“Gönüllü Politikası Yok, Bazı STK’ların Bu Konuda Çalışmaya Gönlü de Yok”
Bazı STK’ların ücretli çalışanların görevlerine yakın “gönüllü” ilanları vermesi, sivil toplumda gönüllü haklarını ve bu alanda düzenleme ihtiyacına yönelik tartışmaları, 'emek sömürüsü' üzerinden yeniden gündeme getirdi. Yuva Derneği’nden Nur Elçik, Proje Yönetim Okulu’ndan Gökhan Turgut Ünal ve gönüllü İstem Gizem Demir ile Türkiye’de gönüllük algısını ve sorunları konuştuk. Değerlendirmeler, sivil toplumda gönüllülük kavramının tartışılması ve neleri içerdiği-içermediği konusunda uzlaşılması gerekliliğini ortaya koyarken, Gizem Demir, "Gönüllü politikası ve gönüllünün iş tanımı yok, hatta bazı STK'ların bunun üzerine çalışmaya gönlü de yok." diyor.
Sivil toplumda gönüllük deneyimlerinize ve gözlemlerinize dayanarak gönüllülüğün STK’lar tarafından mevcut durumda, nasıl algılandığı ve uygulandığına ilişkin değerlendirmenizi paylaşır mısınız?
Nur: Gönüllülüğü aktivist perspektifle ele alanlar ile fırsat olarak değerlendirenler şeklinde iki grup var. Aktivist olarak değerlendirenler, gönüllüleri hem kendilerini dönüştürebilecekleri hem de bulundukları ortamı dönüştürecekleri bir potansiyel içinde değerlendiriyorlar. Bu yaklaşıma sahip olan STK’lar hem kendi kapasitelerini zorluyorlar hem de gönüllülerin kapasitesini, onların haklarını ihlal etmeden kullanmanın, yöntemini arıyorlar. Gönüllülüğü fırsat olarak görenler ise, proje yazma gibi konular dahil, “hangi çalışmayı hangi gönüllüye verebilirim ve o faaliyetin maliyetini düşürebilirim” yaklaşımına sahipler. Bu yaklaşıma sahip olan STK’ların gönüllü faaliyetlerini artırdığını, aslında aktif olmadıkları alana, daha fazla gönüllü dahil edebildiklerini gözlemliyorum.
“Gençler, Sömürülseler Bile, Gönüllülüğü Sosyalleşme Alanı Olarak Görerek Mutlu Oluyorlar!”
Gençlerin gönüllüğü konusunda sorun şundan kaynaklanıyor: Türkiye, gençlerin sosyalleşmesine dair çok az imkân sunduğu için, gönüllüler bu alan girdiğinde sömürülseler bile, mutlu oluyorlar. Çünkü gönüllülük, onların sosyalleşme ve kendilerini görünür kılma alanı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirleri hariç tutarsak, taşrada üniversitelerde dahi gençlerin bir araya gelmesini sağlayan her şey engellenmiş durumda. Gençler, sadece kafelerde para tüketerek bir araya geliyorken, gönüllük aracılığı ile hem eğlenceli hem de meşru yapma olanağı buluyorlar. O nedenle sömürü daha da gizleniyor. Gençlerin gönüllüğü konusunda böyle bir handikap var.
Belli yaşın üstündekiler ise, çalışırken gönüllük yapanlar, emek sömürüsü konusunda daha bilinçli; zamanları kıymetli olduğundan süreklilikleri daha az ancak bir döngü içinde tekrar gönüllüğe dönüyorlar ve 1 senede 2 ay gönüllük bile yapsalar bunu 10 yıl sürdürebiliyorlar.
Ama gençlerde gönüllülüğü bırakma süresi daha yoğun, çok daha kısa sürede sürdürülebilirliği olmayacak şekilde bırakıyorlar. Belli yaş üstündeki emekli grupla gençlerin gönüllük motivasyonları çok benzeşiyor.
Belli yaş üstü insanlara da Türkiye herhangi bir sosyal birleşme vaat etmediğinden, onları üretken bir varlık olarak esas almadığından, gönüllük belli yaş üstündekiler için kendilerini iyi hissetmesi için en önemli araçlardan biri oluyor.
Köklü STK’lar ile Yeni-Küçük STK’lar Arasında Farklılaşan Gönüllü Yaklaşımı
Gökhan: Bu yapıda tabii gençlerden en çok aldığımız talep “yurt dışı” ve “gönüllülük” kavramları. STK’ları incelediğimizde gönüllülük kavramının oldukça farklılaştığını görüyoruz. Köklü sivil toplum kuruluşları gönüllülük sistemini oldukça verimli bir şekilde organize etmiş durumda ancak yeni diyebileceğimiz kurumlarda gönüllülük kavramında büyük bir kargaşa yaşanıyor. Bazı kurumlar gönüllülük adı altında ofis çalışanı, sosyal medya uzmanı, web tasarım uzmanı gibi kalifiye kişilerin yapacağı işleri gönüllülük adı altında gönüllülerden bekliyor.
Pandemi döneminde artan işsizlik, geleceğe dair umutsuzluk ve ekonomik kriz de gençleri çaresizce ücretsiz bir şekilde gönüllü çalışmaya itebiliyor.
Özellikle pandemi döneminde gönüllülük, staj, online staj, gençlik çalışanı kavramları birbirine geçmiş durumda. Bu noktada tabii STK’larda profesyonel yönetim anlayışı da önemli. Köklü STK’lar insan kaynaklarını profesyonelce yönetebiliyor çünkü bütçe sponsor bağış dengesi güçlü durumda. Küçük STK’lar ise bağış ve sponsor desteği bulamadığından dolayı “gönüllülük” adı altında insan kaynağını yönetmeye çalışıyor. Pandemi döneminde artan işsizlik, geleceğe dair umutsuzluk ve ekonomik kriz de gençleri çaresizce ücretsiz bir şekilde gönüllü çalışmaya itebiliyor.
“Gönüllünün İş Tanımı Yok, Bazı STK’ların Bunu Belirlemeye Gönlü de Yok!”
İstem: Bu çok değişken aslında. Gençlik çalışmaları alanında faaliyet gösteren ya da arka planında gençlik çalışmaları olan insanların yönetimde olduğu, etkin olduğu STK’larda durumun daha iyi, daha tanımlı olduğunu söyleyebilirim. Bunda Avrupa Gönüllü Hizmeti, gençlik çalışmaları ile ilgili diğer AB çalışmalarına dahil olmanın, daha çok uluslu bir networkün olmasının da etkisi var.
Gönüllü, kurumların, kurumdaki kişilerin angaryalarını yapan ya da uzmanlık gerektiren ve ücretli çalışanın yapması gereken işi ücretsiz yapan kişi değildir.
Fakat diğer alanlarda faaliyet gösteren STK’larda süreç daha sıkıntılı, hatta vahim bazen. Öncelikle “gönüllü nedir? Ne yapar?” konusu belirsiz. Gönüllü, kurumların, kurumdaki kişilerin angaryalarını yapan ya da uzmanlık gerektiren ve ücretli çalışanın yapması gereken işi ücretsiz yapan kişi değildir. Ama böyle bir yaklaşım var. Gönüllü politikası ve gönüllünün iş tanımı yok, hatta bazen bazı STK’ların bunun üzerine çalışmaya gönlü de yok. Bu durum gönüllülük sürecinin sorunlu olmasında, durumun emek sömürüsüne dönüşmesinde rol oynuyor. Oysa bir gönüllü politikası belirleyip gönüllülerle çalışmak, çalışmaya başlamak her iki taraf için de suistimalin ortaya çıkmasını engelleyecek bir şey. Eski gelenekten gelen aktivistlerin bazılarının gönüllülüğe, adanmışlık üzerinden bakabildiğine şahit oldum. “Adanmışlık” günümüzde ne kadar karşılığı olan bir şey, adanmışlık illa gerekli midir gönüllü olmak için, adanmışlığın açabileceği suistimal kapıları gibi…
Ne olursa olsun, bir şeyleri karşılıksız yapıyor olmamın ayrı bir önemi var.
“Gönüllük-emek sömürüsü” arasındaki sınır nerede ve nasıl kurulabilir?
Nur: Sınır bence bir denetmen aracılığı ile kurulabilir. Tüm kurumlar, devlet ve finansal denetimden geçerken, gönüllüğün suiistimali de dış denetimin ayrılamaz bir parçası olmalı. Tüm kurumlar, gönüllük ve emek sömürüsü ile sınırı sadece denetmen aracılığı ile koruyabilirler. Her STK’da gönüllülerin refahından, onların iyi hissetme halinden sorumlu bir komite oluşturulması mümkün olabilir. Bunun için ayrı bir departman kurulursa, yine sömürüye dönüşebiliyor. Eğitim, ölçme değerlendirme ve yönetimden birinin üye olduğu ayrı komite ile iç denetim sağlanabilir. Çünkü ne olursa olsun, bir şeyleri karşılıksız yapıyor olmamın ayrı bir önemi var. Gönüllünün verdiği emeğin sömürülmemesinin ölçütü, gönüllüye verilecek maddi karşılığın sınırını doğru belirlemekle mümkün olabilir.
“Gençler Gönüllüğün Referans Olacak Bir Etiket Olmadığını Bilmeliler!”
Gökhan: Gönüllülük ve emek sömürüsü arasında ince bir çizgi var. Gönüllü olan kişilerden beklentilerimiz neler? Gönüllünün kurumda bilgiye ve yetkiye ulaşımı ne olmalıdır? Gönüllü olan kişiye emeği karşısında ne sunabiliriz. Gönüllü sadece ofis işi yönetici asistanlığı veya online bilgi teknolojileri işi yapıyorsa bunu sorgulamalıdır. Kurumlar mutlaka genel bir konsensüs çerçevesinde gönüllülük kavramını tanımlarken gönüllüden beklentileri de tanımlamadır.
En son bu konuda gönüllüğün emek sömürüsüne dönmesi tehlikesine işaret ederek bir duyuru yayınladık. Gönüllü adayı gençlerden çok olumlu tepkiler aldık ancak herhangi bir sivil toplum kuruluşundan bir dönüş almadık. Genç gönüllüler gönderimizi çok beğendi ama onları da eleştiren bir duyuru hazırlıyoruz: gençler gönüllüğün yurt dışına çıkma aracı ve referans olacak bir etiket olmadığını bilmeliler.
İstem: Bunun cevabı çok basit aslında; STK için sürekliliği olan, STK’nın hayatını devam ettirmesi için gereken, belli bir uzmanlık gerektiren, haftalık belli bir çalışma saatini aşan işler, gönüllü çalışma kapsamına girmez. Buna göre bir iş tanımı ve çalışma süreci oluşturduğunuz zaman gönüllüye, gönüllülükle emek sömürüsü arasındaki sınırı otomatikman çiziyorsunuz zaten.
Gönüllülere STK’ların “maddi bir karşılık yerine, deneyim sağladıkları” yaklaşımına dair yorumunuz nedir? Bir gönüllü, bu faaliyetinin karşılığında ne-neler elde etmeli?
Nur: Bence her ikisi de doğru. Gönüllük meselesinin şu boyutu var: işin içine maddiyat girince, gönüllülerin motivasyonun kalkma olasılığı çok yüksek. Ama gönüllük faaliyetleri yürütenlerin temel ihtiyaçlarını karşılama, bir çalışan gibi kazanç elde etmeyecekleri ama günlük emeklerini giderecek ölçüde, örneğin sadece yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması gibi, bir yaklaşımı daha doğru buluyorum. Çünkü ne olursa olsun, bir şeyleri karşılıksız yapıyor olmamın ayrı bir önemi var. Gönüllünün verdiği emeğin sömürülmemesinin ölçütü, gönüllüye verilecek maddi karşılığın sınırını doğru belirlemekle mümkün olabilir.
STK’lar tarafından “gönüllülerin profesyonel bir yaklaşımla sorumlulukları ele almadıkları ve bu nedenle, gönüllü faaliyetlerin sürdürülebilir olamadığı” tespitlerine dair yorumunuz nedir? Gönüllü kişiler açısından eleştirel bir değerlendirme yapılabilir mi?
Nur: Gönüllülerin aktif olduğu alana göre çok değişiyor. Mesela gençler arasında çocuklarla çalışmak çok daha yaygın; gençler 1-2 günlük kısa süreli işlerde daha çok motive oluyorlar. Buna karşın, proje bazlı, uzun erimli çalışmalarda gençlerin motivasyonlarının daha düşük olacağını düşünüyorum. Türkiye’de gönüllü kaynağı yüksek olduğundan, gönüllü rotasyonu fazla olsa bile, sürekli yeni gönüllüler bulunabildiği için, gönüllü faaliyetlerinin sürdürülebilir olduğunu düşünüyorum. Diğer bir deyişle, aynı gönüllü ile değilse bile, deneyimlerimiz bize, rotasyon ile yeni gönüllülerin katılması sayesinde, tüm faaliyetlerin sürdürülebilir olduğunu gösteriyor.
Biz tabii bunları büyük kentlerdeki deneyimlerimize dayanarak söylüyoruz; küçük kentlerde gönüllük faaliyetlerinin farklı olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü, gönüllü faaliyetlerin sürdürülebilirliği, büyük şehirlere göre küçük kentlerde farklılık gösterebilir. Bu noktada, mekânsal bir ayrıma giderek değerlendirmek daha belirleyici olabilir. Çünkü taşrada bazı kentlerde gönüllü olan gençlerin çoğu, zaten o kentte yaşayan öğrenciler olabiliyor. Antakya gibi, dışarıdan çok göç alan kentler de var. Gençlerin gönüllü faaliyetinin sürdürülebilir olması, üniversite eğitimi ile sınırlı olabiliyor. Zaten küçük kentlerde çok az STK olduğundan, ortay yaş ve üstene yönelik gönüllü aktiviteleri de pek olmuyor. Buralarda tüm gönüllü aktiviteleri gençler ve üniversite üzerinden ilerlediği için, öğrencilerin eğitim süresine bağımlı bir gönüllük faaliyeti oluyor.
Gönüllü eğitimleri, oryantasyon eğitimleri, eğitici eğitimleri, mentör-menti sistemleri gönüllüleri daha profesyonel bir duruma getirebilir.
Gökhan: Bu tespit tabii ki doğru ancak profesyonellik beklediğimiz kesim 18-30 yaş arası bireyler. Bu yaşta profesyonellik beklemek çok da doğru değil. Gönüllüler arıyoruz ilanına çıkarsınız 1000 kişi başvurur, 100 kişi mailinize cevap verir, 10 kişi sizler görüşür, 1 kişi gönüllü olur. Sebepler, “işim çıktı, görüşmeyi unuttum, etkinliğin tarihi bugün müydü?” şeklinde sıralanıyor. Durumu eleştirmek yerine çözüm bulmak gerekiyor, bu çözüm de kurum ve gönüllü arasında etkileşimde yatıyor. Gönüllü eğitimleri, oryantasyon eğitimleri, eğitici eğitimleri, mentör-menti sistemleri gönüllüleri daha profesyonel bir duruma getirebilir.
Sivil toplum alanında birçok kurum ve gönüllü farklı amaçlarla birçok çalışma yapıyor. Kurumlar arası iletişim arttıkça gönüllüler arası iletişim de artacaktır. STK’ların kendi aralarında ağ kurmaları çok önemli, bu durum gönüllüleri de etkileyecektir.
“Gönüllü Koordinasyonundan Sorumlu Bir Kişinin Varlığına İhtiyaç Var”
İstem: Gönüllü profesyonelin işini yapmaz zaten, yapmamalı. Gönüllülük profesyonel yaklaşım da gerektirmez. Bu yüzden STK profesyoneli, ücretli STK çalışanı gibi kavramlar ortaya çıktı, bunlardan bahsediyoruz. Eğer kasıt, gönüllünün her an STK’yı ve yaptığı işi bırakabilme ihtimalinde, sorumlu olduğu işi aksatma ihtimalinden bahsediyorsak, evet var böyle bir durum. Gönüllü her an, kendi hayatı ya da kurumla ilgili herhangi bir sebepten STK’yı bırakıp gidebilir, hiçbir yasal yükümlüğü, sorumluluğu olmadan.
Bu, gönüllü için bir avantaj, STK içinse bir dezavantaj. Ama STK’nın bu dezavantajı yönetmeyi bilmesi gerekir, bunu kabul ederek eğer gönüllülerle çalışıyorsa. Bu yüzden gönüllü ile iletişimi, gönüllü koordinasyonundan sorumlu bir kişinin varlığına ihtiyaç var. Gönüllülerin, gönüllü çalışma çeşitli ihtiyaçları olabilir, olur hatta, mentörlük, kolaylaştırıcılık, STK’ya adaptasyon-aidiyet süreci, yaptığı işle ilgili öğrenme alanı gibi. Gönüllünün bu tip ihtiyaçlarını gözettiğiniz sürece, gönüllü kaybını en aza indirebilirsiniz.
Bir de gönüllü neden işini aksatıyor, yapmıyor, yarım bırakıp gidiyor? Ayrımcılık, taciz gibi bir durum mu var? İşin kendisiyle ilgili bir sorun mu var? Her gönüllü ile sonsuza kadar çalışmak zorunda değiliz ama diğer etkenleri değerlendirmek zorundayız. Gönüllüler açısından eleştirel bir değerlendirme yapılabilir ama bunu “gönüllülerle çalışmanın zorlukları nasıl iyi yönetilebilir?” kısmında ele almayı ve gönüllü iletişim stratejisi gibi bir şey için konuşmayı daha doğru buluyorum.
“Gönüllülük Zaten Maddi Bir Karşılık Beklemeden Yapılan Bir Eylemdir”
Gönüllülere STK’ların “maddi bir karşılık yerine, deneyim sağladıkları” yaklaşımına dair yorumunuz nedir? Bir gönüllü, bu faaliyetinin karşılığında ne-neler elde etmeli?
Nur: Bence her ikisi de doğru. Gönüllük meselesinin şu boyutu var: işin içine maddiyat girince, gönüllülerin motivasyonun kalkma olasılığı çok yüksek. Ama gönüllük faaliyetleri yürütenlerin temel ihtiyaçlarını karşılama, bir çalışan gibi kazanç elde etmeyecekleri ama günlük emeklerini giderecek ölçüde, örneğin sadece yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması gibi, bir yaklaşımı daha doğru buluyorum. Çünkü ne olursa olsun, bir şeyleri karşılıksız yapıyor olmamın ayrı bir önemi var. Gönüllünün verdiği emeğin sömürülmemesinin ölçütü, gönüllüye verilecek maddi karşılığın sınırını doğru belirlemekle mümkün olabilir.
Gökhan: Gönüllülük zaten maddi bir karşılık beklemeden yapılan bir eylemdir. Gönüllülük-kurum ilişkisinde, gönüllü deneyim kazanırken kurum da gönüllünün çalışmalarından kaynaklı elde ettiği sosyal katma değeri dezavantajlı gruplara aktarır. Bu zincirde sivil toplum kuruluşu maddi ve manevi bir kazanç sağlamaz, zaten amacı da bu değildir. STK, hedef kitlesine yönelik ihtiyaçlar çerçevesinde gönüllüden kazanımlar bekler.
STK ve gönüllü arasında “kazan-kazan” ilişkisi yoktur; STK’nın hizmet verdiği dezavantajlı grupla gönüllü arasında “kazan-kazan” ilişkisi vardır. Dezavantajlı grup hayat standardını yükseltir, sorunlarına çözüm bulur; gönüllü ekip çalışmasını öğrenir, sosyalleşir, network edinir ve en önemlisi insanların hayatına dokunduğunu hisseder. Türkiye’de ise bazı kurumlarda durum “sen gel benim derneği yürütmeme yardımcı ol, ben de sana referans olayım, deneyim kazandırayım” anlayışı ile şekilleniyor.
Gönüllü çalışma, maddi karşılık sağlamaz, sağlamamalı da ama kişinin cebinden de bir şey çıkarmamalı.
İstem: Evet, gönüllülük hem öğrenme hem deneyim elde etme bazen de kendine dair bir şeyleri keşfetme bunlar olurken de toplumsal fayda üretme, buraya katkı sağlama süreci. Fakat, gönüllü eğer o işi yapmak için cebinden para harcamak zorunda kalıyorsa, bu bir sorun. O yüzden, gönüllü çalışma, maddi karşılık sağlamaz, sağlamamalı da ama kişinin cebinden de bir şey çıkarmamalı. Aksi halde belli bir ekonomik sınıf özeline indirgersiniz gönüllülüğü. Gönüllük kavramının günümüzde “hayır işi”nden katılımcı vatandaşlığın, katılımcı demokrasinin bir öğesi olma yolunda evrildiğini göz önüne alırsak da sadece belli ekonomik şartlara sahip insanların gönüllülük yapabiliyor olması sorun. Bunun dışında öğrenmek, deneyim elde etmek, kendini keşfetmek, bu alanda mobilizasyon fırsatlarından yararlanmak, networking… Bunlar gönüllüğün doğal süreçleri ve gönüllünün elde edebilmesi gereken şeyler.
Gönüllü ile Çalışan Haklarının Bütünlüğü
Çalıştığınız kurumda, gönüllü uygulamasına dair prensip ve kriterler geliştirdiniz mi? Nasıl bir politika izliyorsunuz?
Nur: Sivil toplumda çok fazla kurumda çalıştım, bunlardan sadece 2’si gönüllülerle yoğun çalışan kurumlardı. Bu ikisinden de sadece birinde, gönüllülere dair çok ciddi bir yapı vardı: Türkiye Eğitim Gönüllüeri Vakfı’nda (TEGV) dünyanın birçok yerinde hala yapılmadığını gördüğüm güçlü gönüllü eğitimleri ve faaliyetleri vardı. Ayrıca gönüllü motivasyonuna dair güçlü çabaya ve faaliyetlere akademisyenlerden destek alınıyordu. Gönüllü faaliyetlerin maliyetini düşürerek gönüllülerin bir araya geleceğini sağlayacak aktivitelerde yapılıyordu. TEGV, gönüllüğe ilişkin uluslararası bir kuruma üye idi; kurumsal deneyimlerini gönüllük ağında yaymaya çalışıyordu. Ayrıca, gönüllülerin ihtiyaç analizini yapmaya yönelik düzenli anket çalışması yapılıyordu: gönüllülerin her etkinlik sonrası ve dönem sonunda değerlendirme yapılıyordu. Aynı zamanda, merkez ekibinden birileri gelip gönüllülerle yüz yüze görüşüyordu.
TEGV’de eksik olan şey ise gönüllülere düzenli olarak destek verilmesi idi. Çünkü sahada çok düşük maaşla çalışan ekip, o gönüllülere teknik desteğe verecek kapasitede değildi. Merkezi ekip ise sürekli yeni gelen gönüllülere yerinde destek verebilme imkanına sahip değildi. Aslında, sadece bu örnek bile, gönüllüler ile çalışan hakları arasındaki ilişkiyi ve sivil toplumda çalışanları yetkinleştirmek gerektiğini, bunların birbirinden ne kadar ayrılmaz olduğunu gösteriyor.
İstem: Denedim diyelim. Ama yönetimdeki kişiler ve diğer çalışma arkadaşlarınız bu konuda bir istek ve bilinç sahibi değilse, istediğiniz kadar uğraşın, gündeme getirin bir işe yaramıyor maalesef. Birilerinin hayatına dokunmak, sivil topluma yararlı olmak, dezavantajlı gruplarla çalışmak motivasyonu, her sene daha da azalıyor.
Bizi Takip Edin