: “Fakat bir yandan da teknolojik gelişmeler, alternatif medyanın doğuşu, Cumhuriyet ve demokrasinin toplumda yaratmış olduğu birikim, tek tipleşmeye, iktidarın dayattığı beğeni düzeyini ve ahlak anlayışına karşı direnme imkânı veriyor. Bütün bunların sonucunda nereye varılacağını kestirebilmek çok zor. Zira sosyal ve kültürel olaylar, sosyal tarafların dileklerine ve uygulamalarına göre şekillenmez; çoğu zaman da ortaya kimselerin tahmin bile edemediği bileşkeler çıkar. Öyle olmasa, Cumhurbaşkanı Erdoğan, devleti 19 yıldır tam anlamıyla ele geçirmiş olmalarına rağmen kültürel ve sosyal alanda iktidarlarını sağlayamamaktan yakınmazdı.”
“Sosyal Medya Kuruluşlarını Tam Bir Cendereye Alacaklar”
Son dönemde dijital mecralar için çıkarılan kanuna değinen Bildirici kanunun popüler sosyal medya platformlarını baskı altına almak adına bir hamle olduğuna dikkat çekiyor. Bildirici Twitter’ın kanun sonrası akıbetinin önemine vurgu yapıyor: “Son olarak Twitter’ın ardından Pinterest de Türkiye’de temsilcilik açmayı kabul ettiğini duyurdu. Fakat Twitter, henüz temsilcilik açmadı. Anlaşılan devlet de şimdilik bekleme sürecinde. Muhtemelen temaslar da sürüyordur. Twitter ve diğer sosyal medya devlerinin Türkiye temsilcilikleri tam olarak faaliyete geçtikten sonra neler olacağını göreceğiz. Muhtemelen Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, BTK ve Sulh Ceza Hakimlikleri, bu sosyal medya kuruluşlarını tam bir cendereye alacaklar; erişim engellemeleri, paylaşımların silinmesi gibi isteklerin/kararların aynen yerine getirilmesini isteyecekler. Böyle bir durumda özellikle Twitter, her talebi aynen yerine getirecek mi, yoksa kendi ilkelerini uygulamaya devam edecek mi? Göreceğiz. Ama Twitter’ın kendi ilkelerini Türkiye özelinde yok saymasını beklemiyorum doğrusu. Kararların uygulanmaması ve karşılığında para cezaları yağdırılması gibi bir süreç başlayabilir.”
“Yasalar, Hukuk ve Kurumlar da Bu Dayatmacı Hükümdarlığın Kullanışlı Araçları”
Spotify ve Youtube’a karşı RTÜK tarafından yapılan emsalsiz uygulamalara dikkat çeken Bildirici iktidarın sosyal medya platformlarına karşı sahip olduğu tutumunu değerlendiriyor: “Bu arada RTÜK de internet ortamındaki radyo ve televizyon yayınları ile ilgili yeni yetkilerini kullanmaya başladı. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, birkaç gün önce Spotify’a müdahale ettiklerini ve bazı programların kaldırılmasını sağladıklarını açıkladı. Youtube’daki bazı yayınlar için de harekete geçtiklerini duyurdu. Oysa o programlarla ilgili bir karar bile yok. Bütün bunlar siyasi iktidarın sosyal medyaya müdahale operasyonunun parçaları… İfade özgürlüğüne ve insanların öğrenme hakkına düşman bir yaklaşım sergiliyorlar; kendileri gibi düşünmeyenlere karşı en ufak bir hoşgörüleri, tahammülleri de yok. Yasalar, hukuk ve kurumlar da bu dayatmacı hükümdarlığın kullanışlı araçları…”
“Gerçeği Sunma Sorumluluğu Olduğu Halde Topluma Sırtını Dönen”
Basın özgürlüğü savunucusu gazeteci Erol Önderoğlu, otosansür refleksi ile hareket eden geleneksel medya kuruluşlarına dikkat çekerken bu tip haberciliğin okurun yönelimlerine olan etkisine vurgu yapıyor: “Özellikle 31 Mart 2019 yerel seçimleri gazeteciler ve kamuoyu açısından iki temel gerçeği gösterdi: İlki, iktidarın tam mali desteği altında bulunan gazeteciliğin gerçeği sunma sorumluluğu olduğu halde topluma sırtını döndüğü, bir diğeri de okur ve izleyicinin, temel sorunlarına eğilmeyen konvansiyonel medya kuruluşlarının peşini bırakıp yeni online gazetecilik mecralarına (BBC Türkçe, DW Türkçe, VOA Türkçe, Medyascope.tv, bianet, T24, Gazete Duvar, etc) yöneldiğidir.”
“İktidar Sansürü ve İşveren Müdahaleleriyle”
Haberciliğin maruz kaldığı sansürün boyutlarını verilerle yansıtan Önderoğlu medyanın denetleyici ve eleştirel karakterine yapılan anti-demokratik yaklaşıma dikkat çekiyor: “2020’de internet ortamında yolsuzluk, kayırmacılık, usulsüzlük, uyuşturucu ticareti, cinsel istismar, kadrolaşma gibi konularda çıkan en az 1358 İnternet haber bağlantısına Sulh Ceza Hakimliği kararıyla erişim engeli getirildi. Bir yayın yasağının yaşandığı yıl, 24 haber sitesiyle ilgili de erişim engeli getirildi. 150 kadar uluslararası medya temsilcisinin basın kartının yenilenmediği bu dönemde en az 27 eleştirel gazetecinin de basın kartı iptal edildi. Bunun yanı sıra, iktidar sansürü ve işveren müdahaleleriyle sadece gazeteciler değil, kamuoyunun da bilgilenme araçlarından, demokratik bir toplumda vazgeçilmez olan denetleme ve eleştirme gücünden yoksun kaldığı açıkça görüldü.”
“Haber Alma Hakkı”
Önderoğluna göre, “Haber alma hakkı” yalnızca demokrasilerin bir standardı olma konumunda. Bunun yanında yurttaşın toplumdaki gelişmeleri özgür ve nesnel bir şekilde öğrenebilmesi, kamunun ve hükümet icraatlarının denetleyip sorgulayabilmesi, demokratik tartışma ortamı gereği her tür toplumsal sorun ve antidemokratik pratiği eleştirebilmesini gerektiriyor.
Önderoğlu sansür ve oto-sansürün, toplumları bugünü eleştirememekten kaynaklı olarak, geleceğe dair tehlikelere karşı da güvensiz ve savunmasız kılacağını belirtiyor ve ekliyor: “İşini, her şeyini kaybeden bir işçi, toplumsal tecridin en ağırını yaşadığında bile, anlatmak, sorununa tanıklık edecek bir gazeteci arar.”
“Gerçekler Karşısında Toplumun Köreltilmesi”
Habercilikteki sansür uygulamalarına çarpıcı bir örnek ile dikkat çekiyor: “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ ve Edirne gibi bölgelerde kanserojen maddelerle ilgili gizlenen tehlikeyi kamuoyuna duyurmak için Cumhuriyet gazetesi için yazan Gıda Mühendisi Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık’ın “göreve ilişkin bilgileri açıklamak” suçlamasından hapse mahkûm edilmesi, gerçekler karşısında toplumun köreltilmesi girişimlerine iyi bir örnek oluşturuyor.”
“Türkiye’nin 180 Ülkeli Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 154. Sırada Gösterilmesi..”
Gerçeklerin haberleştirilmesine karşı uygulanan sansüre dikkat çeken Önderoğlu ülkemizdeki basın özgürlüğünün durumuna vurgu yapıyor: “Bugün Sulh Ceza Hakimleri, sansür kararlarıyla sadece gazeteciliği köreltmiyor, siyasi yolsuzluk, kayırmacılık, sömürü, çevre katli, cinsel istismar gibi en temel sorunların toplum gözünden kaçırılmasında rol oynuyor. Türkiye’nin 180 ülkeli Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 154. Sırada gösterilmesinde en belirgin etkenlerden biri, şeffaflık ve hesap verebilirliğinin de zamanla sonunu getiren, halka bilgi verme kanallarının tıkanmasıdır.”
“En Zararını Sansüre Razı Olanlar, Sanata Sırt Çevirenler Görür”
Önderoğlu sansürün uzun süre hüküm sürdüğü toplumlarda sanatın sönebildiği gibi kendisini başka tarzda da gösterdiğini söylüyor ve karikatür örneği veriyor: “Karikatür gibi sanat alanlarına yönelik yasaklarla, bu gibi yaratıcı zeminleri ele geçirmeye yetmeyeceğine inanıyorum. Bu ifade tarzları, ele sığmadıkları gibi zihinsel güçle dönüşüm gösterirler. Mizahın etkisini, örneğin mizah dergisi satışlarında görmezsiniz ancak yaygınlığını mizah ve kara mizahıyla sosyal medyadaki ifade tarzlarında çok rahat görebilirsiniz. Bu nedenle sanattan vazgeçmek çok güçtür; o nedenle en zararını sansüre razı olanlar, sanata sırt çevirenler görür. Buna karşın, Türkiye’de karikatürün karşı karşıya olduğu tek sorunun sansür olduğuna inanmıyorum; özellikle basın karikatürü ve dergi satışları bakımından bir dönüşüm güçlüğü de var gibi.”
“Yargı Yoluyla Eleştirel Gazetelerin Taciz Edilmesine Benzer”
Dijital mecralara yönelik çıkan kanun ve temsicilik açma zorunluluğu gibi gelişmelerin odağında sosyal medya & yargı ilişkisini yorumlayan Önderoğlu “Son olarak açıklandığı gibi Twitter da reklam kısıtlaması görmemek için temsilci atayacaksa sorun bu yönüyle çözülmüş görünüyor. Ancak en can alıcı kısmı, yerel mahkeme kararlarının sistematik şekilde uygulanması istendiğinde yaşanacak gibi. Örneğin, gündeme getirilmesinde kamu yararı bulunan bir haberin, “kişilik hakları” gerekçesiyle sosyal medya platformlarında sansür edilmesi istendiğinde ne olacak? Eğer sosyal medya platformlarından beklenti, yargı yoluyla eleştirel gazetelerin taciz edilmesine benzer bir boyut kazanırsa önümüzde büyük sorun var demektir.” diyor.
“Bu Siyasi Körlük, Twitter veya Başka Bir Platformu Kapanma Noktasına Getirebilir”
Önderoğlu iktidar & kamuoyu ilişkisi üzerinden global platformların akıbetini değerlendiriyor: “Global düzeyde Facebook ve Twitter gibi uygulamalar birçok otoriter ülkede tehditlerle karşılaşıyor. Türkiye’deyse siyasi kutuplaşmayı derinleştirmekle meşgul egemen siyasetin, Wikipedia’yı uzun sürelerle kapatmışlığı da varken, kamuoyunun özgürce bilgilenmesini dert ettiğini düşünmüyorum. Zaten “kamuoyu”muzun bu denli zayıf olmasının temelinde yasakçı toplum oluşumuzun derin izleri var. Artık, “iktidar çevrelerine zararı varken sosyal medya platformlarını yasaklayamazlar” diyemiyorum. Bu siyasi körlük, Twitter veya başka bir platformu kapanma noktasına getirebilir ancak henüz o noktada değiliz.”
Bizi Takip Edin